Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Bu sene biraz gecikmesine rağmen lale zamanı geldi ve geçti. Konuşmaya değer pek çok yeni üzüntüyü de bağrımızın ortasına bırakarak gitti. İstanbul, lalelerden hemen önce erguvanların ve mor salkımların etkisi altındaydı. Bu dönemde İstanbul, morun binbir tonunu elbise gibi üzerine giydi. Yalnızca imkân bulabilenler ya da nasibi olanlar seyretmiş olmalı, çünkü çok sürmedi. Boğazın iki yakasını saran mor hülya yerini başka bir güzelliğe bıraktı.
Lalelerin açtığı günlere lale dönemi, lale haftası, lale mevsimi denilebilir. Ben “Lale Zamanı” demeyi tercih ediyorum. Metin Erksan’ın başyapıtı “Sevmek Zamanı” filminin isminde olduğu gibi; sevmek zamanı der gibi, lale zamanı… İnsanı bütün yönleriyle saran, maddi ve manevi bütün mevcudiyetinin içinde aktığı mekân olarak zaman... Milletimizin hayatında büyük yeri olan, bir devire isim olacak kadar tesirli olan güzele, kuşatıcılığına denk bir kelime yaraşır. Sadece telaffuzu çok güzel olduğu için bile söylenebilir; Lale Zamanı.
Lale soğanını, eski yurtlarımızdan yanımızda getirdik. Onu burada o kadar çok işledik ki yüzlerce çeşide ulaştık, hepsini ayrı ayrı isimlendirdik. Sadece bahçelerimizde değil, lale motifini şiirden mezar taşlarına, savaş miğferlerinden cami çinilerine kadar hayatımızın her alanında çokça kullandık. Onu o kadar çok sevdik ve ona o kadar çok mânâ yükledik ki kurmuş ve yaşatmış olduğumuz medeniyete Lale Medeniyeti dahi denilebilir.
Bilindiği üzere, gül, Peygamber Efendimizi, lale de Allah’u Teâlâ’yı sembolize eder. Lalenin ve Allah lafzının ebced değeri aynı olduğu gibi, lale, tek tohumdan yalnızca bir dal üzerinde bir tek çiçek vermesiyle de Allah’ın birliğini temsil eder. Geleneğimiz bu konuyu hep böyle görmüş, laleye ve lale yetiştiriciliğe büyük önem vermiştir. Dîvanlar dolusu şiirlere konu olmuş ve yetiştirme usulleri ile ilgili çok sayıda kitap yazılmıştır. Eskiler bâzen birbirlerinin tevellüdünü öğrenmek için “kaç bahar gördün” diye sorarmış. Baharda görülüp bir yıla denk sayılan harikalardan biri yine lale olmalı. Çok sonraları lale Avrupa’ya taşınmış, Avrupalılar da laleye meftun olmuştur. Lale yetiştiriciliğinin, sosyal ve ekonomik yansımalarının orada da çok çabuk görüldüğünü, hatta bir dönem “lale çılgınlığı” olarak isimlendirilen lale yarışının yaşandığını biliyoruz. Şimdilerde bizim için konunun en popüler tarafı, Hollanda’nın lale ihracatından kazandığı para ve lalenin bütün estetik ve kültürel mirasının üzerine konuyor oluşu.
Her bahar, sağ olsun, lalenin özdeşleştiği şehir olan İstanbul’un Büyükşehir Belediyesi, İstanbul’un tarihî korularını, bahçelerini, yol kenarlarını lalelerle süslüyor. Önceki yönetim daha fazla sayıda ve çeşitte lale dikerdi. Azalmış olsa da bu sene de İstanbul’un meşhur yerleri renk renk lalelerle donatıldı. Yaşanılan türlü buhranın içerisinde, bu lale zamanında da İstanbul halkının gidip laleleri temaşa ettiği, bir nebze ferahladığı yerler arasında Gülhane Parkı ve Emirgân Korusu da vardı. Ramazan Bayramı’na denk gelen Lale Zamanı çifte mutluluk yaşatmıştı. Ancak bayram tatili sırasında, anılan bahçelerden gelen görüntüler, ülkemize dair hüznümüzü artırdı. Ziyaretçiler, arıklardaki laleleri çiğnemişler, koparmışlar, lalelerin pek çoğunu ezerek mahvetmişler.
