Sakin Öner

Tüm yazıları
...

Halkçı ve Millî Edebiyatın Öncüsü Ahmet Midhat Efendi (1844-1912) -1

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

Tanzimat’ın ilânından sonra cemiyet hayatımızda bir taraftan Avrupaî hayat tarzına uyum konusunda bir temayül hızla yayılırken, bir taraftan da Fransız İhtilâli’nin getirdiği yeni fikirler sebebiyle özellikle edebiyat alanında da millîleşme yönünde çalışmalar başlamıştır. “Gülhane Hatt-ı Hümayûnu’nda geçen halk, ahali ve millet kelimeleri saray ile ahali arasındaki mesafeyi daraltmıştır. Sarayla halk arasındaki bu yakınlaşma, aynı şekilde edebî dille konuşma dili arasında da yakınlaşmayı gerektiriyordu.” (1) Öncelikle dil alanında başlayan bu millîleşme çalışmaları ilk semeresini, halka daha çabuk ulaşma imkânı verdiği için gazetecilik alanında vermiştir.

 

1860 yılında Şinasi ve Âgâh Efendi’nin çıkardıkları ilk özel Türk gazetesi olan Tercüman-ı Ahvâl, III. Selim döneminde başlayan ve II. Mahmut’un çabalarıyla gelişen Türkçecilik hareketinin başarıya ulaştığının da en önemli göstergesi olmuştur. Şinasi, bu gazeteye yazdığı ‘Mukaddime’ başlıklı basın tarihimizin ilk başyazısında ‘umumun anlayacağı bir dil’ kullanmanın gereği üstünde durmuştur. Bu gazete, halkın ihtiyaçlarını dile getirmeyi, halkı düşünmeyi ve gerçekleri halkla paylaşmayı ön plâna aldığı için, mümkün olduğu kadar sade bir Türkçe kullanmayı politika olarak benimsemiştir.

 

Tanzimat Edebiyatı’nın ilk neslinden olan Namık Kemal, Farsçadan yaptığı başarılı “Bahar-ı Dâniş” tercümesinde Türkçenin güzelliğini ortaya koymuştur. Kemal, bu esere yazdığı Mukaddime’de, “O tarihe kadar yazarların eserlerini havas -aydınlar- için yazdıklarını, Türkçe yazılan eserlerin hepsinin edebî güzellikten mahrum sayıldığını, halbuki konuştuğumuz dili beğenmeyenlerin kullandıkları ağdalı dilin garip bir dil olduğunu, Acem şivesinin edebî sanatlarıyla birlikte dilimize galip gelerek edebiyatımızın aslî unsurları haline geldiğini” ifade etmiş ve sonuç olarak  “Lisanımızı fazlalıklardan temizlemek, bunun için evvela Acem tesirinden kurtulmak lâzımdır.” demiştir. Hatta Kemal “galat-ı meşhur denilerek umumun kullandığı kelimelerin, lügat-ı fâsiha itibar olunan vaz-ı aslîye tercih edilmesi gerektiğini” belirtmiştir.(2)

 

Ahmet Vefik Paşa, Şemsettin Sami ve Ali Suavi’nin de Türkçenin sadeleşmesi konusunda ciddi çalışmaları olmuştur. Pertev Paşa, Münif Paşa, Kâmil Paşa ve Âkif Paşa gibi devlet adamları da sade Türkçeye gidiş hareketini desteklemişlerdir. Fakat sade Türkçe yazma konusunda en büyük emek Şinasi’ye aittir ve bugünkü edebî nesrin düğümünü o çözmüştür. Namık Kemal ve Ziya Paşa ise bu nesir diliyle ilk edebî eserleri meydana getirmişlerdir.  

 

Türkçenin sadeleştirilerek halkın anlayacağı bir hale getirilmesi, bir müddet sonra müspet tesirlerini göstermeye başlamıştır. Bazı Tanzimat dönemi yazarları, Avrupaî edebiyat türlerini daha geniş kitlelere tanıtmak, okuma zevkini aşılamak ve yeni dönemin aydınlatıcı fikirlerini yaymak üzere, halk için eserler yazmışlardır. Bu eserler, yeni edebiyatın hemen her çeşidiyle romanlar, hikâyeler, tiyatro eserleri, edebiyata, yeni ilimlere, fennin ve yeni keşiflerin meraklı bahislerine âid popüler makaleler, musahabeler, mektuplar, hâtırat ve seyahat notları vb. halinde kaleme alınmıştır. Aynı yazılar, ya küçük müstakil kitaplar hâlinde basılmış yahut da mecmua ve gazetelerde geniş sütunlar halinde yer almıştır. Hatta doğrudan doğruya bu türlü yazılar neşretmek için mecmualar çıkarılmıştır. Bu edebi faaliyet sonucunda, ‘Halk için edebiyat’ yapan bir edebiyatçılar grubu ortaya çıkmıştır. ‘Halk için edebiyat’ yapan bu sanatçıların en velûdu, Ahmet Midhat Efendi’dir. Ona bu verimli çalışmalarından dolayı edebiyatımızda ‘Halkçı Edebiyatın Öncüsü’ diyebiliriz.

