Osman Kepenek

Tüm yazıları
...

Davos’tan Kudüs’e İsrail politikamız

1991 yılında Eskişehir’de dünyaya gelmiştir. İlköğretim, lise ve üniversite öğrenimini bu şehirde tamamlamıştır. Türkiye’nin önemli düşünce kuruluşlarında uzun dönem stajyer olarak bulunmuş, çeşitli proje çalışmalarına dâhil olmuştur. 2013 yılında farklı üniversitelerde öğrenim gören öğrencilerle birlikte Akademik Araştırma Enstitüsünü kurmuş ve başkanlığını üstlenmiştir. Eskişehir Yenigün gazetesinde 3 yıl boyunca düzenli olarak köşe yazarlığı yapmıştır. Yazılarının genel muhtevası ihtisas alanı olan dış politika üzerine olmakla birlikte, Türk Dünyasındaki mühim gelişmelere ve Türk tefekkür hayatına dair görüşlerine de bu köşede yer vermiştir. Türk Dünyasının ihtiyaç duyduğu yetişmiş insan kaynağını sağlamak üzere kurulan Avrasya Eğitim Merkezinin temsilciliğini üstlenmiştir. Yurtiçi ve yurtdışında pek çok kongre ve sempozyumlara katılmış olan Kepenek’in ulusal basında ve muhtelif dergilerde yayınlanmış çok sayıda yazısı mevcuttur. Akademik çalışmalarına başkanı olduğu Enstitü bünyesinde devam etmektedir.

İletişim: osmankepenek26@gmail.com

Osman Kepenek

20. yüzyıldan bugüne miras kalan uluslararası meselelerin başında Filistin topraklarının işgali ve bölgede yaşanılanlar gelmektedir. İsrail’in bölgede bağımsız bir devlet olarak tanınmasının ardından, Filistin topraklarındaki işgal ‘bir devlet terörü’ halini almıştır. İsrail’in kurulmasının üzerinden geçen 70 senede, işgal edilen topraklar her geçen gün genişlemiş, insan hakları ihlalleri bütün dünyanın gözü önünde gerçekleşmiş ve İsrail neredeyse hiçbir uluslararası anlaşmaya uymamasına rağmen uluslararası arenadaki varlığından ve etkinliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Orta Doğu’daki bütün Müslüman ülkelerin müdahil olduğu Arap-İsrail savaşlarında, İsrail’in askeri güç bakımından ne derece güçlü olduğu ortaya çıkmış, bu savaşlar neticesinde İsrail çeşitli kazanımlar elde etmiştir. Bütün dünyanın evrensel bir değer olarak önem atfettiği ve herhangi bir sebeple, herhangi bir etnik ya da dini gruba ait olması kabul edilmeyen Kudüs ise yarım asrı geçkin zamandır İsrail’in taciz, tehdit ve işgali altındadır. İlk kıblegahımız olan Mescid-i Aksa’nın da Kudüs topraklarında bulunması sebebiyle Müslümanlar için kutsal bir belde olma hüviyetini ebediyen üzerinde taşıyacaktır. Ancak, ne yazıktır ki, Türkiye’de dâhil olmak üzere hiçbir Müslüman ülke Kudüs’ün mahremiyetine el uzatan İsrail’e karşı somut bir yaptırım ortaya koyamamış, cılız sesler haricinde bir karşı duruş gösterememiş ve Kudüs’ün bahtını güldürmeye muktedir olamamıştır.

