1960 yılında Isparta’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini memleketi olan Kahramanmaraş’ta, yüksek öğrenimini Ankara’da, Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Elektrik Bölümünde yaptı. O zamanki adı Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) K. Maraş İl Müdürlüğü’nde mühendis olarak göreve başladı. Mühendis, başmühendis ve müessese müdür yardımcılığı görevlerini yaptı. 1999 yılında TEDAŞ Genel Müdürlüğünde Şube Müdürlüğü yaptı. Temmuz 2017’de emekli oldu.
Kahramanmaraş Türk Ocağı Şubesinin kuruluşundan itibaren; yönetim kurulu üyeliği, sekreterlik, başkan yardımcılığı ve iki dönem başkanlık yapmıştır. 1995 Genel seçimlerinde MHP’den milletvekili adayı olmuştur. Türkiye Kamu Sen’in kuruluşunda ilk şube başkanlarındandır. Ankara’da çalışmaya başladıktan sonra Türk Enerji Sen Genel Merkez Yönetim Kurulunda çalışmıştır.
1985-87 arasında askerlik görevini yapmıştır.
Millî Düşünce Merkezi (MDM) Yönetim Kurulu üyesidir ve internet sitesinde yazıları yayınlanmaktadır.
Evlidir. Biri kız diğeri erkek iki çocuğu vardır.
İletişim:uhakanpaksoy@gmail.com
Kahraman ordumuz, vatan bütünlüğümüzü tehdit eden belayı defetmek için Hatay sınırımıza komşu olan Suriye topraklarına girdi. Afrin’de konuşlanmış olan PKK-PYD’li teröristler, özellikle ABD’nin himayesinde ve nispeten de Rusya’nın gözetiminde topraklarımızı tehdit ediyordu. ABD’nin ağır silah ve mühimmat yardımı neticesinde her geçen gün büyüyen yılanın başı ezilmeliydi, aksi takdirde sıkıntı çok daha büyüyecekti. Irak’ın kuzeyinden başlayıp, güney sınırımız boyunca devam eden terörist varlığı, Fırat Kalkanı Harekâtı ile kesintiye uğramış olsa bile İskenderun’dan Akdeniz’e çıkacak bir koridor tehdidi devam ediyordu.
Zeytin Dalı adı verilen operasyon, geç kalmış olmakla birlikte, sınırımızdaki tehditlerden birincisini, “Kürt koridoru” hayallerini suya düşürdü. Uluslararası hukuk çerçevesinde yapılan bu harekât, çok ama çok geç kalınmış olmakla birlikte meşru müdafaa hakkımızın kullanılmasıdır.
Türk milleti, topyekûn kahraman ordusunun arkasındadır. Vatanın bütünlüğüne yönelik tehdit ortadan kaldırılana kadar ve hatta kaldırıldıktan sonra bile bu birlik devam edecektir.
Bu mücadele ile birlikte tehlikenin neden bu kadar yakın tehdit haline geldiğini anlamak ve bundan sonra olabilecekleri tahmin etmek için olayları çok daha önceden başlayarak analiz etmek gerekmektedir.
Bugün Türk milletinin, hiç de hak etmediği kadar bedel ödeyeceği; bu bedelin her geçen gün daha da ağırlaştığının anlaşılması; geçmişin doğru analizi ile mümkün olacaktır. Bunları bilmek, Türk milletinin hakkıdır.
Öncelikle, yaşananların karmaşık birçok boyutu olmakla birlikte; Türkiye’nin yaşadığı, doğru isimlendirmeyle bölücü terör; zorla kabul ettirilmeye çalışılan ismiyle Kürt sorunu(!), Müslüman coğrafyanın şekillendi(rildi)ği Arap Baharı ve İhvan-ı Müslimin kardeşliği ilişkilerine göz atmak önemlidir.
Önce Bölücülük…
Bugün, her fırsatta “Eyyy Amerika!..” diye konuştuğumuz ABD; CIA’nın 1998 yılında hazırlattığı, sonradan kitap olarak basılmış bir raporda her şeyi açıkça belirtmektedir. Kitabın* giriş ve önsöz bölümünden birkaç alıntı bile her şeyi ortaya koymaktadır.**
“[Türkiye’nin]Toprak bütünlüğünün korunmasına çok önem veriyoruz[!]; dünyada pek çok ülkenin yıkıcı etnik isyanlar ve ayrılıkçı eğilimlerle boğuştuğu bir çağda eğer mümkünse ‘birleşik bir Türk devleti’ içerisinde çözüme kavuşulmasından yanayız. Çatışma nedeniyle ‘Türk ve Kürt taraflarındaki can kayıplarından’ da endişe duyuyoruz.”
