Mehmet Hayati ÖZKAYA, 1959’da Van’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Adana’da, yükseköğrenimini Eskişehir’de tamamladı. 1982 yılından itibaren çeşitli liselerde edebiyat öğretmeni ve idareci olarak çalıştı. 1993-1995 yıllarında İtalya’nın Trieste şehrinde Yabancı Diller Enstitüsü’nde Türkçe okutmanlığı yaptı. Evli ve iki çocuk babası olan Özkaya’nın Kıssa-i Aşk, P.K 546- İdealist Bir Neslin Hikâyesi- ve Ateşi Yeniden Yakmak adlı kitapları vardır.
İletişim:m.h.ozkaya@hotmail.com
Geçen hafta yayımlanan Hangi Gündem başlıklı yazımızın girişi şöyleydi:
“Ülkemizde gündem o kadar hızlı değişiyor ki artık takip etmek mümkün değil”
Gerçekten de öyle… Bu gündem dediğimiz şey, her ne ise artık iyiden iyiye bizimle dalga geçiyor. Baksanıza, mitolojik bir varlık gibi memleketimizin ufkunda önce bir görünüyor, sonra hemen kayboluyor ya da ışık hızıyla bir anda başka bir renk, başka bir şekil alıp yeniden karşımıza çıkıyor. Haftanın günleri gibi takvim yapraklarını bi çabucak değiştiriyor mübarek!
İşte o zaman aramızda şöyle konuşmalar geçiyor:
-Aaa… Bu pazartesinin gündem konusu değil miydi?
-Hayır salının. Ya siz hâlâ orada mısınız?
-Adam cumayı konuşuyor.
-Hayırlı cumalar mı demek istediniz?
-Yoo… Onu hep söylüyoruz zaten! Biz gündemin vasiyetini konuşuyoruz gündemin…
-Hangisini?
-Bilmem ki…
-Anladım siz bir bankanın reklamını yapıyorsunuz.
Oh ne güzel, bir hafta daha bitti. Haftaya buluşmak üzere…
Evet, durum böyle, gündemi takip etmekten yorulan sizleri ve bizleri biraz dinlendirmek için bu haftaki yazımda gündem dışı bir konuyu gündeme getirmek istiyorum. Gerçi bilindik bir hikâyeyi anlatmış olacağım ama olsun, özellikle anlatmak istiyorum.
Hikâye şöyle:
1877’den 1892’ye kadar Kraliyet Donanması’nda görev yapan ve 1910 ‘da Kral olan V. George’a (Beşinci Çorc) İngiliz Başbakanı sorar:
“Haşmetmeap, ikisinden birini tercih etmek zorunda kalsanız, İngiliz İmparatorluğunu mu tercih edersiniz, yoksa İngiliz donanmasını mı?”
Kral düşünür ve şu cevabı verir:
“İmparatorluktan vazgeçer İngiliz donanmasını tercih ederim. Çünkü İngiliz donanması yeni bir imparatorluk kurabilir.”
Başbakan ikinci sorusunu sorar:
“İngiliz donanması ile İngiltere arasında bir tercih yapmak zorunda kalırsanız ne yaparsınız? Yani İngiliz anavatanını mı tercih edersiniz yoksa İngiliz donanmasını mı?”
“Tabiî ki İngiliz anavatanını tercih ederim,” der ve devam eder Kral:
“Çünkü İngiliz anavatanı yeni bir İngiliz donanması inşa edebilir.”
“Pekâlâ!” der Başbakan ve son sorusunu yöneltir:
“Ya İngiliz anavatanı ile Shakespeare (Şekspir) arasında bir tercih yapmak mecburiyetinde kalırsanız?”
Başbakan daha sözünü bitirmeden Kral yerinden kalkar ve der ki:
“Şekspir’i tercih ederim, çünkü Şekspir yaşadıkça, İngiltere de İngiliz donanması ve İngiliz İmparatorluğu da yeniden kurulabilir.”
Evet, Başbakan ile Kral arasındaki sohbet işte böyle biter.
Nasıl, son soruya verilen cevabı beğendiniz mi? Hepinizin “evet” dediğini duyar gibiyim. Çünkü hepimiz Kral gibi düşünüyoruz…
Çünkü hepimiz biliyoruz ki bir memleketin sadece günlerini, aylarını, yıllarını değil yüz yıllarını ilgilendiren gerçek gündem budur.
Çünkü yine hepimiz biliyoruz ki sanatçılar eserleriyle dilimizi, kültürümüzü yaşatır ve aynı zaman da nesiller arasında bir köprü vazifesi görürler. Dünü bugüne, bugünü yarına taşıyacak olan onlardır.
Çünkü yine hepimiz biliyoruz ki milletler geçmişlerini tanımaz, anlamaz ve bilemezlerse bugünü doğru yaşayamadıkları gibi yarına da iyi hazırlanamazlar.
O halde kıssadan hisse diyerek bir şey hatırlatmak istiyorum:
Büyük yazarımız Ömer Seyfettin’i doğumunun 136., ölümünün 100. yıl dönümünde (11 Mart 1884- 6 Mart 1920) yâd ettik. Türk diline ve Türk hikâyeciliğine yaptığı katkıları hatırlayarak “Genç Kalemler”in Türkçe sevdalısı bu değerli yazarımızı, bu ay ve bu yıl içerisinde, yurdumuzun her köşesinde, Türk gençliğine yeniden tanıtmak, anlatmak ve eserlerini okutmak mecburiyetindeyiz. Çünkü bu bizim gerçek gündemimiz ve millî bir görevimizdir.
O hâlde, hadi bakalım, hiç vakit kaybetmeden Ömer Seyfettin’i yeniden okuyalım meselâ, “Pembe İncili Kaftan’a, Forsa’ya, Pirimo Türk Çocuğu’na, Kızılelma’ya koşalım! Kızılelma’ya…”