Osman Kepenek

Tüm yazıları
...

KIBRIS VE 50. YILINDA MUTLU BARIŞ HAREKÂTI

1991 yılında Eskişehir’de dünyaya gelmiştir. İlköğretim, lise ve üniversite öğrenimini bu şehirde tamamlamıştır. Türkiye’nin önemli düşünce kuruluşlarında uzun dönem stajyer olarak bulunmuş, çeşitli proje çalışmalarına dâhil olmuştur. 2013 yılında farklı üniversitelerde öğrenim gören öğrencilerle birlikte Akademik Araştırma Enstitüsünü kurmuş ve başkanlığını üstlenmiştir. Eskişehir Yenigün gazetesinde 3 yıl boyunca düzenli olarak köşe yazarlığı yapmıştır. Yazılarının genel muhtevası ihtisas alanı olan dış politika üzerine olmakla birlikte, Türk Dünyasındaki mühim gelişmelere ve Türk tefekkür hayatına dair görüşlerine de bu köşede yer vermiştir. Türk Dünyasının ihtiyaç duyduğu yetişmiş insan kaynağını sağlamak üzere kurulan Avrasya Eğitim Merkezinin temsilciliğini üstlenmiştir. Yurtiçi ve yurtdışında pek çok kongre ve sempozyumlara katılmış olan Kepenek’in ulusal basında ve muhtelif dergilerde yayınlanmış çok sayıda yazısı mevcuttur. Akademik çalışmalarına başkanı olduğu Enstitü bünyesinde devam etmektedir.

İletişim: osmankepenek26@gmail.com

Osman Kepenek

Türk tarihinde sembolik rakamlar mühimdir. Bu sembolik rakamlar büyük zaferlerin yıl dönümü olduğunda ise milletçe daha büyük bir heyecanla kutlanılır. 20 Temmuz 2024 tarihi de Kıbrıs Barış Harekâtının 50. yıl dönümü olması sebebiyle büyük öneme sahiptir. Bu tarihi zaferin 50. yılında Kıbrıs Türklüğü, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), KKTC’nin uluslararası arenada tanınırlık kazanması gibi konuların yeniden gündeme gelmesi ve çözüm önerilerinin tartışılması gerekir. 2024 yılı aynı zamanda Kıbrıs Türklüğünün efsanevi lideri Rauf Denktaş Bey’in de 100. doğum yılı olduğu için yılın ilk altı ayında pek çok program tertip edilmiştir. Bu programlardan birisi ve belki ilki de Akademik Araştırma Enstitüsü tarafından İstanbul Üniversitesinin ev sahipliğinde gazeteci, diplomat ve akademisyenlerden oluşan geniş bir heyetle icra edilmiştir. Harekâtın 50. yılını konu alan bilgi şöleni ve konferanslar başta üniversitelerimiz olmak üzere belediye, dernek-vakıf ve düşünce kuruluşlarımızın ev sahipliğinde devam etmektedir. Bu programların önümüzdeki eğitim öğretim döneminde de devam ettirilmesi ve yıl boyunca Kıbrıs’ın gündemimizde kalması gerekmektedir. Yurt sathında yapılan programlar önemli olmakla birlikte yurt dışındaki bütün temsilciliklerimizde de konunun bütün detaylarıyla ele alınması hayati önem taşımaktadır. Zira bildiğiniz üzere Türkiye’nin Kıbrıs adasındaki varlığı uluslararası hukuk tarafından kabul edilmemiş; Kıbrıs Türk’ünü mezalimden kurtarmak ve adaya barış getirmekten başka derdi olmayan Türk askeri “işgalci” olarak gösterilmiştir. Yunan ve Rum basınında ve tarih anlatısında 20 Temmuz “Kıbrıs Türk İstilası” olarak tanımlanmaktadır. Birleşmiş Miletler (BM) ise 1963 yılından Türk askerinin adaya ayak bastığı 1974 yılına kadar adada yaşanan soykırımı görmezden gelerek bu sözde işgal ifadesini onaylamıştır. 10 yıldan uzun süren terör döneminde Türk-Rum ortaklığı üzerine kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinden bahsetmek hukuken ve fiilen mümkün değildir. Çünkü devletin asli unsurundan biri olan Türkler, kasıtlı bir şekilde devletin yönetim kademelerinin dışına atılmış, sözde devlet başkanlığı sıfatını üzerinde bulunduran başpiskopos ise Türkleri yok etmek için ayinler düzenleyerek toplu yeminler ettirmiştir. Bu dönemde Rum teröründen canını kurtarabilen Türkler, adanın sadece %2’lik bir kısmına hapsedilmiş ve her türlü insani yardım malzemesinden mahrum bırakılmak suretiyle ölüme terk edilerek mağaralarda yaşamak zorunda bırakılmıştır. Bütün bu tabloya seyirci kalan BM ise, Türkiye’nin Londra ve Zürih Anlaşmalarına yani uluslararası hukuka dayanarak almış olduğu harekât kararını taraflı bir şekilde işgal olarak niteleme gafletine düşmüştür. Üstelik aradan geçen yarım asırdır BM bu hatasından dönmemiştir. Tam da bu sebeple Türkiye, yurtdışında özellikle Rum lobisinin etkili olduğu ülkelerde o ülkelerin kamuoylarını etkilemek üzere çeşitli etkinlikler tertip etmeli, Kıbrıs’ta neden var olduğumuzu net bir şekilde tekrar tekrar anlatmalıdır.