“[Sorun] Anayasasına göre etnik ayrımda bulunmadan yalnızca ‘Türkiye vatandaşlarından’ oluşan bir devlette etnik ve dilsel farklılıklara sahip büyük Kürt azınlığının rolüyle ilgili bir mesele”dir ve “Kürt sorununu tatmin edici biçimde ortadan kaldırma kabiliyeti “, “Devlet yönetiminin yapısını ve ‘iç etnik çatışmayı çözebilme’ kabiliyeti” olarak sunulmaktadır.
Peki, bu nasıl olacaktır? Bunun cevabı da verilmektedir: “Türkiye’nin(…), anayasada homojen olarak ifade edilen toplum yapısından resmen tanınmış çok uluslu bir yapıya geçişin kolaylaştırılmasında…”dır.
Başlangıçta en can alıcı sorulardan birisi kitabın giriş bölümünün sonundadır: “Batı’nın yakın bir müttefikiyle dünyada kendi devleti olmayan en büyük etnik gurubu içeren bu sorun gelip Batı’nın eşiğine dayanmıştır. Bu sorun Türkiye’nin mevcut sınırları içerisinde çözülebilir mi?”
Bir başka önemli cümle de kitabın sonuç bölümünden: “Özellikle ABD’nin Türkiye’yi etkileyebilecek başka kanalları da vardır. ABD Savunma Bakanlığı, Türk ordusunun pek çok kademesiyle doğrudan temas halindedir.” (Resmi temas denilmemektedir. 15 Temmuz ihaneti ile birlikte düşünülmelidir.)
Aslında her şeyin belli bir plan ve proje dâhilinde olduğu gün gibi ortadadır ve yukarıda bahsedilenler dışında yaşanmış yüzlerce olay ya da belge bunu ortaya koymaktadır. Ancak bu cümlelerin sahiplerinin eski CIA Başkanı (Abromowitz) Türkiye’nin eski CIA İstasyon Şefi (Fuller) ve CIA’nın hizmetinde olan birisi (Barkey) olması önem arz etmektedir.
Bu Sorulara Yakın Geçmişten Cevaplar…
O günlerde, dönemin Cumhurbaşkanı’nın himayesinde faaliyet gösteren bir takım STK’lar da bu konuda çalışmakta, “Türkiye içyapısını dış politikasına uygun geliştirmek zorunda. Ortadoğu’da yaşayan 30 milyon Kürt’ün hamiliğine soyunacaksak, içyapımızı buna göre düzenlemek zorundayız. (10 08 2010, Hürriyet Gazetesi)[1]” şeklinde açıklamalar yapmaktadır.
Yine, daha sonra Başbakan olan dönemin Dışişleri Bakanı; “bölgemizde bütün yapılar yeniden inşa edilirken, Türkler ile Kürtler arasındaki bu kardeşliğin inşa edici bir rolü var. Bölgemizde kalıcı bir etki yapacaktır.[2]” diyecektir (Ahmet Davutoğlu, 3 Kasım 2011)
Dönemin Dışişleri Bakanı’nın 2011 Ağustos’unda, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile yaptığı görüşmelere dair bir haber Ekim 2011’de gazetelere düşer. Bu habere göre, 6 saat süren görüşmede Esad Ahmet Davutoğlu’na; “Osmanlı padişahlarının dönemi kapandı. Suriye Arap kimliği yerine bir kez daha Osmanlı’nın içinde yer almayı asla kabul etmeyecek. Ankara bir kez daha Arap dünyasının karar merkezi olamaz.[3]” demiştir.
