Sakin Öner

Tüm yazıları
...

Milli kimliğimizin mimarlarından Yahya Kemal  -1-

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

Milli kimliğimizin en önemli manevi mimarlarından biri olan Yahya Kemal Beyatlı; mükemmel bir şair, güçlü bir yazar, coşkulu bir hatip,  gerçek bir entelektüel, başarılı bir diplomat, iyi bir siyaset adamıdır. O, aynı zamanda, Doğu ve Batı’nın zengin kültür mirasını, Türk tarihinin zaferlerini ve zaaflarını bir potada yoğuran, yorumlayan ve Türk düşüncesine yeni bir vizyon kazandıran gerçek bir fikir adamıdır.

Kültür Bakanlığı 2008 yılını Yahya Kemal Yılı ilan etmiştir. Çünkü o, mazimizin ihtişamını klâsik bir tarzda yeni bir söyleyişle destanlaştıran, duygu, düşünce ve hayal ufkumuzu bediî zevkin büyülü atmosferi içinde en yücelere çeken, bize kendimizin ve benliğimizin şiirini veren bir sanatçıdır.

Saf şiirin (Poesiepure) 20. yüzyıl edebiyatımızdaki en güçlü temsilcisi olan Yahya Kemal Beyatlı 2 Aralık 1884’te Üsküp’te doğdu. Balkanlara, çok eskiden yerleşmiş akıncı beylerinin soyundan bir ailenin çocuğu olan Yahya Kemal’in asıl adı Mehmet Agâh’tır. Ailesinin en tanınmış şahsiyeti III. Mustafa devrinin sancak beylerinden Şehsuvar Paşa olduğu için ‘Beyatlı’ soyadını almıştır. Beyatlı, ‘Şehsuvar’ kelimesinin Türkçeleştirilmiş şeklidir.

Şehsuvar Paşa “evlâd-ı fâtihan”dandır. Evlâd-ı fâtihan, ilk Rumeli fâtihlerinin çocuklarıdır. Bunlar II. Murat devrine kadar Rumeli’ye yerleştirilen ilk gaziler ve onların çocuklarıdır[1]. Şehsuvar Paşa’nın soyu, 1377’de Niş’i fetheden Yahşi Bey’in beylerinden Şehsuvar Bey’e kadar dayanır[2].

Babası Üsküp’te önce icra memurluğu,  daha sonra Belediye Reisliği yapan İbrahim Naci Bey, annesi Divan şairi Leskofçalı Galip Bey’in yeğeni Nakiye hanımdır.

Yahya Kemal çocukluğunu Balkanlar’da Rakofça’nın nihayetsiz kırlarında geçirdi. Şair, bu döneme ait duygularını Açık Deniz şiirinde şöyle terennüm eder.[3]

Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum;

Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum.

Kalbimde vardı “Byron” u bedbaht eden melâl

Gezdim o yaşta dağları, hulyâm içinde lâl,

Aldım Rakofça kırlarının hür havâsını,

Duydum akıncı cedlerimin ihtirâsını,

Her yaz, şimâle doğru asırlarca bir koşu,

Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultulu…

Yahya Kemal’in millî ve manevî şahsiyeti üç aşamada tekâmül etmiştir:

1. Üsküp dönemi (1884-1902)

Milli ve manevî değerlerin ilk öğrenildiği, Türk-İslâm milliyetçiliğinin temellerinin atıldığı dönemdir. Evlâd-ı fâtihanın kurduğu mimarisi, örf ve âdetleri ile yüzde yüz bir Türk şehri olan Üsküp’te geçen çocukluk döneminin derin izleri şairde ömür boyu devam etmiştir.

