Vahit Türk

Tüm yazıları
...

MİLLİYETÇİLİĞİMİZİN KAYNAKLARI-78

12.06.1960 Sivas/Gürün Sarıca köyü doğumlu olan Vahit Türk ilk ve orta öğrenimini Sivas’ta tamamladı. 1983 tarihinde Prof. Dr. Zeynep Korkmaz danışmanlığında hazırladığı “Hüseyin Nihal Atsız’ın Ruh Adam Romanında Dil ve Üslup” adlı tezini vererek Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden mezun oldu.

1987 yılında Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünde Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun yönetiminde hazırladığı “Hatiboğlu Bahrü’l-Hakayık - Transkripsiyon” adlı teziyle yüksek lisansını, 1990 yılında Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünde Prof. Dr. Tuncer Gülensoy yönetiminde hazırladığı “Ali Şir Neva’i Mecalisü’n-Nefais İnceleme-Metin-Dizin” adlı teziyle de doktorasını tamamladı.

Fırat Üniversitesi, Trakya Üniversitesi, Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi (Kazakistan), Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ve Gaziantep Üniversitesi’nde değişik akademik kadrolarda görev yaptı. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanlığı, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü, Gaziantep Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanlığı gibi idarecilik görevleri yaptı.

2006 yılında Sakarya Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Öğretim Üyesi olarak başladığı görevinden ayrılarak İstanbul Kültür Üniversitesi’ne geçti. Halen İstanbul Kültür Üniversitesi’nde Öğretim Üyeliğine devam etmektedir.

İletişim:vahitturk1@hotmail.com

Vahit Türk

Altın Orda’nın Mirasçıları

1. Kazan Hanlığı

Kazan Hanlığı, 1437-38 yılında Ulug Muhammed Han tarafından kuruldu. Altın Orda hanı olan Ulug Muhammed, bir hanlık kurma düşüncesiyle değil, taht ili olan Saray şehrindeki ve devletteki karışıklıklardan dolayı kendisine Kazan’ı yeni başkent olarak seçmişti, ancak tarih, onun bu davranışını Kazan Hanlığının kuruluşu olarak belirledi. Ulug Muhammed Han’ın Kazan’a gelmesi, Altın Orda’nın aristokrat zümresinin de bu kente gelmesine sebep olmuş, dolayısıyla Kazan’ın başkent kimliğine bürünebilmesi için bir gereklilik daha yerine gelmişti. Ulug Muhammed ve devleti yönetenler, kendileri için asıl tehdidin Moskova Knezliğinden geleceğini anlamış ve kendilerini bu duruma göre konumlandırmaya çalışmışlardı.

Ulug Muhammed Han’ın amacı, Altın Orda’yı yeniden eski gücüne kavuşturmak ve geçmişte bu devlete bağlı olan bütün halkları ve toprakları yeniden tabi duruma getirmekti. Bunun için Osmanlı Devleti ile de ilişki kurmuş, II. Murat’a ve Fatih Sultan Mehmet’e mektuplar yazmıştı. Başarılı, tedbirli ve ileri görüşlü bir devlet adamı olan Ulug Muhammed Han’ın çabaları sonuç verdi ve Kazan Hanlığı güçlendi, ancak onun 1445 yılında ölümünden sonra düzen bozulmaya ve Moskova’nın baskısı yeniden hissedilmeye başlandı.

Ulug Muhammed’den sonra tahta çıkan hanlar ne onun mücadeleci ruhuna ne de ileri görüşlü özelliklerine sahiplerdi. Onların iç mücadeleye tutuşmaları ve Rus fitneleri dolayısıyla Kazan ve Kasım Hanlıkları arasına düşmanlık girdi. Bunun sonucunda Moskova rahatladı ve Kazan Hanlığı önemli bir müttefikini yitirip zayıfladı. Kazan’ın devlette etkili olan kitlesi arasında da ayrılık çıktı ve ikiye bölündüler. Bu durum devletin sonunu hazırladı ve Kazan ilk olarak 1487 yılında Ruslar tarafından işgâl edildi. Bu işgâl, tarihin ve talihin bütünüyle tersine döndüğünü de gösteren bir olay idi. Henüz Kazan Hanlığını bütünüyle tarihten silme gücü olmayan Moskova, daha önce Altın Orda’nın kendilerine yaptığını yaptı ve Kazan hanlarını atamaya başladı, bu arada da Ruslara düşman olan bazı kişileri de ortadan kaldırıp ilerideki muhtemel tehditleri de yok etmiş oldu.