Bu ifadenin ne anlama geldiğini anlayabilmek için, Beşar Esad’ın, Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği ve beş gün süren röportajda sarf ettiği, “Onun [R. Tayyip ERDOĞAN, H.P] ve ekibinin kafasındaki proje daha büyük bir proje. Suriye’den daha büyük. Hatta benim pozisyonunu da kapsayan bir proje. Kendi özel ajandası var.[4]” Sözleriyle birlikte değerlendirmek daha doğru olacaktır. (4 Temmuz 2012, Utku Çakırözer röportajı)
Buna benzer bir sitem Irak’tan da gelmiştir. CHP Genel Başkanı ve heyetinin Bağdat ziyaretindeki Irak Milli Güvenlik Müsteşarı Falih Fayyas Heyetini kabulünde; “Her ülkenin egemenliğine saygı duyulmalı… Türkiye’nin de aynı şekilde Irak’a saygı duyması gerekir. Türk Hükümeti Irak’taki herhangi bir sorunun tarafı olmaması gerekir.” der ve belge gösterilir. Irak başbakanı Maliki ise “daha ağırları var” diyerek teyit eder. (20-24 Ağustos 2013, gazeteler)
Irak Merkezî Yönetimi’nin muhalefetine rağmen Barzani ile yakın ilişkiye girilmiş, Diyarbakır’da birlikte miting yapılmış, AKP kongresinde onur konuğu olarak ağırlanmış hatta peşmergeye maaş verecek parası olmayınca da –hem de iki milyar dolar- destek olunmuştur.
Bu bilgiler, ABD’nin projesi olan ve artık sıradanlaşmış bir şekilde telaffuz edilen BOP eş başkanlığı ile Yeni Osmanlıcılık haberleri yukarıdaki, “Bu sorun [Kürt sorunu(!)] Türkiye’nin mevcut sınırları içerisinde çözülebilir mi?” ve birleşik Türk devleti ifadesi birlikte değerlendirildiğinde daha da anlam kazanmaktadır. Ancak burada kast edilen birleşik devletin bir Türk devleti olmayacağı da maksadın ustaca gizlenmiş olduğu da aşikârdır. Hâlâ bu projeyi gerçekleştirebileceğini ve Afrin’in de bu maksat için kullanabileceğini düşünenler gündüz gözüyle düş görmektedirler.
***
Önce Kürt Açılımı olarak başlayan sonra Barış ve Kardeşlik ve en sonunda Çözüm Süreci ismi verilen PKK açılımları, her türlü uyarıya rağmen ısrarla devam ettirildi. Bunun için sadece 2014 Ekim’ine bakmak bile yeterli olacaktır. O günlerin gazete manşetleri arka arkaya tarandığında, hemen güneyimizdeki Ayn’el Arap’ta (Kobani) IŞİD’in az(dırıl)dığı, buradaki Kürtleri kurtarmak (!) için önce Irak’ın kuzeyinden gelecek sözde peşmerge, aslında PKK’lı teröristlere Türkiye’den geçiş izni verilmeyince 6-8 Ekim olaylarının patlak vermiş olduğu, Doğu ve Güneydoğu karıştı(rıldı)ğı görülecektir. Bu süreçte, dönemim Başbakanı, “Çözüm sürecinin milli olduğunu[5], çözüm sürecini yıkmak isteyenin altında kalacağını[6]…” Cumhurbaşkanı da “Çözüm’e canımı koydum (11 Ekim 2014, Akşam Gazetesi)[7]” diyecektir. ABD olaylardan sonraki süreçte Kobani’ye geçiş için koridor istemiş önce reddedilmiş[8] ancak… 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı yıldönümünde, bir grup peşmerge karadan, bir gurubu da havadan Türkiye’ye giri, Kobani’ye geçmişlerdir[9]. Üç ay sonra dönemin Başbakanı bu sefer: “Kobani’ye buradan selam ediyorum. Kobani’deki her kardeşimin alnından öpüyorum. Kobani bize tarihin emanetidir.[10]” diyecektir.
Ayn’el Arap’a geçen peşmerge kılıklı PKK’lı teröristler, kısa süre içinde IŞİD’i sürmüş ve orada bir kanton yönetimi ilan etmiştir. Türkiye içindeki bölücüler zafer çığlıkları atmakta ve Kobani efsanesi güzellemeleri yapmaktadır.
***
Bu arada Çözüm Süreci 6-8 Ekim olaylarına rağmen son hızla devam etmiştir. 22 Aralık (2014) günü HDP Heyeti, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile görüşür. Yaptıkları açıklamada yer alan bazı cümleler şöyledir:
“Yeni bir döneme girdik, hangi başlıkların görüşüleceği konusunda önemli bir mutabakat var”
“Bu tür başlıkları medya üzerinden tartışmanın sıkıntı yarattığını söylüyoruz. Bunu taraflarla belli bir olgunluğa getirilip sizlerle paylaşacağız.”