Türk dış politikasında her zaman masada olan ve olağan bir halde sürekli manada gündemimizde bulunan Filistin meselesi için, ne yazık ki bu güne kadar hükümetlerimiz kalıcı bir eylem planı ortaya koymaktan aciz kalmışlardır. Orta Doğu’da baş döndürücü hadiselerin yaşandığı son 15 yıldır ise Türkiye aynı siyasi parti ve o siyasi partinin kadrolarınca kurulan hükümetler tarafından yönetilmektedir. Ne yazıktır ki bu hükümetler dahi İsrail konusunda çelişkili ve muammalı davranmışlar ve haklı olarak ortaya konulan sorulara bugün dahi cevap verememişlerdir. Hatırlanacağı üzere, ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ün statüsü hakkında almış olduğu malum karar sonrasında İslam İşbirliği Teşkilatını (İİT) acil olarak olağanüstü gündemle toplantıya çağıran Türkiye olmuştur. Türkiye, bu çıkışı ve çabasıyla dünyada hiçbir İslam ülkesinin üzerine almadığı bir inisiyatifi üstlenmiştir. Birçok Müslüman ülke Türkiye’nin bu çıkışı sebebiyle toplantıya katılıp, göstermelik kınama mesajları yayınlasalar da, bazı ülkelerin de toplantıya hiç gelmedikleri ya da devlet başkanı düzeyinde katılmaları gerekirken çok daha alt düzeylerde temsil edildiklerine bütün dünya şahit olmuştur. Bu acziyet tablosu İslam dünyasının içine düştüğü hali özetler niteliktedir. Netice itibariyle, ABD büyükelçilik binasını Kudüs’e taşıyıp kararından dönmemiştir ve İsrail 70 yıldır yapmış olduğu zulümlere her geçen gün bir yenisini daha eklemeye devam etmektedir. AKP hükümetleri ise İsrail’le olan ikili ilişkilerimizin bitme noktasına geldiği dönemlerde bile aldığı stratejik kararlarla hafızalarımızda ki soru işaretlerini muhafaza etmektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 29 Ocak 2009 tarihinde İsviçre’nin Davos kasabasında gerçekleşen Dünya Ekonomik Forumu’nun “Gazze: Orta Doğu’da Barış” başlıklı oturumunda İsrail Devlet Başkanı Ariel Şaron’a ithafen söylediği sözler ve söz isterken yüksek sesle yaptığı  ‘One Minute’ çıkışı, Türkiye’de ve dünyada büyük bir etki uyandırmıştı. Türkiye’nin bu haklı çıkışı ve İsrail’in Filistin’e karşı yapmış olduğu insan hakları ihlallerinden vazgeçmesini talep etmesi, vicdanların ortak sesi olarak kabul gördü ve takdir edildi. Davos’ta yaşanan bu hadisenin üzerinden kısa bir zaman geçmişti ki Türkiye, İsrail lehine aldığı uluslararası bir kararla tam bir çelişkiye imza atmış oldu. 1961 yılında kurulan ve Türkiye’nin 1963 yılından beri üye olduğu Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) üye olmak isteyen ve Türkiye’nin veto etmesi sebebiyle bu örgüte kabul edilmeyen İsrail, AKP hükümetince belirlenen delegasyon tarafından olumlu yönde kullanılan oy neticesinde üyeliğe kabul edildi. İsrail bu diplomatik başarısını Arap-İsrail savaşı sonrasında elde etmiş olduğu kazanımlardan sonra en büyük diplomatik zafer olarak nitelendirdi. Bu karar alındığında tarihler 2010 yılının Mayıs ayını gösteriyordu. Yani, Davos’ta yaşanılan ‘One Minute’ hadisesinin üzerinden henüz bir yıl geçmişti. Üstelik Türkiye’nin ortaya koymuş olduğu haklı gerekçelerin hiçbiri bertaraf edilmemiş, Gazze’ye yönelik devam eden ablukaya da son verilmemiş ve İsrail işgal ettiği Filistin topraklarından çekilmemişti. İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargo sebebiyle ölümle yüz yüze kalan sivillere, dünyanın dört bir yanından ulaştırılmak istenilen yardımlarda çok zor şartlar altında Gazze’ye ulaşıyordu. Bu yardım gemilerinden biri olan Mavi Marmara’nın uluslararası karasularında İsrail askerleri tarafından basılıp, alıkoyulması olayı ise 31 Mayıs 2010 tarihinde gerçekleşti. Türkiye’nin 20 gün önce OECD’ye girmesine onay verdiği İsrail, uluslararası karasularında bir Türk gemisine savaş açıyor, savaş açmanın da ötesinde adice bir saldırıda bulunuyor ve gemiye el koyarak Gazze’ye girecek olan diğer yardım malzemelerini de sokmama kararı alıyordu. Devam eden süreçte Mavi Marmara hadisesi başta olmak üzere, Türkiye’nin düşmüş olduğu her şerh kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm olacak ve İsrail’le ekonomik ilişkilerimiz, Cumhuriyet tarihimizin rekor seviyelerine ulaşacaktı. Bugün de hadise bundan pek farklı değildir. Atıldığı iddia edilen somut adımların hiçbirinin neticeye ulaşmadığını ve İsrail’in devlet eliyle teröre devam ettiğini bütün dünya gibi bizde seyrediyoruz. Caydırıcı gücümüz olmadığı müddetçe de seyir etmeye devam edeceğe benziyoruz.