Devleti yönetenler zaman zaman Ruslara karşı sefere çıkıp başarılı sonuçlar almış olsa da sonun yaklaştığı anlaşılmaya başlamıştı. Çünkü içeride birlik bir türlü sağlanamıyor ve sürekli bir karmaşa durumu yaşanıyordu. Kazan’da iktidarı elinde bulunduranların, barış için han seçiminde Moskova’nın isteklerine boyun eğmeleri, çocuk han Ütemişgerey ile Kazan Hanlığının son dönemlerinin sembol ismi olan annesi Süyüm Bike’yi Moskova’ya teslim etmek gibi ağır şartları kabul etmeleri bile bir sonuç vermemişti.

Son çırpınışlar ve tedbirlerin de bir yararı olmadı ve 15 Ekim 1552’de Kazan düştü. Çar IV. İvan, şehirde korkunç bir katliam yaptırdı, şehirde bulunan bütün erkekler öldürüldü. Kazan’ın son hanı Yadigar Han Moskova’ya götürülüp zorla vaftiz ettirildi. Şehir içinde Türklerin yaşaması yasaklandı ve Kazan’ın neyi var neyi yoksa yağma edildi, şehrin kimliği yok edildi.

Türkler bütün Altın Orda’da olduğu gibi Kazan’da da örnek bir uygarlık oluşturmuşlardı. Rus istilasının ilk işi bu uygarlığı yok etmek oldu. Bunun için alınan ilk tedbir de şehirde yaşayan bütün Türk nüfusun uzaklaştırılması ve dağıtılması idi. Bunun sonucu da bu insanların büyük sıkıntılar içerisinde yaşama mücadelesi vermeye başlamaları, geliştirdikleri sanattan, bilimden, eğitimden, eğitim kurumlarından, kütüphanelerden, kısacası alışkın oldukları her şeyden uzaklaştırılmaları ve köy hayatına mahkûm edilmeleri oldu. Kazanlılar için yeni bir dönem başladı ve yüzyıllardır süren bu dönemde Kazanlılar kendilerini korumanın yollarını bulmaya çalıştılar, ancak bu süre içerisinde pek çok kayıp verdiler, içlerinde zorla Hristiyanlaştırılanlar ve zamanla Ruslaşanlar oldu. Aslında Kazanın yaşadığı kader, pek çok Türk yurdunun da kaderi oldu. Şehrin Türk dokusu silinmeye, Türklüğü hatırlatan her şey yok edilmeye ve şehre Rus kimliği kazandırılmaya çalışıldı, ancak Kazan’da öyle köklü ve büyük bir uygarlık oluşmuştu ki 1552 yılından bugüne Ruslar bu uygarlığın izlerini bütünüyle silmeyi başaramadılar. Bugün Kazan her şeye rağmen halen bir Türk şehri özelliğini korumaktadır. Kazan’a giden bir Anadolu Türk’ü orada kendine yakın gelen pek çok şey bulabilmektedir.

Kazan Hanlığının düşmesi bütün Türkistan, hatta bütün Türklük için tarihi bir dönüm noktası oldu. Bin yıldır bir Türk ırmağı olan İdil, bir Rus ırmağına dönüştü ve Rusya ekonomisi için can damarı görevi yapmaya başladı. Ruslar, İdil ırmağı boyunca güneye inerek 1556 yılında Ejder Han (Astrahan) Hanlığını da zapt edip Hazar’a ulaştılar. Hazar’dan deniz yolunu kullanarak Güney Kafkasya’ya yani Azerbaycan’a indiler ve Osmanlı ile sınır komşusu oldular.