“Biz bu meseleyi çözeceğiz, talep eden konumda da değiliz, yeni bir cumhuriyeti oluşturacak iradelerden biriyiz.”
“Kavramları daha dikkatli kullanmaya çalışıyoruz.”
Özerklik konusundaki soruya: “Biz şu an bunun mekanizmalarını oluşturmuş durumdayız.”
Özerklik konusunda başka ısrarlı sorulara da: “özerlik bu toprakların yabancı olduğu bir şey değil.” diye cevap vereceklerdir.
İmralı Cezaevi’nde, dönemin bakanlarının da katıldığı iddialarının yalanlanmadığı görüşmelerde yapılan müzakereler(!) neticesinde, 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe Sarayı’nda bölücü terör örgütünün siyasi partisinin temsilcileri ile hükümet, devlet ve iktidar partisinin temsilcilerinin ortak açıklaması ile yeni bir döneme girildi. 10 maddelik bir açıklama ile neredeyse bir devlet pazarlığı ortaya getirildi***. Cumhurbaşkanı önce; bu hasretle beklediğimiz çağrıdır. (…) Ne istendi de bu ülkede hükümet, 12 yıllık başbakanlığım döneminde verilmedi?” (28 Şubat 2015, Suudi Arabistan’a giderken havaalanında), ancak, çok değil 15 gün sonra, “Kürt sorunu yok, Kürt vatandaşlarımın sorunu var” diyecektir.
Kobani’den Sonra…
IŞİD militanları, önce Suriye’nin doğu-batı istikametindeki en önemli karayolunu ve Fırat Nehri üzerindeki Teşrin Barajı gölünün dar bir alanındaki köprü geçişini kontrol eden Süleyman Şah Türbesi’ni rahatsız etmeye başlamıştı. 22 Şubat 2015’te, hemen sınırımıza 250 metre mesafeye, Mürşitpınar’ın karşısındaki, PYD işgali altındaki Eşme’ye taşındı. Buna da “Eşme Ruhu” adı verildi. Operasyonu da bizzat Başbakan’ın yönettiğine dair fotoğraflar da basına servis edilmişti. Hatta PYD, Şah Fırat adı verilen operasyona destek olduğunu açıklayacaktı.
Artık orada Türk Bayrağı ve PYD flaması dalgalanmıyordu ve plan rahat bir şekilde devreye girebilirdi.
ABD tarafından önce Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ilân edildi. Suriyeli her unsurun birlikte oluşturduğu söyleniyordu ama neredeyse tamamı PYD’liydi. 24 Mayıs 2016’da Rakka’nın IŞİD’den temizleneceği açıklaması ile operasyon başlatıldı. Nihai hedefin aslında İskenderun’dan Akdeniz’e açılacak Kürt koridoru olduğu da apaçıktı***. ABD’nin projesinin, tarihi ve Türk milletini bilenler için açık olan asıl hedefi artık ortaya çıkmaktaydı.
Operasyonun hedefi Rakka olarak açıklanmıştı. Fakat daha öncesinde Teşrin Barajı, Amerikan Özel Kuvvetleri tarafından kontrol altına alındı. PYD militanları da eskiden Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu Karakozak Köprüsü’nü IŞİD’den kurtardı(!). Artık Fırat’ın batısına geçilebilirdi ve geçildi de… İlk olarak Menbiç PYD’nin eline geçti.
***
Bu harekât sürerken 15 Temmuz hain darbe girişimi yapıldı. Ruhunu ve aklını ipotek etmiş bir güruh, kardeşkanı dökülmesine sebep oldu. Türk tarihine kara bir leke olarak geçecek bu hainliğin şoku sürerken, 24 Ağustos 2016’da, Suriye’de bize biraz nefes aldıran Fırat Kalkanı Harekâtı başladı. Kürt koridoru planı, Menbiç ve Afrin arasındaki bölgede kesintiye uğratıldı. Ancak bu sefer, ABD ve PYD Fırat’ın doğusunu, Irak sınırına kadar kontrol altına alacak çalışmaları tamamladılar. Rakka’da IŞİD, PYD’liler tarafından adeta arkalarından mendil sallanarak uğurlandı! Tabka Barajı, Rakka Bölgesi tamamen PYD kontrolüne geçmişti. Yani, Suriye’yi kuzey-güney ekseninde ikiye bölen Fırat Nehri’nin bütün geçiş noktaları terör örgütünün kontrolüne geçmişti.
