Sakin Öner

Tüm yazıları
...

Halkçı ve Millî Edebiyatın Öncüsü Ahmet Midhat Efendi (1844-1912) - 3

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Ahmet Midhat Efendi’nin, aralarında büyük farklar bulunmasına rağmen, Namık Kemal’in yanına konulabilecek ikinci büyük iman adamı ve yeni fikirlerin gayretli savunucusu olduğunu belirtmiştir. Kaplan, Midhat Efendi’nin Batı’ya yaklaşımını ve bunun toplum hayatımıza yansımasını milliyetçi bir tavır ve hassasiyetle ele alışını şöyle özetlemiştir:

“Namık Kemal yeniliğin daha ziyade politik cephesine, hürriyet ve parlamento fikrine önem verdiği halde, Ahmet Midhat Efendi, memlekete Batı’nın ilim, teknik, öğrenme, çalışma ve kazanma ihtirasını getirir. Midhat Efendi’nin ‘eski’ ile ‘yeni’, ‘Doğu’ ile ‘Batı’ arasında almış olduğu tavır son derece ölçülüdür. O da kendisine göre bir terkip yapar. Midhat Efendi, Batı’yı çalışma ve kazanma bakımından değil de, harcama ve eğlenme bakımından taklit eden, parazit, mirasyedi, alafranga tipi ile alay eder. Ona göre, Batı’nın alınacak tarafı ilim, teknik, yaşama sevinci, mesut olma sanatıdır. O, eski Türk-Osmanlı kültürünün bilhassa çalışkan ve namuslu basit insanlarında asla vazgeçilmemesi gereken değerleri bulur. Midhat Efendi romanlarında bu görüşünü temsil eden ‘müsbet’ ve ‘menfi’ tipleri karşılaştırarak okuyucularına yol gösterir. “Felâtun Beyle Râkım Efendi” romanı, Tanzimat’tan sonra ortaya çıkan gülünç, alafranga tip ile Ahmet Midhat Efendi’nin kendisini idealize ettiği normal ölçülerle Doğu-Batı sentezine ulaşmış ‘yeni Osmanlı’ tipinin mukayesesine dayanır.”[1]

Hikâye türü ile edebiyat dünyasına adım atan ve bu türün edebiyatımızdaki ilk örneklerini meydana getiren Ahmet Midhat Efendi, daha sonra da, ‘toplumsal fayda’ düşüncesiyle birçok roman yazmıştır. Kenan Akyüz, onun romanlarında takip ettiği milli hassasiyeti şöyle açıklamıştır: “Ahmet Midhat’ın romanlarında yer alan bir sosyal konu da, Türkiye’ye Batılılaşmanın hangi yoldan ve ne şekilde olabileceğidir. Batı medeniyetinin görünüşlerine kapılan yarım aydınlara karşı, bu medeniyetin esaslarını doğru kavrayan ve milli benliğini koruyabilecek olan gerçek aydınları savunur. Bunun için, birinci gruba şiddetle hücum ederek, Batı medeniyetinin Türkiye’ye girmiş ve henüz girmemiş bütün unsurları üzerinde etraflı şekilde durup okuyuculara onların lüzumlu ve faydalı olanlarını tanıtmaya çalışır.”[2] Ahmet Midhat’ın romanlarının konusu, bu milli hassasiyetinin sonucu olarak ‘Batılılaşma, Doğu-,Batı çatışması, yanlış değer yargıları’dır. O, Batı’dan gelen fikirleri, Türk toplumunun örf ve âdetlerine, millî kültürüne uygun olmasına dikkat ederek yaymaya çalışmıştır.

Tanpınar, Midhat Efendi’nin Hristiyan Avrupa’yı ele alışı ile ilgili tespitini şöyle özetlemiştir:

“Midhat Efendi, bir medeniyet buhranının çocuğu olduğunu hiç bir zaman unutmaz. İslamiyet’i Hristiyanlığa karşı müdafaa için, Müdafaa ve Mukabele serisini (ilk cüz’ü, Tercüman-ı Hakikat matbaası,  İstanbul 1300) yazan muharririmiz, hemen her eserinde bu buhrana döner. O, Hristiyan dünyası ve Avrupa ahlâkı karşısında daima saf ve Avrupa kültürüyle muvazeneli şekilde aydınlanmış, yerli ahlâkın ve örfün müdafii olacaktır.”[3]

Orhan Okay, Ahmet Midhat Efendi’nin Batı medeniyeti karşısındaki tavrını geniş olarak incelemiş ve “Onun Batı’ya karşı Osmanlı Türkünün faziletini, civan mertliğini ve insanlığını daima övdüğünü belirterek, bu yönüyle Genç Osmanlılar’dan daha romantik bir milliyetçi” olduğu sonucuna varmıştır. Bu hükmüne delil olarak da, Namık Kemal’e cevaben yazdığı bir makalesindeki şu ifadeleri göstermiştir:

“İstikbâlimizin emniyeti için Avrupa muvâzene-i düveliyesinin mâbihil-hayatı bizim muhafaza-i istikbalimiz olduğunu dermeyan ediyorsunuz”

“Benim şanlı ve saadetli gördüğüm istikbâl bu değildir beyim.

