1991 yılında Eskişehir’de dünyaya gelmiştir. İlköğretim, lise ve üniversite öğrenimini bu şehirde tamamlamıştır. Türkiye’nin önemli düşünce kuruluşlarında uzun dönem stajyer olarak bulunmuş, çeşitli proje çalışmalarına dâhil olmuştur. 2013 yılında farklı üniversitelerde öğrenim gören öğrencilerle birlikte Akademik Araştırma Enstitüsünü kurmuş ve başkanlığını üstlenmiştir. Eskişehir Yenigün gazetesinde 3 yıl boyunca düzenli olarak köşe yazarlığı yapmıştır. Yazılarının genel muhtevası ihtisas alanı olan dış politika üzerine olmakla birlikte, Türk Dünyasındaki mühim gelişmelere ve Türk tefekkür hayatına dair görüşlerine de bu köşede yer vermiştir. Türk Dünyasının ihtiyaç duyduğu yetişmiş insan kaynağını sağlamak üzere kurulan Avrasya Eğitim Merkezinin temsilciliğini üstlenmiştir. Yurtiçi ve yurtdışında pek çok kongre ve sempozyumlara katılmış olan Kepenek’in ulusal basında ve muhtelif dergilerde yayınlanmış çok sayıda yazısı mevcuttur. Akademik çalışmalarına başkanı olduğu Enstitü bünyesinde devam etmektedir.
İletişim: osmankepenek26@gmail.com
Devlet sisteminin bir ilmi araştırma konusu olarak ele alınması, 300’lü yıllarda 150 den fazla devletin, (günün şartları itibariyle devlet olarak kabul edilen yapılar) anayasaları üzerine mukayeseli analizler yapan Aristo ile başlatılabilir. Aristo’dan bu yana devlet kavramı pek çok kez bütün dünyada tartışma konusu olmuş, insanoğlu hep daha iyi ve en ideal olanı ortaya koymak için ciddi bir arayış içerisine girmiştir. Bu süreçte, dünya üzerindeki bağımsız devletlerin sayıları her geçen gün artmış, milletler kendi benliklerine ait olduğunu düşündükleri devlet sistemlerini çoğu zaman ağır bedeller ödemek suretiyle tesis etmişlerdir. Bilhassa II. Dünya Savaşı sonrasında bağımsızlıklarını kazanan genç devletlerin ardından, Sovyetlerin de çökmesi neticesinde BM üye sayısında ciddi bir artış söz konusu olmuş ve BM çatısı altında bugün itibariyle 193 bağımsız devlet teşekkül etmiştir.
Türk milletinin devlet ile olan bağı ise diğer milletlere nazaran çok daha derin bir mana ve ruh ihtiva etmektedir. Bilindiği gibi bizim için devlet en mukaddes değerlerin başında gelir, asla sona ermez, ömür biçilemez, ebedidir. Milletimizin kutlu ülkülerinin dünya üzerindeki varlığı iktisadi, askeri ve kültürel manada güçlü olan devletleri tesis etmemizle mümkün olmuştur. Türklerin pek çok devlet kurması bazı tarihçilerce devlet geleneğinden yoksun olmaları şeklinde değerlendirilse de Mete Han’dan bu yana kurulan Türk devletleri incelendiğinde Türk devlet geleneğinin derin izleri en net şekilde karşımıza çıkacaktır. Bu konuda merhum Nihal Atsız Bey şöyle demektedir: “Türkiye Cumhuriyeti gökten zembille inmemiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun devamıdır. Osmanlı İmparatorluğu, İlhanlı Devleti’nin uç beyliğinden doğmuştur; demek ki onun devamıdır, İlhanlı Devleti Anadolu’daki Selçuklu devletinin devamıdır. Anadolu’daki Selçuklu Devleti ile Batı Türkistan ve İran’daki Harzemşahlar Devleti Büyük Selçuklu Devleti’nin devamıdır… Bu devamlar kesintisiz, aralıksız bir tarihin kadrosudur. Yani biz, biri yıkılıp biri kurulan ayrı ayrı devletlerin değil, bir bütün halinde sürüp gelen bir devletin milletiyiz.”