Özellikle Afrin –Zeytin Dalı Harekâtı başladığında, ABD’nin yaptığı Fırat’ın doğusu ve Fırat Vadisi ifadeleri bununla birlikte değerlendirildiğinde anlamlı hâle geliyordu. Fırat geçişleri ile birlikte çok önemli üç hidroelektrik santrali, dolayısıyla elektrik ve su kaynağı PYD kontrolündeydi.
Son açıklamada ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Joseph Votel, “Afrin’in kendileri için bir operasyon alanı olmadığını…[IŞİD’i belirterek] onların kontrol ettiği yerleri geri almak için ortaklarımızla çalışmaya devam ediyoruz.[11]” diyerek PYD ortaklığını vurgulayacaktı.
Bölgede Yaşananların Bir Başka Cephesi: İhvan-ı Müslimin…
2011’de Tunus’ta domino taşı tesiri yapan olayların içinde İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) hareketi çok önemli bir aktördü. Özellikle Mısır ve Filistin’de doğrudan, Suriye’de ise dolaylı bir şekilde etkisi oldu. Hani meşhur hikâyedir; keman çalması öğretilmeye çalışılan kedi, gösterisine başlarken fareyi görünce, fıtratı gereği kemanı bir yana, yayı diğer yana fırlatıp fareyi kovalamaya başlamış ya. O misal, bölgenin bir takım siyasi aktörleri de ideolojik kesin inançlılığı içerisinde, fırsatın geldiğini düşünerek hareket ettiler ve İhvan iktidarı olabileceğini düşündüler.
Mısır’da Mursi iktidardan uzaklaştığında diplomatik teamüllerin de dışına çıkılarak en üst perdeden itiraz edilmiş, Filistin’de Meşal’e destek verilirken İhvancı olmayanlar neredeyse yok sayılmıştır. Suriye’de ise İhvan ilişkisini Esat yukarıda belirtilen röportajda şöyle anlatmaktadır (Utku Çakırözer röportajı, 4 nolu dipnot): “İlk görüşmelerimizden beri Suriye’deki Müslüman Kardeşler hareketi konusunda hep çok heyecanlıydı. Onlarla o kadar çok ilgiliydi ki, Türkiye-Suriye ilişkilerinin gelişmesine onların sorunlarına verdiği önemi göstermezdi. Müslüman Kardeşler’e yardım etme ve onları savunma içgüdüsü, Erdoğan’ın izlediği Suriye politikasının gerçek çıkış ve dayanak noktasını oluşturmuştur.” diyecektir. Bu cümleler hiçbir zaman yalanlanmamıştır.
Artık bir de “Rabiamız” vardır. İlk olarak Mısır’da, Tahrir Meydanı’ndaki gösterilerde ortaya çıkan ve Mursi’nin 4. Cumhurbaşkanı olduğuna gönderme yapan işaret, bizde de kullanılmaya başlar. Devamlı “tek vatan, tek bayrak, tek millet, tek devlet…” denilmektedir. Fakat bir türlü vatanın ve bayrağın kimin olduğu, milletin hangi millet olduğu, devletin adı ve dilinin ne olduğu hiç ama hiç söylenmemektedir. İşin ilginç yanı, Tunus ziyaretinde (27 Aralık 2017), Cumhurbaşkanı’nın bu işareti yapması, Tunus yetkililerince “Müslüman Kardeşlerin işareti” denilerek engellenmiş, bu skandal ise Türk basınında hiç yer almamıştır.
***
Artık bıçak kemiğe dayanmaya başlayınca “yüz binlerin katili rejim… Katil Esed…” söylemi yavaş yavaş terk edilmeye başlandı. 22 Kasım 2017 tarihinde Soçi’de yapılan, Rusya, İran ve Türkiye zirvesi ile yeni bir aşamaya geçildi. Gerek Astana Görüşmeleri ile varılan Gerilimi Azaltma Bölgeleri Kurulma Anlaşmaları gerekse Soçi Zirvesi sonuçları, Zeytin Dalı Harekâtı sonucunda Afrin’de oluşacak yeni şartlar, birlikte değerlendirilmelidir. Özellikle Suriye’nin kuzeyinde, Hatay sınırından Menbiç ya da Fırat Nehri’ne kadar olan alanda kurulacak, Gerilimi Azaltma Bölgesi adı altında bir yapı, İhvancı bir yönetim ile Türkiye’deki sığınmacıların yerleştirileceği bir bölge olabilecektir[12]. Bunun en önemli göstergesi ise Cumhurbaşkanı’nın 21 Ocak (2018) günü Bursa’da yaptığı konuşmada sarf ettiği: “Şimdi bütün mesele Afrin’i gerçek sahiplerine teslim etmek. Hedefimiz ülkemizdeki 3,5 milyon Suriyeli kardeşimizi kendi topraklarına bir an önce döndürmektir.” sözleridir ama galiba bunun karşılığı da Fırat’ın doğusunda Kürtlerin yöneteceği başka bir Gerilimi Azaltma Bölgesi gibi görünmektedir.