Yahya Kemal’in düşünce dünyasının temelleri, çocukluk yıllarında atılır. Annesi Nakiye Hanım çok dindar bir kadındır. Beş vakit namazını kılar. Küçük Yahya Kemal’e Kur’ân öğretir, Yazıcızâde Mehmet Efendi’nin Türklükle İslamiyet’i yoğuran,  Muhammediye’sini okur, Yunus Emre’nin ilâhilerini söyler. Şair hâtıralarında bu konuda şunları söylüyor: “Annem bana: ‘Oğlum, dünyada iki insanı sev… Peygamber Efendimizi, bir de Sultan Murad Efendimizi sev!’ derdi. Bu Murad adında, Balkanların büyük fâtihlerinden, Birinci Murad’la İkinci Murad’ın, hizmetleri ve hâtıraları birleşiyordu. Türkleri Balkanlara yerleştiren, Sırpları, umûmiyetle İslâvları mağlûb eden; Üsküp’de ulu câmiler yücelten Türk hükümdarları, Balkan Türkleri’nin hâfızasında tek bir Murad adıyla yaşıyordu. [4]

Yahya Kemal’e annesinin yanı sıra lalası Hüseyin Efendi Budin, Belgrad ve Leskofça türküleri söyler ve Battal Gazi Destanı okur. Şair bilhassa ruhunu saran bu etki içinde serhat türkülerine ayrı bir yer ayırır ve “Bu türküler bana bir nostalji verirdi. Bu türkülerde, müphem surette Macar ufuklarını görürdüm.” diyor [5].

Yahya Kemal’in manevi şahsiyetinin teşekkülünde doğduğu şehir Üsküp’ün büyük yeri vardır. Yahya Kemal yine hâtıralarında şöyle der: “Ben, ailece Üsküplü değilim. Niş’liyim.  Fakat Üsküp’te doğduğum için iftihâr ederim. Çünkü Üsküp, Rumeli’de Türklüğün tekâsüf ettiği yerdir. O kadar Türk’tür ki, her taşında milliyetimizin ruhu şekillenir.” [6]

Şair Üsküp’e hassasiyetini ve özlemini Kaybolan Şehir şiirinde şöyle ifade eder:

Üsküp ki Yıldırım Beyazıd Han diyârıdır,

Evlâd-ı fâtihâna onun yâdigârıdır.

Firûze kubbelerle bizim şehrimizdi o;

Yalnız bizimdi, çehre ve rûhıyle bizdi o.

Üsküp ki Şar dağında devâmıydı Bursa’nın

Bir lâle bahçesiydi, dökülmüş, temiz kanın.

Şair, çocukluğunun geçtiği Üsküp’ün o zamanki manevî iklimini hâtıralarında şöyle anlatır: “O yaşlarımda ben Üsküp minarelerinden yükselen ezan seslerini duyarak, içim bu seslerle dolarak yetişiyordum. Minarelerde ezan başladığı zaman evimizde ruhanî bir sessizlik olurdu. Bütün şehri bir mâbed sükûnu kaplardı. …Bu sesler beni bütün ömrümce bırakmış değildir. Müslüman Türk çocuklarının dinî ve millî terbiyesinde ezan seslerinin büyük tesirine inanırım.” [7]

Şair bu konudaki inanışını 23 Nisan 1922’de Tevhîd-i Efkâr gazetesinde yayımlanan ‘Ezansız Semtler’ isimli makalede, İstanbul’un bazı minaresiz ve ezansız semtlerinde Müslümanlıktan tamamen habersiz yetişen çocukların milliyetlerinden tam olarak nasip alamadıklarını belirterek onlara acır ve duygularını şöyle ifade eder: “O semtlerde minareler görülmez, ezanlar işitilmez, Ramazan ve kandil günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rü’yâsını nasıl görürler? İşte bu rü’yâ, çocukluk dediğimiz bu Müslüman rü’yâsıdır ki bizi henüz bir millet hâlinde tutuyor. Bugünkü Türk babaları havası ve toprağı Müslümanlık rü’yâsı ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kuran’ın sesini işittiler; bir raf üzerinde duran Kitabullâh’ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir rûh olan sarı sahifelerini kokladılar. İlk ders olarak beslemeyi öğrendiler; Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, câmîler içinde şafak sökerken Tekbîr’leri dinlediler, dînin böyle bir merhalesinden geçtiler, hayata girdiler, Türk oldular.” [8]