Türkiye’nin Kıbrıs adasına yaptığı bu askeri çıkartma kara, deniz ve hava kuvvetlerinin müşterek planlaması ve uygulaması ile gerçekleşmiştir. Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi karmaşa hali, dünya siyasetinin durumu ve Türk ordusunun birtakım imkânsızlıkları sebebiyle bir hayli geç kalınan bu askerî harekât sayesinde artık dayanacak gücü kalmayan ve yok edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalan Kıbrıs Türkü yeniden insanca bir yaşama kavuşma imkânına sahip olmuştur. Kıbrıs Türk’ü Türk askerinin adaya çıkartma yapmasını gözyaşları içinde büyük bir mutlulukla kutlamıştır. Merhum Denktaş o tarihi günü anlatırken çocuklar gibi sevindiklerini ve birbirlerine sarılarak “kurtulduk” dediklerini anlatmaktadır. Türk askerini adada karşılayan ve Rum EOKA terörü karşısında üstünlük kazanmasını sağlayan temel unsur ise Kıbrıs Türklerinin Kuvâ-yi Milliyesi olarak da tanımlayabileceğimiz Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) olmuştur. TMT, Rum EOKA terörü karşısında Kıbrıs Türklerinin hayatlarını muhafaza etmek amacıyla kurulan ve daha sonraları idaresi Türkiye tarafından üstlenilen bir yer altı yapılanması olarak faaliyet göstermiştir. TMT’nin varlığı ve bu tarihi mücadelesi harekâtın 50. yılına atfen kapsamlı bir kitap çalışması olarak kısa bir süre önce okuyucu ile buluşmuştur. Doç. Dr. Sibel Akgün tarafından “Kıbrıs’ta Türk Varlığının Koruyucusu: Türk Mukavemet Teşkilatı” adıyla kaleme alınan bu eser sadece TMT’nin mücadelesini değil; Kıbrıs Türk’ünün bu felaket yıllarını da anlatmakta ve tarihe ışık tutmaktadır. Tarihe ışık tutmasını ümit ettiğimiz bir diğer çalışma 20 Temmuz akşamı seyirci ile buluşacak olan “Kuzeydeki Bayrak Kıbrıs” belgeselidir. TRT’nin hazırlamış olduğu bu belgeselde Kıbrıs davasını anlatmak üzere 2021 yılında hazırladığı “Bir Zamanlar Kıbrıs” dizisinde yaptığı hataları tekrar etmemesi temennimizdir.