Bütün olup bitenler birlikte düşünüldüğünde önce Altın Orda’nın sonra ise Kazan’ın çöküşü, Rus’un önündeki engelin ortadan kalkması ve İdil-Ural bölgesinden başlayarak bir Türk iç denizi durumunda olan Hazar’ın Türklerin elinden çıkması, aynı biçimde bir Türk iç denizi olan Karadeniz’in bu özelliğini büyük ölçüde yitirmesi, Hazar’ın kuzeyinden başlayarak önce Sibirya’nın, sonra Kazak bozkırlarının, ardından ise bütün Türkistan’ın yüzyıllar sürecek bir zulüm yönetimi altına girmesinin, Türk uygarlığının doğup geliştiği yurtların acımasız işgal güçlerinin boyunduruğu altına düşüp kimliğini yok edişinin başlangıç noktası olduğu anlaşılacaktır.

Akdes Nimet Kurat, Kazan Türklerinin etnik oluşumunda yer alan boyları şöyle tespit eder: “Kama mansabında daha Miladi I. yüzyıldan itibaren mevcudiyetleri tespit edilen muhtelif Türk menşeli kavimler; Hunların kalıntıları, Suvarlar. VII-VIII. yüzyıllarda buralara Azak çevresinden gelen Türk menşeli Bulgarlar ve sonraları türlü zamanlarda gelen Kıpçaklar. Orta İdil boyundaki Türk kavimleri, bu sahanın en eski ahalisi olan Fin-Ugor menşeli Çirmiş (Mari), Ar (Udmurt) ve Mokşı (Mordva)’lar ile karışmışlar ve onları kısmen Türkleştirmişlerdir. Aynı veçhile İdil’i geçerek Batı’ya doğru giden Türk ve Moğol kavimlerinden Avarlar, Peçenekler ve Uzlardan da, az olsa dahi, bazı zümrelerinin buralarda kalmış oldukları muhakkaktır. Kıpçakların ve Altın Ordu devrinde Azak çevresi, Kırım ve Aşağı İdil boyundan bazı unsurların da gelmesiyle bugünkü etnik ve antropolojik hususiyetler meydana gelmiştir.” Bu düşünceye göre bugün Tatar diye adlandırılan Türklerin oluşumunda uzun bir tarih boyunca bölgeye gelen bütün Türk boylarının hatta Fin-Ugorların etkisi söz konusudur. 

2. Kasım Hanlığı

Hanlığın adı, ilk han Ulug Muhammed’in oğlu Kasım’dan gelir. Hanlığın merkezi Oka ırmağının sol kıyısında bulunan Kasım şehri Moskova’nın 250 km güneydoğusunda, Kazan’ın ise 470 km güneybatısında bulunur. Hanlık, Ulug Muhammed Han’ın Ruslara karşı büyük bir zafer kazandığı 1445 tarihli son seferinin sonunda yapılan barış koşullarına göre kurulmuştu. Kasım Han’ın Moskova’nın oyununa gelerek Kazan’ın iç işlerine müdahale etmesi üzerine iki hanlık arasında düşmanlık başladı ve bu düşmanlık her iki hanlığın zararına olarak Ruslar tarafından sürekli körüklendi. Aslında Ulug Muhammed Han’ın Kazan ile Moskova arasında bir tampon bölge olarak düşündüğü Kasım Hanlığı, Kasım Han’ın bu tavrıyla tam tersi bir sonuç vermiş ve hanlığı Rusları rahatlatan bir ögeye dönüştürmüştü. Kasım Han’ın dar görüşlülüğünü gösteren bu olaydan sonra Kasım hanları, Moskova’nın Kazan’a karşı yaptığı hemen bütün seferlerde Moskova ile hareket etmişler ve kardeşlerine en büyük darbeyi onlar vurmuşlardır. Bu durum, Rus’un ve başka pek çok emperyalist gücün uyguladığı “böl, parçala, yönet” düsturunun önemli bir örneği olarak önümüzde durmaktadır. Kasım hanlarından din değiştirip Hristiyan olanlar da vardır. Hristiyan olan Kasım hanı Seyit Burhan’ın ölümünden sonra yerine annesi Fatıma Sultan Bike tahta geçirildi ve bu Sultan Bike’nin 1681 yılındaki ölümünden sonra da Ruslar hanlığa son verip hanlık topraklarını doğrudan merkeze bağladılar.