Fazla medenîleşen üst tabakanın çocuklarının ezansız yeni semtlerde alafranga terbiye ile yetişirken, Türk çocukluğunun en güzel rüyasını görmediklerini üzüntüyle dile getiren Yahya Kemal, ‘Ezansız Semtler’ makalesinin sonunda, bu semtlerde yetişen Türk çocukları ile ilgili hüznünü şöyle dile getirir: “Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. O mübârek muhitden çok sonra ayrıldık, biz böyle bir sabah namazında anne millete tekrar dönebiliriz. Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, Frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları, dönecekleri yeri hatırlayamayacaklar!”[9]

Yahya Kemal, ilköğretimine Üsküp’te Sultan Murat Camisinin yanındaki Yeni Mektep’te, âmin alayları, ilâhiler ve dualarla başlar. Yanında Beyanbaba Türbesi vardır. Burada bir yıl kadar okuduktan sonra Üsküp’ün ilk modern mektebi olan Mekteb-i Edeb’e devam eder. Dört yıl kadar bu okula devam ettikten sonra 1895’te Üsküp İdadisi’ne verilir. Bu sırada annesi verem olur ve kısa bir süre sonra ölür. Şairi, 1897’de Selânik İdadisi’ne verirler.

1902 Nisan’ında İdadi öğrenimini tamamlaması için İstanbul’a gönderilen Yahya Kemal, yazın Besim Ömer Paşa konağında, sonbahardan sonrasını da yine akrabalarından İbrahim Bey’in Sarıyer’deki evinde geçirir. Türk musikisi ve onun inceliklerini, İbrahim Bey’in evinde yapılan musikî icra meclislerinde öğrenir.

Buraya sık sık başta Kanunî Hacı Arif Bey olmak üzere devrin tanınmış musiki üstâdları gelir, klâsik Türk musikisi icra edelerdi. Kemal de bunları hayranlıkla dinlerdi. Milliyetimizin, Türklüğün çok önemli bir unsurunun da klâsik musiki olduğunu o dönemde öğrendi.

‘Eski Musikî’ isimli şiirinde eski musikimiz hakkında;

Çok insan anlayamaz eski musikîmizden

Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden [10]

diyen Yahya Kemal Itrî için yazdığı şiirinde, saltanatlı tekbîrin bestakârı hakkında şunları söylüyor:

Musikisinde bir taraftan din,

Bir taraftan bütün hayat akmış…

Nice seslerle gök ve yerlerimiz,

Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz,

Bize benzer o kâinat akmış…

Yahya Kemal’in şiire karşı merakı, daha okul sıralarında başlar. Bu sıralarda Malûmat ve İrtika dergilerinde Mehmet Agâh ismiyle bazı şiirleri basılır. İlk şiiri 1 Eylül 1902 İrtika mecmuasında yayımlanır. (Devam edecek)

 

[1] Nihad Sami Banarlı, Yahya Kemal’in Hâtıraları, İstanbul 1960, s.16

[2] Sermet Sami Uysal, Her Yönüyle Yahya Kemal, s.386

[3] Yahya Kemal Beyatlı, Kendi Gök Kubbemiz, MEB 1000 Temel Eser, İstanbul 1969, s.8-9

[4] Nihad Sami Banarlı, Yahya Kemal’in Hâtıraları,  s.24-25

[5] Nihad Sami Banarlı, aynı eser, s.24

[6] Nihad Sami Banarlı, aynı eser, s.27-28

[7] Nihat Sami Banarlı, aynı eser, s. 25-26

[8] Yahya Kemal, Aziz İstanbul, MEB 1000 Temel Eser, İstanbul 1969, s. 126

[9] Yahya Kemal, aynı eser, s.130

[10] Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul 1969