İstanbul’da çok uzun süredir yaşamıyorum. Öyle çok da “bahar görmedim”. Baharı, mecazî anlamda da pek görmediğimiz gibi, ilk anlamıyla da İstanbul’da ancak birkaç baharı izleyebildim. Geçirdiğim yıllar içerisinde lalelerin koparıldığına, çiğnendiğine hiç şahit olmadım, işitmedim bile. İnsanımız, her şeye rağmen, lalelere kutsal bir nesneye bakar gibi bakar, laleleri izlerken veya fotoğraf çektirirken gerekli özeni gösterirdi.
Gülhane’den ve Emirgân’dan gelen görüntülerde, lalelerimize türlü eziyetleri yapanların çoğunlukla sığınmacı ya da yasa dışı göçmenler olduğu kolay anlaşılıyor. Ne yazık ki lalelerin çiğnenmesi, hudutlarımızın çiğnenmesine benziyor. Lalelerimizi çiğneyenler muhtemelen birkaç ay önce sınırlarımızı çiğneyerek içeriye girenlerdi. Hudutlarımızı çiğneyenlerin lalelerimize saygı göstermesini bekleyemezdik. Aynı şekilde vatanımızın sınırlarını koruyamayanların da lalelerimizi koruması beklenemezdi. Elbette, sonuç beklenileceği gibi oldu ve üzerine bir medeniyeti kondurduğumuz, dünyayı ve Tanrıyı algılama biçimimizin en belirgin simgelerinden olan laleyi çiğnettik. Lale, hâlâ dünyada yapacağımız işleri bize öğütleyen, sorumluluklarımızı hatırlatan ve girişeceğimiz işlerde bize takat veren ilahi bir kuvvet kaynağıydı. Lale, bize kim olduğumuzu hatırlatan, eski rüyamızı bir gün yeniden görebileceğimizin en zarif delillerindendi. Ezilen laleler, çiğnenen hudutlarımızın, üzerine basılan kimliğimizin, hülasa bizi biz yapan değerlerin yıkılan son abidesiydi.
Lalelere zarar verenlerin hepsi yabancı değildi. Türkler de laleleri ezdi, kopardı. Fert yaşamında bağlamını yitiren, güdüleyiciliği azalan değerlerimize ve zayıflayan ortak yaşama kültürüne ilave olarak, son yıllarda yaşanılan krizler ve idare beceriksizlikleri, kamu alanlarında özensizliği teşvik etti. Ortak alanlarımız “dokunulabilir” oldu. Çok meşhur “kırık cam etkisi”nde olduğu gibi; delik deşik olan sınırlar, yağmalanan orman alanları, bâzılarına işlemeyen hukuk, torpil ve akraba kayırmacılığı, ortak alanlarımızı tahrip edilebilir kıldı. Ortalama vatandaşta meydana gelen buna benzer kırılmaların varacağı yer bizi endişelendiriyor.
Takvim ilerliyor, lalelerimiz eziliyor, ufukta ışık görünmüyor. Hâlimizi en doğru şekilde özetlediğine inandığım bir türkü var. Kayıtlarda yöresi Sivas/Şarkışla olarak görünen Ercişli Emrah’ın türküsü şu şekilde:
Çığrışır bülbüller gelmiyor bağban
Hoyrat dost bağından gül aldı gitti
Yüz bin mihnet ile bir bağ bitirdim
Ben yari bezettim el aldı gitti
Yüz bin mihnet ile bir bağ bitirdim
Ben yari bezettim el aldı gitti
Yüz bin mihnet çektim bir daha gerek
Hayli ömür ister bir daha gerek
Yari elden aldı o kahpe felek
Aktı gözüm yaşı sel oldu gitti
Yari elden aldı aldı o kanlı felek
Aktı gözüm yaşı sel oldu gitti
Nazlı yardan kem haberler geliyor
Dostlarım ağlıyor düşman gülüyor
Dediler ki Sefil Emrah ölüyor
Kimi kazma kürek bel aldı gitti
Dediler ki Sefil Sefil Emrah ölüyor
Kimi kazma kürek bel aldı gitti