1991 yılında Eskişehir’de dünyaya gelmiştir. İlköğretim, lise ve üniversite öğrenimini bu şehirde tamamlamıştır. Türkiye’nin önemli düşünce kuruluşlarında uzun dönem stajyer olarak bulunmuş, çeşitli proje çalışmalarına dâhil olmuştur. 2013 yılında farklı üniversitelerde öğrenim gören öğrencilerle birlikte Akademik Araştırma Enstitüsünü kurmuş ve başkanlığını üstlenmiştir. Eskişehir Yenigün gazetesinde 3 yıl boyunca düzenli olarak köşe yazarlığı yapmıştır. Yazılarının genel muhtevası ihtisas alanı olan dış politika üzerine olmakla birlikte, Türk Dünyasındaki mühim gelişmelere ve Türk tefekkür hayatına dair görüşlerine de bu köşede yer vermiştir. Türk Dünyasının ihtiyaç duyduğu yetişmiş insan kaynağını sağlamak üzere kurulan Avrasya Eğitim Merkezinin temsilciliğini üstlenmiştir. Yurtiçi ve yurtdışında pek çok kongre ve sempozyumlara katılmış olan Kepenek’in ulusal basında ve muhtelif dergilerde yayınlanmış çok sayıda yazısı mevcuttur. Akademik çalışmalarına başkanı olduğu Enstitü bünyesinde devam etmektedir.
İletişim: osmankepenek26@gmail.com
Türkiye-ABD ilişkileri uzun zamandır gergin bir şekilde zar zor devam ettiriliyor. 15 Temmuz darbe girişiminde ABD’nin takındığı tavır, FETÖ elebaşının iade edilmemesi, defalarca tekrar eden mektup krizleri, rahip Brunson hadisesi, S-400’ler ve tabii ki Türkiye’nin bütün itirazlarına rağmen ABD’nin Suriye’de PKK ile işbirliği içinde olması Washington-Ankara hattındaki gerilimi arttıran başlıca maddeler. Türkiye, başta Suriye ve Irak topraklarında olmak üzere milli güvenliğine tehdit unsuru oluşturan terörist yapılanmaları nerede olursa olsun yok etmek için kararlı bir mücadele içerisinde. Bu çerçevede yürüttüğü sınır ötesi harekâtların istisnasız her seferinde “işgal girişimi” vs. tarzında yaftalamalarla itibarsızlaştırılmak istenmesi muhakkak ki iyi organize edilmiş kara bir propagandadan ibarettir. 40 yıla yakın zamandır PKK terörüyle mücadele yürüten devletimiz, bugün de PKK’nın Suriye uzantısı tarafından topraklarından çıkarılan binlerce Suriye vatandaşına kucak açmış durumdadır. Sınır ötesine yapılan her operasyonda “Türkiye Kürtleri imha etmek istiyor” başlıklarının atıldığı Avrupa basınının bu hakikat karşısında nasıl sustuğu ise hepimizin malumudur. Avrupa’nın Türklere bakışında geçen asra göre değişen hiçbir şey bulunmamaktadır.