 

Ahmet Midhat Efendi, Tanzimat döneminde ilmin, fennin ve edebiyatın hemen her sâhasında yazılar yazarak ve bu yazıları halk diliyle yazıp halk seviyesine ve halk zevkine göre ayarlayarak, halk için çok faydalı bir edebî hareket meydana getirmeyi başarmış, ansiklopedist büyük bir yazardır. O, yazılarıyla âdeta bir halk mektebi kurmuş ve bunu hayat boyu yürütmeyi başarmıştır.

 

“Halkın Türkçesini millet dili yapalım”

 

Dilde sadeleşme ve halk Türkçesine yaklaşma konusunda Ahmet Vefik Paşa kadar başarılı olan yazarlarımızdan biri de Ahmet Midhat Efendi’dir. O, dil konusundaki ilk tavrını tercüme vadisinde ortaya koymuştur. Octave Feuillet’ten çevirdiği Bir Fakir Delikanlının Hikâyesi romanının başına yazdığı önsözde, “her lisanın kendine mahsus bir şivesi olmak itikadında” bulunduğu için “harfiyen tercüme etmeyeceğini”, böyle olursa bunun “güzel lisanımıza Frenk kokusu vermek”  olacağını belirterek, bu yüzden “müellifin Fransızca olarak tefhim etmeye çalıştığı meramı Türkçe olarak ifade edeceğini” söylemiştir. (3)

 

Ahmet Midhat Efendi, gerek hikâyelerinde ve gerekse romanlarında, kişileri günlük hayatlarında olduğu gibi, tabii bir dille konuşturmuştur. Bazen onun dili, meddahların anlattıkları masalların diline benzetilebilir. O, dilinin bu özelliğiyle, 1860-1900 yılları arasında halka okuyabileceği eserler veren tek yazar olmuştur. Eserlerinde; gerek konular, gerek tipler ve gerekse dil, tamamen ‘halkçı’dır.

 

Ahmet Midhat Efendi, Tanzimat’la başlayan yeni edebiyatın halkta uyandırdığı tecessüsü ve merakı karşılamak üzere yazdığı hikâye ve romanlarıyla, Türk halkına okuma zevkini aşılayan ilk yazarımız olmuştur. Küçük ve büyük, ilk hikâye örneklerini de veren, odur. Prof. Dr. Mehmet Kaplan,  onun üslubu hakkında şu hükmü vermiştir: “Gençlik yıllarında Namık Kemal gibi bir ara ‘hürriyet mücadelesi’ne katılan ve sürgün edilen Midhat Efendi, Abdülhamid istibdadı devrinde geniş Türk okuyucusuna çağdaş Batı medeniyetinin akılcı, faydacı, pratik, munis yönlerini tanıtır. O, bu hayat görüşüne uygun sade, yumuşak, şakacı, öğretici bir üslûp kullanır.”[1]

 

Türk basınının bu en verimli ve bereketli yazarının Türkçe ile ilgili görüş ve düşüncelerini Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş ise şu şekilde özetlemiştir:

 

“Tanzimat edebiyatı devrinde dili sadeleştirme için çalışan önemli şahsiyetlerden biri de,  Ahmet Midhat Efendi’dir. 1871 yılında ‘Basiret’ gazetesinde çıkan “Ehemmiyetli bir lâyıhadır” başlıklı yazısında şunları söylemektedir:

 

“Halkımızın kullandığı bir lisan yok mu? İşte onu millet lisanı yapalım.

 

Arapça ve Farsça’nın ne kadar izafetleri ve ne kadar sıfatları varsa kaldırıversek, yazdığımız şeyleri bugün yedi yüz kişi anlayabilmekte ise, yarın mutlaka yedi bin kişi anlar.”

 

Ahmed Midhat Efendi’nin dil hakkındaki düşüncelerini daha geniş şekilde ‘Dağarcık’ dergisinin ilk sayısında (1871) çıkan “Osmanlıca’nın Islâhı” başlıklı yazıda görmekteyiz. Bu yazıda Ahmed Midhat Efendi sâdeleşmeyi müdafaa etmekte, ayrıca Türkçede Arapça ve Farsça kelimelerin bulunmasından meyûs olmamak gerektiğine işaret ederek şöyle demektedir:

 

“Acaba dünyada bir lisan var mıdır ki mahlût olmayıp da sırf kendi malı olan elfâzı kullansın?

 

Şinasi merhumun sâdeleştirdiği dereceden birkaç derece daha sadeleşmeye ve daha ziyâde umumileşmeye lisanımızın istidâdı vardır.

 

Bugünkü gün lisanımızı sâdeleştirmeye ve umumîleştirmeye o kadar muhtacız ki…”

 

Midhat Efendi dili sâdeleştirmek için şunları tavsiye etmiştir:

 

1- “Arapça gramer ve sentaksından izâfet ve sıfat tamlamaları ile müzekker ve müennesler, müfred ve cemiler dilimize sokulmasın,

 

2- Bir kelimenin Türkçesi, fakat bilinen Türkçesi varsa, onun yerine Arapça ve Farsça bir söz kullanılmasın” [2]

 

 

[1] Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil, Dergah Yay. 54. Çağdaş Türk Düşüncesi,10, İstanbul 1986, s.270.

[2] Faruk Kadri Timurtaş, Dil Davâsı ve Ziya Gökalp, İstanbul 1965, s. 22.