Hali Hazırda Kıbrıs Politikamız

Türkiye’nin Kıbrıs politikası yıllar içinde pek çok savrulma yaşamış ancak nihayetinde olması gereken noktaya er ya da geç varmıştır. Kıbrıs davasının sahibi siyasi iktidarlar, Türkiye’deki Kıbrıs Türkleri ya da adada bulunan Türkiye Türkleri değil; Türk milletinin tamamıdır. Bu durum Kıbrıs meselesi diye bir konunun Türkiye’nin gündemine girmeye başladığı 1950’li yıllardan bu tarafa defalarca tescillenmiştir. Son olarak AK Parti iktidarının ilk yıllarında Avrupa Birliği (AB) hülyaları ve Batıcılık söylemlerine kurban edilmek istenen Kıbrıs, bugün itibariyle yine aynı iktidarın en önemli ve en öncelikli dış politika başlıklarından biri haline gelmiştir. Geçmişin acı hatırası ile birlikte bugün gelinen nokta memnuniyet vericidir. Hali hazırda izlenen Kıbrıs politikasına bakıldığında kurucu Cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş’ın o gün itibariyle hayatını ortaya koyarak neredeyse tek başına savunduğu ilkelerin aynısı olduğu görülecektir. Bu manada Annan Planı döneminde ana vatan Türkiye hükümeti tarafından siyasi itibar suikastına uğrayan ve istenmeyen adam ilan edilen Denktaş, tarih ve millet önünde haklılığını ispatlamıştır. Bundan 20 yıl evvel yapılan itibar suikastı bugün geldiğimiz noktada boşa çıkmış ve Denktaş Bey’in sadece Kıbrıs’ı değil Türkiye’yi de düşünen ve buna göre hareket eden feraset sahibi büyük bir lider olduğu yeniden tescillenmiştir.

Harekâtın 50. yıldönümü vesilesiyle bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere kabine üyeleri ile devlet erkanı ve siyasi parti genel başkanları KKTC’de hazır bulunmaktadır. Erdoğan, kutlama programında yaptığı konuşmada iktidarı ve muhalefeti ile bir bütün olarak bugün burada olmamız Türkiye ve Türk milleti olarak Kıbrıs’a verdiğimiz önemin göstergesidir diye konuşarak hükümetinin Kıbrıs politikasının bir devlet politikası olduğunu ilan etmiştir. Yapılan görkemli kutlama programı, Türkiye’nin geniş bir katılımla adada bulunması ve KKTC’den dünyaya verilen mesajlar elbette önemlidir. Ancak, gelinen nokta itibariyle söylenen sözlerin icraat ile taçlanma zamanı gelmiştir. Kıbrıs Türk halkı devletlerinin tanınmasını ve adada eşit siyasi egemenlik hakkına kavuşmayı beklemektedir. Bu bekleyiş KKTC’nin Türkiye haricindeki Türk devletleri ile de ilişki kurması ve Türk Devletleri Teşkilatına (TDT) Gözlemci Ülke olarak kabul edilmesi sonrasında daha da artmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a geçtiğimiz günlerde yöneltilen bir soruda KKTC’nin diğer Türk devletleri tarafından tanınma ihtimalinin ne durumda olduğu sorulmuş, Erdoğan ise Türk devletleri arasında Azerbaycan ile çok sıkı ilişkilerimiz var demekle yetinmiştir. Türkiye’ye göre KKTC Türk dünyasının ayrılmaz bir parçası olsa da geçtiğimiz yılın Kasım ayında Kazakistan’da gerçekleştirilen TDT Liderler Zirvesine KKTC’nin neden katılmadığı konusunda TDT Genel Sekreterliğinden ya da üye herhangi bir devletten bir açıklama yapılmamıştır.

Erdoğan’ın özellikle Azerbaycan’a vurgu yapması Bakü’nün bu konuda bir hazırlık yaptığı şeklinde yorumlansa da bu ifade sadece kendisinin şahsi temennisi de olabilir. Daha önceki yıllarda Azerbaycan’ın KKTC’yi tanıyamama sebebi olarak işgal altındaki Karabağ ve oradaki özel durum karşımıza çıkarılırken bugün topraklarını işgalden kurtarmış güçlü bir Azerbaycan’dan daha fazlası beklenmektedir. Türk devletlerinin KKTC’yi tanıması konusu gündeme geldiğinde diğerlerinin adının dahi anılmaması ve gözlerin sadece Azerbaycan’a dönmesi de ayrıca ele alınması gereken bir çelişki durumudur. TDT, geçtiğimiz yılki zirvenin ana temasını “Türk Time” olarak belirlemişti. Türkçeye Türk Zamanı veya Türk Çağı olarak çevirdiğimiz bu iddialı ifade KKTC Türk Devletleri tarafından tanınmadıkça eksik kalacak ve maalesef kelimenin ruhundaki ihtiva Türk dünyasını kuşatamayacaktır. Bir kez daha ifade edelim ki Kıbrıs Türk halkı ve bu davanın sahibi olan Türk milleti için Kıbrıs’a dair verilecek müjde yeni Cumhurbaşkanlığı sarayı ve Millet Bahçesi değil; tanınma ve eşit siyasi egemenlik hakkıdır.