3. Ejderhan (Astrahan) Hanlığı

Astırahan, Astarhan, Astrahan, Estirhan, Ejderhan, Hacıtarhan gibi adlarla anılan bu hanlık, İdil ırmağının Hazar’a döküldüğü yerde ve aynı adlı şehir ve çevresindeki iller üzerinde Altın Orda hanı Küçük Muhammed’in torunu Mahmut oğlu Kasım Han tarafından 1466 yılında kuruldu.

Aşağı İdil boyu ile Türkistan ve Harezm arasında yapılan ticaretin düzgün biçimde yürüyebilmesi, bölgede büyük bir merkezin varlığını gerekli kılıyordu ve zaman içinde bir ticaret merkezi olarak Hacıtarhan veya Astarhan adıyla bir şehir oluştu. Şehir, kısa sürede Türkistan, İran, Kafkasya ve diğer ülkelerden gelen tüccarların buluştuğu bir yer oldu.

Ticaret merkezi olmak dolayısıyla kısa sürede zenginleşen şehir, çevredeki göçebe boylar için cazip bir yer olduğu gibi bu göçebelerin sürekli saldırılarına da maruz kalıyordu. Altın Orda ile iş birliği sayesinde huzurlu zamanları da olmuştu, ancak 1502 yılında Kırım Hanı Mengli Giray’ın saray şehrine saldırıp, Türklüğün kuzeydeki en önemli kültür merkezlerinden biri olan bu şehri tahrip etmesi, Astrahan Hanlığı için de adeta sonun başlangıcı olmuştu.

Kırım Hanlarının ve Nogay Ordası’nın kendi nüfuz alanı olarak gördüğü Astrahan’ın zenginliği, Rusların da iştahını kabartıyor ve bu dış müdahaleler içeride sürekli huzursuzlukların kaynağı oluyor, sık sık han değişiyordu. Kırım Hanı Sahipgerey, 1549 yılında Astrahan’ı ele geçirip şehri tahrip etmiş, halkın bir kısmını da Kırım’a götürmüştü. Kırım hanlarının bağlı olduğu Osmanlı bu durumdan rahatsız olup müdahale etmiş ve esir alınanların serbest bırakılmasını istemişti. Sahipgerey’in serbest bıraktığı Yağmurcu Han tekrar tahtına kavuşunca tahtını koruyabilme düşüncesiyle Moskova ile iş birliği yaptı, ancak Kazan’ın Rus işgaline uğramasıyla sıranın kendisine geldiğini anlayıp Kırım’dan ve Osmanlı’dan yardım istedi. Bunun üzerine ülkesindeki Rus taraftarları kendisini tahttan indirip yerine Rus yanlısı olan Derviş Ali Han’ı geçirdiler. 1554 yılında Rusların desteğiyle tahta geçen bu kişi, 1556 yılında ülkesini Rusların işgal etmesine engel olamadı. Kazan’ın işgalinden dört yıl sonra Ejderhan Hanlığı da aynı sonu yaşamak durumunda kaldı.

Ejderhan’ın Rusların eline geçmesi bölgede onlara büyük bir prestij kazandırdı, Kafkasya yolu Ruslara açıldı, ticaret yapmak isteyenler Ruslara yanaşmaya ve onlarla iş birliği yapmaya başladılar. Kafkasya’da Hristiyanlık yayılmaya, pek çok asil bu dini benimsemeye başladı. Kırım Hanlığına karşı Ruslarla iş birliği yapanlar görülmeye başladı. Ürgenç, Buhara ve Semerkant’tan gelen elçiler kendi tüccarlarının rahat alışveriş yapabilmeleri için izin koparmaya çalıştılar. Kısacası din, dil, ırk farkı önemini yitirmiş, güç herkesi kendine çekmeye başlamış, yaşanacak dehşet verici sonucu kimse düşünmemiş ya da düşünmek istememiş, pek çok şeyi elleriyle can düşmanlarına teslim etmişlerdi. İşin garip bir yanı da çağın en güçlü devleti durumunda olan Osmanlı da Rusya’nın Türk topraklarını yutuşuna ilgisiz kalmış, bu devletin kısa bir süre sonra kendisi için de bir tehdit oluşturacağını hesap edememişti.