Sokaklarımızdaki sığınmacıların ülkelerine dönmeye başlamalarının hem insani hem de Türk milletinin toplum yapısı açısından sayılamayacak kadar faydaları vardır. Ancak böyle bir Suriye’de, egemenliğin nasıl şekilleneceği büyük önem arz etmektedir. Parçalı bir devlet yapısı Türkiye için her zaman potansiyel bir tehdit olacaktır. Ayrıca yukarıda Türkiye için ABD projesi olduğu belirtilen “Birleşik Devlet” rüyası ancak bir kâbustur.
Ve Tekrar Afrin…
Türk Milleti tarihin her döneminde ve her hâlükârda kahraman ordusunu desteklemiştir ve bugün de onun yanındadır. Gerek dualarıyla gerekse –Allah korusun- ihtiyaç hissedildiğinde nefer olarak, bu destek hep sürecektir. Ancak tarih Türk milletinin başına bu gailenin nasıl açıldığını da kayıt altına almaktadır. Bu yazılanlar kayıtların ancak küçük bir kısmıdır. Bir gün bütün kayıtlar çıkacak ve konuşulmaya başlanacaktır.
Yüce Tanrı kahramanlarımızın sağ salim evlerine dönmelerini nasip etsin.
* Türkiye’nin Kürt Meselesi, Henry Barkey, Graham Fuller, Giriş yazısı Morton Abromowitz, Profil Yayınları, Eylül 2011
** Bu Kitap ve konu ile ilgili daha geniş değerlendirmeler için http://millidusunce.com/tuerkiyede-olan-biteni-13-yl-oenceden-bilen-kahinler-morton-abromowtz-graham-fuller-henry-barkey/ bakınız.
[1] Ekopolitik Derneği Genel Koordinatörü, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/15520153.asp
[2] http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/11/03/davutoglundan-net-mesaj
[3] http://www.milliyet.com.tr/o-sozler-ipleri-kopardi/dunya/dunyadetay/05.10.2011/1446963/default.htm
[4] http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/354604/Esad__Erdogan_a_vahiy_mi_indi_.html
[5] https://www.memurlar.net/gazeteler/2014/10/20/aksam/
[6] https://www.memurlar.net/gazeteler/2014/10/18/aksam/
[7] https://www.memurlar.net/gazeteler/2014/10/11/aksam/
[8] https://www.memurlar.net/gazeteler/2014/10/17/aksam/
[9] https://www.memurlar.net/gazeteler/2014/10/29/hurriyet/ https://www.memurlar.net/gazeteler/2014/10/30/hurriyet/
[10] https://www.cnnturk.com/haber/turkiye/basbakan-davutoglu-kobaniye-selam-ediyorum
*** Konu ile ilgilenenler http://millidusunce.com/coezuem-suerecndek-artlar-ya-da-yen-mondros-muetarekes/ adresindeki yazımızı inceleyebilirler.
**** Rakka Operasyonu ile ilgili geniş değerlendirme için http://millidusunce.com/rakka-operasyonunda-nihai-hedef-iskenderundur/ adresindeki yazımıza bakılabilir. Yazı operasyondan iki gün sonra kaleme alınmış, nihai hedefin İskenderun olduğu ortaya koyulmuş ve Cumhurbaşkanı’nın operasyondan iki ay önce yaptığı ABD seyahat ile operasyon ilişkileri incelenmiştir.
[11] http://www.hurriyet.com.tr/centcom-komutani-votelden-afrin-aciklamasi-40716867
[12] Daha detaylı değerlendirmeler için http://misak.millidusunce.com/yonetenlerin-yonetemez-hale-geldigi-ulke-turkiye/ adresindeki yazımıza bakılabilir.