Türklerin kurmuş olduğu devletleri iki başlık altında tasnif etmek en doğru olanıdır. Türkler, tarih boyunca anayurt olarak isimlendirdiğimiz Asya’da (iç Asya) ve Asya’nın dışında isimleri zaman zaman değişen kesintisiz bir devlet anlayışı ile varlıklarını bugüne kadar sürdürmüşler ve tarihin hiçbir döneminde (çok kısa süreler haricinde) devletsiz kalmamışlardır. Devleti idare eden hükümdarın ya da ailenin değişmesi yahut yönetim şeklinin bir başka yapıya evirilmesi devletin devamlılığı esasından bir şey kaybettirmemiştir. Türkler kurdukları devletin yönetim şeklinden bağımsız olmak üzere her devirde cihanşümul bir devlet anlayışını hâkim kılmayı başarmışlardır. Hem İslamiyet öncesi hem de İslamiyet sonrasında Türk devlet yapısı temel esasları itibarıyla aynı kalmıştır. Türkler, toplumsal hayatlarına İslamiyet’le birlikte giren kaideleri ve dini inançlarıyla örtüşen eski geleneklerini ve telakkilerini harmanlamışlardır. Bu manada bakıldığında Türklerin İslam öncesinde sahip oldukları değerlerle, İslamiyet’in temel kaideleri hiçbir zaman karşı karşıya gelmemiş, bir başka ifade ile din ve devlet çatışması söz konusu olmamıştır. Bu noktada, Türk tarihi tam bir bütünlük içerisinde ele alınmalı, milletimiz yararına haklı ve yapıcı eleştiriler varsa dile getirilmeli, değilse sukut edilmelidir.
Binlerce yıllık Türk tarihini, Türk devlet felsefesini ve çağın gerekliliklerini son derece muazzam bir şekilde analiz eden Gazi Mustafa Kemal’de kurucusu olduğu devleti ilk Türk devletlerinden bu yana devam ede gelen gelenek üzere bina etmiştir. Gazi paşanın liderliğinde verilen Milli Mücadele, dünya üzerinde yaşayan ve bağımsızlık ülküsü güden bütün milletler için bir kutup yıldızı olmuştur. Selçukludan mirası devir alarak medeniyetimizi inkişafa kavuşturan Osmanlı ve Osmanlı’nın manevi mirasçı olan Türkiye Cumhuriyeti de aynı topraklar üzerinde varlık gösteren tek devletten ibarettir. Türk Kara Kuvvetleri’nin kuruluş tarihinin büyük Hun hükümdarı Mete Han’ın tahta çıkışı olan M.Ö 209 yılı olarak kabul edilmesi de, Türk devlet geleneğinin devamlılığının en açık göstergelerinden biridir.
Tarih sahnesinde varlık gösteren Türk devletleri pek çok badireler atlatmış, iç ve dış düşmanların saldırılarına maruz kalmışlardır. Ancak aklı başında hiçbir devlet adamı idareciliğini yaptığı devleti küçük düşürücü, alaya alıcı ifadeler kullanmamıştır. Ne yazık ki geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan Afrin harekâtının meşruluğunu ve devletimizin gücünü ifade ederken çok talihsiz açıklamalarda bulunmuş ve özetle şu sözleri sarf etmiştir: “Karşınızda ne Osmanlı’nın hasta adamı ne Cumhuriyet’in çömez devleti ne 1970’lerin 1990’ların güçsüz ülkesi var. Her şeyden önce ‘hasta adam’ yakıştırması devletimizin topraklarında ve milletimizin istikbalinde gözü olanlarca devletimize edilmiş bir hakarettir, milletimizin hiçbir ferdi bu hakareti kabul etmemiştir. Bu hakaretin cevabı Milli Mücadele ile net bir şekilde verilmiştir. ‘Çömez Cumhuriyet’ yokluk içerisinde verilen bir mücadelenin ardından Türkün irfanının ve azminin neticesinde kurulmuş, yedi düvele meydan okuyarak bugünlere gelmiş bir devlettir. 1970’lerde ve 1990’larda yaşanılanlar kendi dönemi içerisinde değerlendirilmesi gereken hadiselerdir. Sizin vazifeniz en üst makamında bulunduğunuz devletimizi en iyi şekilde temsil etmek ve tarihi akışı içerisinde süregelen devlet geleneğimizi muhafaza etmektir. Devletimizin şahsı manevisine saldıranlar karşısında canla başla mücadele etmek yerine, onların değirmenine su taşır hale gelmenin izahı, mantığı ve manası yoktur.