Mehmet Hayati ÖZKAYA, 1959’da Van’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Adana’da, yükseköğrenimini Eskişehir’de tamamladı. 1982 yılından itibaren çeşitli liselerde edebiyat öğretmeni ve idareci olarak çalıştı. 1993-1995 yıllarında İtalya’nın Trieste şehrinde Yabancı Diller Enstitüsü’nde Türkçe okutmanlığı yaptı. Evli ve iki çocuk babası olan Özkaya’nın Kıssa-i Aşk, P.K 546- İdealist Bir Neslin Hikâyesi- ve Ateşi Yeniden Yakmak adlı kitapları vardır.
İletişim:m.h.ozkaya@hotmail.com
Baktım hiçbir şey değişmiyor. Ben de eskimeyen duygularımı düşüncelerimi çıkardım hafızamın kuytu köşesinden. Ha bugün söylemişim ha dün, ne fark eder dedim. Toprak aynı toprak, dağlar, tepeler, dereler, çaylar, nehirler aynı; aynı gökyüzü, aynı kıtalar hatta dilimizde bütün kıtaların yani ana karaların adı bile aynı harfle başlıyor aynı harfle bitiyor. Aynı olmayan bir şey varsa ki var, oynayan aktörler farklı… Bush gitmiş Trump gelmiş, Saddam gitmiş Ruhani gelmiş, Irak gitmiş, İran gelmiş, Amerika gelmiş ama gitmemiş…
Kısacası Asya - Afrika - Amerika arası ve de petrol karası bir oyun bu. Yandan yandan oyuna dalıp çıkanlar da yok değil. İsrail’i, Rusya’sı, Fransa’sı, Çini’i, Mısır’ı çoksesli koro gibi sahnede yerlerini alıp beklemekteler… Diğer yandan kırkıncı derecede figüranlar Suudiler, Esedler, Kıbrıs’taki Rumlar ve daha kimler, kimler…
Büyük Ortadoğu Projesi filan diye hayaller kurarken Amerikan yapımı yeni bir Ortadoğu filmi kan, gözyaşı, acı ve ızdırapla perdede görünmeye başladı. Körfez yeniden ısınıyor. Şimdi milyonlarca insan “ah, vah” edecek sessiz yığınlar ise yine “İç bade güzel sev var ise akl u şu’ûrun” diyecek… Ha bir de kavak yelleri gibi başımızda esip duran “Arap baharı” namında bir beşinci mevsim var ki Allah esirgesin!... Velhasıl başı sonu belli olmayan tuhaf bir hikâyedir, bizim hikâyemiz… Bakın günlerce konuştuğumuz, tartıştığımız PYD ya da güvenlikli bölge birden unutuldu. Şimdilerde İdlib, “Mavi Vatan” filan derken karşımıza çıktı Fizan’a sürülenler, Fizan’da sürünenler… Hani ne diyordu Mehmet Akif:
“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Elbette etmezdi ama ediyor işte… Neyse, en iyisi tarihin tekrarına yardımcı olmak için biz de bir not düşürelim buraya… Ve sizi, 1.Körfez Savaşı sırasında yazdığım (1991) bir şiirle baş başa bırakayım:
Bir Garip Hesaplaşma
Şu soğuk kış ikindisinde, ocak başında
Yediveren gülleri düşünmekteyim.
İki dalgalı pilli radyomda
Bir türkü başlar ki
Acı, keskin, yakıcı...
‘Ahu Yemendir gülü çimendir
Giden gelmiyor acep nedendir? ‘
Gözlerim dolu dolu olur
Bulutlar inadına kararır
Gün batımına çok az zaman kalır
Mazinin hoyrat çiçekleri
Bir bir açar.
Ben bugünden dünlere giderim
Marşlar tekbirlere karışır
Bıyık terlemesine dahi izin vermez Genç Osman
Bağdat kapısında gezinir.
Deli dolu sürdüğümüz kır atlar
Şaha kalkar... Mohaç’tan Niğbolu’ya
Malazgirt’ten Viyana’ya kadar.
Derken birden bire, bir yerde bu film kopar…
‘Estergon Kalası bre dilber aman
Subaşı durak...’
Gerisin geriye çekilirler
Serdengeçtiler yavaşlayarak...
Tarih İsa’dan sonra bilmem kaç
Dur durak bilmeyen Osmanoğlu
Artık aç.
Düyun-u Umumiye ise tek ilaç.
Kaderin cilvesine bakın ki
Şimdilerde ‘hilâl’e âşık olur ‘haç’
Sökülünce tuğramız doğunun ortasından
Kimilerince pek övülür kara kartallı adam
Saddam.
Alışmış kudurmuştan beterdir sözü üzre
Saldırınca durmadan bir o yana, bir bu yana
Dev bir ekran kurulur
Çölün tam ortasına.
Kahraman şerifin sol göğsüne
Kum tanesinden çok alkışlarla
Takılır ‘altı köşeli yıldız’...
Gece serin ve ıssız
Önce, in cin topsuz oynar Kuğu Gölü Balesini
Muştular yayılır dört bir yana
Sonra atalarından kalma ateş dansı başlar
Körfez’in sularında.
Volkmen takılı kafa hem de sırıta sırıta
Söylenir... Burası Vietnam değildir.
Ardından da renklerin en alımlısı, kırmızı
Sarar ufkumuzu... Bir ses yükselir çölden
Barış için geldik biz
Bu yüzyılın rumuzu.