Bir vakit daha söylemiş olduğum veçhile vaktiyle kılıcımıza baş eğdirmiş olduğumuz kimselerin sâye-i lûtfunda yaşayıp gideceksek, yâni saadet-i âtiye bundan ibâret kalacaksa ben o saadeti istemem. Çünkü maksadım Avrupa muvazene-i düveliyesini muhafaza değildir. Osmanlılık şanını muhafaza etmek ve padişâhım bulunan zât-ı kudsiyyet-simata vaktiyle Birinci Fransuva’nın yazmış olduğu gibi istirhamnâmeler yazıldığını (belki hayatım yetmiyeceği cihetle) hiç olmazsa mezarım içinde seyredip orada müftehir olmaktır. Ya böyle olsun ya hiç olmasın.

Hin-i hâcette Osmanlı askerinin dünyada birinci asker olduğunu göstereceği ve silâh-ı müdafaa şimdiki kudrette oldukça Tuna ve Balkan’dan kolaylıkla geçilemiyeceği ve sâhillerimize dahi yanaşılamıyacağı delillerimiz cümlesindendir”. [4]

Ahmet Midhat Efendi, 1309 (1892) yılında neşredilen Ahmet Metin ve Şirzad isimli büyük mâcera romanında, roman kahramanı Ahmet Metin’in ağzından Türk tarihinin eskiliğini ve Türk medeniyetinin büyüklüğünü şöyle ifade etmiştir:

“Bizim Osmanlığımızda iki şan vardır ki, bunların yalnız birisi bile bizim için teşerrüfe kâfi iken, Hak Teâlâ Hazretleri,  bizi onların ikisiyle birden mübeccel eylemiştir. Bunlardan birisi Müslümanlık, diğeri Türklük! Bu iki şeyin ikisinin de tarihleri cihanda hiçbir milletin, hiçbir halkın tarihine kıyas kabul edilemiyecek derecelerde kahramanâne ve şairanedir. O sûret-i kahramanâne ve şairânenin derecesine ise bizim vukufumuzdan ziyade yine Avrupalıların vukufu şâmildir”.[5]

Ahmet Midhat Efendi, ayrıca cemiyet hayatında olduğu gibi edebiyat alanında da Batı hayranlığına karşı çıkmış, bu hayranlıkla dil, üslup, mevzu ve şekil bakımından Batı -özellikle Fransız- edebiyatının taklit edilmesine karşı çıkmış ve bu tür bir edebiyatın garip, anlaşılmaz ve komik olduğunu öne sürmüştür. Bu konuda özellikle Servet-i Fünunculara oldukça sert çıkmış ve Sabah gazetesinde 10 Mart 1897’de yazdığı ‘Dekadanlar’ makalesi ile büyük bir edebî savaşın başlatıcısı olmuştur. Midhat Efendi, bu makalesiyle Servet-i Fünun dergisinde toplanan ‘Edebiyat-ı Cedideciler’le, dillerinden, sanat görüşlerinden bir şey anlaşılmadığını ileri sürerek ‘dekadan’ diye alay etti.

Servet-i Fünuncular için Fransızca ‘düşen, gerileyen’ anlamına gelen ve 19. yüzyılda yeni ortaya çıkan sembolist akımın mensupları için kullanılan dekadan (décadent) tabiri kullanılınca, büyük edebî kavgada Ahmet Midhat Efendi’nin yanında Ahmet Rasim, Mehmet Celâl ve Rıfat Samih gibi daha çok eski edebiyat taraftarları yer aldı. Hüseyin Cahit (Yalçın), Cenap Şahabeddin, Ahmet Hikmet (Müftüoğlu) ve Hüseyin Sîret gibi Servet-i Fünuncular da kendi görüşlerini ve sanat anlayışlarını ‘edebiyata bir yenilik getirdiklerini’ belirterek savundular. Üç yıl süren bu tartışmalardan sonra, bu kavgayı başlatan Ahmet Midhat Efendi, Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yayımlanan ‘Teslim-i Hakikat’ başlıklı makaleyle, Servet-i Fünunculara biraz haksızlık yapıldığını belirterek ve gönül alarak kavgayı bitirdi.

Türk halkına okumayı sevdiren ve bir nevi halk mektebi görevi ifa eden Ahmet Midhat Efendi, dilimizin sadeleşmesine başta Ömer Seyfettin olmak üzere Millî Edebiyatçılardan önce başlamış, bunun kavgasını ve uygulamasını yapmış ve ilkelerini tespit etmiştir. Ömer Seyfettin’in ‘Yeni Lisan’ makalesinde ortaya koyduğu düşüncelerin çoğunun Ahmet Mithat Efendi’den neşet ettiğini ve hayat bulduğunu görüyoruz. Kısacası, Türk romancılığının gerçek anlamda ilk yazarı olan Ahmet Midhat Efendi, görüldüğü gibi diliyle, düşünceleriyle, ele aldığı mevzular ve eserlerindeki kahramanlarla millî şahsiyeti ağır basan, millî hassasiyetleri yüksek olan bir edebiyatçımızdır.

Edebiyatımızın özellikle hikâye ve romanda öncü şahsiyetlerinden biri olan Ahmet Midhat Efendi’yi rahmet ve minnetle anıyoruz. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.

 

[1]Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil, s. 121-122

[2]Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, İnkılap Kitabevi,İstanbul 1990, s.74

[3]Ahmet Hamdi Tanpınar, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, s.464

[4]Orhan Okay, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Midhat Efendi, Atatürk Üniversitesi Yayını, Ankara 1975, s. 34

[5]Orhan Okay, a.g.e., s. 35