ABD, yaptığı bütün “ayıpların” üzerine birde sözde Ermeni iddialarını tanıma gafleti göstererek niyetini iyiden iyiye ortaya koymuştur. Temsilciler meclisinde alınan “soykırım” kararı sonrası dış politikamızın ana gündemi uzun bir süre ilk kez değişti. Bilindiği gibi ABD dış politikasını belirleyen güçlerden biri de lobilerdir. Yahudi lobisi ve Ermeni lobisinin ABD dış politikasını belirleme noktasında verdikleri “üstün çaba” hemen hemen her dönem konuşulmaktadır. Öyle ki ABD Başkan adaylarının seçim kampanyalarında söz konusu lobilerin isteklerini yerine getiren bir başkan olma taahhütleri epey meşhurdur. Osmanlı’dan Cumhuriyete miras kalan Ermeni meselesi hakkındaki asılsız iddia ve iftiraların tam da Cumhuriyetimizin 96. yılını kutladığımız gün temsilciler meclisinde görüşülmesi muhakkak ki başarılı (!) bir lobi faaliyetinin neticesidir. Kararın bağlayıcılığı yok. Senatoya gidip gitmeyeceği de henüz netlik kazanmış değil. Ancak bu şekliyle de Türkiye’ye karşı takınmış oldukları hasmane tutumu açıkça görmek mümkün. Bir asır önce yaşanmış hadiseleri bütün olarak ele alıp incelemek ve bu noktada oluşturulacak ortak bir heyetle tarihi vesikalar üzerinden hakikatleri dünya kamuoyuyla paylaşmak, meseleye nokta koyacak kati bir çözümdür. Türkiye harici hiçbir ülkenin bu teklife yanaşmadığı öteden beri bilinmektedir. Arşivlerin incelenmesi yerine, bugün “soykırım” çığırtkanlığı yapan ülkelerde 100 yıl evvel çıkarılan gazetelerin manşetleri esas alınmakta, parlamentolarda alınan kararlarla da güya Türkiye suçlu ilan edilmektedir.
“Soykırım” suçlamasının temelinde Türkiye’nin uluslararası arenada zora sokulması, bir takım yaptırım ve kısıtlamalara maruz bırakılması sonrasında da “dört T” olarak kısalttıkları süreci Türkiye’ye dayatma arzusu yatmaktadır. Bu “dört T” “tanıtım, tanınma, tazminat ve toprak olarak belirlenmiştir. Ermeni lobileri faaliyetlerini sadece ABD’de değil pek çok Avrupa ülkesinde yürütmekte ve “tanıtım” adı altındaki çalışmalarını birçok batılı devletin desteğini alarak yürütmektedir. Başlangıçta Ermenilerin ağırlıkta yaşadığı ülkelerin meclislerinde kabul ettirilen bu sözde soykırım” yasaları sonrasında bütün Avrupa’yı da içine alacak şekilde genişletilmiştir. Muhakkak ki Ermeni lobisinin güçlü olmadığı, siyasi karar alıcıları üzerinde baskı yapamadığı batılı ülkelerde vardır. Bu ülkeler Ermeni lobilerinin söz konusu iddialarını desteklememekle beraber, Türkiye karşıtlıkları sebebiyle her türlü adımı atmayı mübah görmektedirler. ASALA ve türevi örgütlerin bu ülkelerde yaptıkları terör saldırılarının faillerinin cezalandırılmaması, Türk diplomatların şehit edilmesine göz yumulması da tamamen bu sebeplerden kaynaklanmaktadır. Vicdan sahibi pek çok Avrupalı bilim adamı da yaşanan hadiselerin “soykırım” olarak nitelenmesinin kesinlikle yanlış olduğunu ifade etmişlerdir. Ne yazık ki bu bilim insanları da başta Ermeni çeteleri olmak üzere, aynı istikamette hareket eden çeşitli yapılarca tehdit edilmişler, hakaret ve saldırılara maruz kalmışlardır. Bırakın Avrupalı devletleri, iddia sahibi olan Ermenistan bile tarihi vesikaların açılması ve incelenmesi teklifini her seferinde derhal reddetmektedir. Nitekim Azerbaycan topraklarında daha 25 yıl evvel işledikleri katliam ve soykırımların izleri hafızalarımızda durmaktadır. ABD’de her başkanın ikinci kez aday olma hakkının bulunması ve bu adaylığın geleneksel hale gelmesi Trump’ı daha da saçma politikalar izlemeye “mecbur” kılmaktadır. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan eden Trump’ın bu seçimlerde de Ermeni lobisinin gönlünü hoş tutmak istemesi kimseyi şaşırtmayacaktır. Her yıl dikkat kesildiğimiz 24 Nisan’ın bu yıl daha da merakla (!) bekleneceği ve ABD başkanının saçmalıklar silsilesinde zirve yaptığı gün olarak kayıtlara geçeceği tahmininde bulunmak güç olmayacaktır.