Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Millî Devlet Gazetesi, büyük Türk Milleti’nin sesi olarak alanında çok değerli yazarların nefesiyle aramıza yeniden dönüyor. Aralarında bulunmaktan kıvanç duyacağım bu ekibe beni de dâhil ettikleri için emeği geçenlere müteşekkirim. Bu nedenle olacak ilkyazımın konusu hakkında epeyce düşündüm ve en temel problemimiz olan alfabemizi ele almaya karar verdim.
Alfabemiz ortak duygu, düşünce ve kültür kodlarımızın sembolü olduğuna göre dünyada yaşayan neslimizin mutlaka aynı sembolleri kullanması gerekir. Aslında bizim milletimiz çok değil yüz yıl geriye dönse mazisinde bu birlikteliği açıkça görecektir. Doğuda Kaşgar, Semerkand, Buhara, kuzeyde Kazan, Astarhan, Ural, Aktöbe, Yesi aşağısında Bakü ve Bahçesaray ve daha aşağıda İstanbul, Erzurum ve Diyarbakır velhasıl bütün Türk illerinde aynı sembolle Hakâni (Çağatay) ve Osmanlı Türkçesini talim ediyorduk. Bu şu anlama gelir sevgili okuyucular; Türk milletinin münevverleri diyebileceğimiz hocaları, istediği okulda kendi diliyle hocalık yapabilir ve öğrencileriyle doğrudan ilişki kurabilirdi. Ne yazık ki, günümüzde bulunduğumuz ayrı sistemler ve politik sınırlarımız beraberinde derin bir ayrılığı ve bizleri ayrı ayrı düşünen birlikte hareket edemeyen topluluklara böldü. Bu sürecin kendi içinde acıklı bir hikâyesi elbette bu köşe yazısında anlatılamayacak kadar derin ve ayrıntılı. Ancak gerçek sebebinin Batı dünyasına karşı alınan toptan yenilgi olduğunu biliyoruz. Belki ilerde bu konuyu ayrıca işleriz.
Alfabe konusu, Osmanlı dağılırken ve Kuzeyde Türk illeri bir bir Rus tahakkümü altına girerken münevverlerimizin ilk meselesiydi. Bu nedenle olacak Bahçesaraylı İsmail Gaspıralı Bey, Türklerin birlik reçetesini “Dilde fikirde işde birlik” formülüyle netleştirmiştir. Bu amaçla çıkardığı Tercüman gazetesi, 1883-1918 arası 35 yıl her ilimize ve yöremize hitap edecek bir dil ile Arap harfli bir alfabeyle çıkarılmıştı. Bu dönem okuyucu ve münevverleri aynı kültür coğrafyası ve eğitimi aldığı için gazetenin mesajları herkese kolayca ulaşıyordu. Ancak özellikle SSCB sisteminin getirdiği farklı eğitim modeli ve diğer Türk ülkelerinin benimsemek zorunda kaldığı sistemler ayrılığı derinleştirerek günümüzdeki hali ortaya çıkardı. Rusya içinde kalan yirmiyi aşkın Türk topluluğu Çarlıkla başlayan misyoner programla özellikle sesli harflerdeki farklı fonetiğe kavuştular. Dahası örgün eğitimin kazandırdığı yeni Rusça kavramlar, kullanılan ortak kavram havuzunu da tarumar etti. Yüz yıl neticesinde artık ister Hristiyan ister şaman kültürlü ve isterse Müslüman olsun Türkler, farklı kavramlara sahip olarak hiçbir alanda anlaşamaz hale geldiler. Dil peşinden kültür olarak yabancılaşmayı, kimlik olarak da ayrıştırmayı getirdi. Bunun için şu an bütün Türk boyları bütüncül bir Türklükten değil ancak boylarıyla ilgili kimliklerini savunabiliyor, geçmişle ilgili tasavvurlarını ortaya koyamıyorlar.
1990 sonrası bağımsız ve özerk olan topluluklarımız yeniden geçmişin bilgisi ve hafızasına sahip olmak istediler, bu yüzden Türk Kurultaylarının ilk konusu ortak kimliğimizin temeli olan dilimiz ve alfabemiz oldu. Bu kurultayların neticesinde 32 harfli her Türk boyuna hitap edecek bir alfabe de kabul edilmişti. Ancak bu karar bağımsız olan yeni Türk Cumhuriyetleri ve özerk topluluklarında uygulanamadığı gibi ülkemizin dilcilerinden de yeterli desteği alamadı. Nihayette ilk olarak Azerbaycan Latin alfabesine geçerken kendi sistemini oluşturdu ve sesli harflerin fonetiğini koruyarak geçişini tamamladı. Takiben Türkmenistan ve Özbekistan’da aynı tavırla kendi ses ve yapısıyla Latin alfabesine geçti ve son olarak da Kazakistan aynı yoldan giderek ses farklılıklarını alfabeye yansıttılar. Muhtemelen diğer topluluk ve özerk cumhuriyetler de bu tavrı devam ettirecekler.
O zaman sevgili okuyucular “Bu geçişin Türk ülkeleri ve coğrafyasına ne gibi faydaları olacak?” diye bir soru sormalıyız kendimize. Ekonomik bir faydası olacak mı, mesela? Bir kitap Türkiye’de Azerbaycan’da Kazakistan’da ayrı ayrı basılmak zorunda kalacak ve Türk ülkeleri ekonomik olarak bu geçişten bir fayda sağlayamayacak. Peki, kültürel olarak bir katkısı olacak mı? Bu soruya da olumlu cevap veremiyoruz. Çünkü zaten kullandığımız kavramlar ayrı dünyaların kavramları ve ilerde bu kavramların aynîleşmesi zor görünüyor. Bizim referansımız geçmişimiz olmalı ve yavaş yavaş geçmişteki ortak kavram ve sözcüklere dönüşü sağlamalıyız. Bunu klasiklerimizin eğitim sistemimizde yer almasıyla sağlayabiliriz. Zira ortak her şeyimiz daha yüzyıla kadar yazılan eserlerimizde saklı. Bunun için ortak tarih, ortak dil konusunda yapılan bütün çabalar Türk Cumhuriyetlerinin desteğine muhtaç. Son zamanlarda Türkiye ve Kazakistan bu anlamda güzel işlere de vesile oldular ancak ortak alfabe olmayınca ses değişmeleri ve simgelerin farklılıkları “dilde fikirde işte birliğin” birinci umdesinde anlaşamadığımızı gösteriyor. Ve dahası bu anlaşmazlık hayallerimizde beslediğimiz güzel birlikteliğimizi doğmadan tarihe gömüyor.
Alfabe deyip geçmeyin, ayrılıklarımıza sebep olmuştu; birliğimizin temeli olacaktır.