Mehmet Hayati ÖZKAYA, 1959’da Van’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Adana’da, yükseköğrenimini Eskişehir’de tamamladı. 1982 yılından itibaren çeşitli liselerde edebiyat öğretmeni ve idareci olarak çalıştı. 1993-1995 yıllarında İtalya’nın Trieste şehrinde Yabancı Diller Enstitüsü’nde Türkçe okutmanlığı yaptı. Evli ve iki çocuk babası olan Özkaya’nın Kıssa-i Aşk, P.K 546- İdealist Bir Neslin Hikâyesi- ve Ateşi Yeniden Yakmak adlı kitapları vardır.
İletişim:m.h.ozkaya@hotmail.com
2019’u yolcu ettik edeceğiz derken bir de baktık ki 2020 gelivermiş yanı başımıza. Hâlbuki daha 2019’un muhasebesini yapacak, kâr-zarar hanelerini kontrol edecektik. Lâkin atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş bile… Eh, o zaman müflis bir tüccar gibi 2019’a ait birtakım eski defterleri karıştırmanın da bir anlamı yok artık. Öyleyse şimdiden 2020’nin gözünü korkutup geldiğine pişman edeceğimize, en iyisi bu yazıda bir iki güzel sözden, bir iki nükteden ve tabii ki bu nüktelerin sahiplerinden bahsetsek hiç de fena olmaz! O zaman, haydi buyurun okumaya:
Kedi ile Fare hikâyesini bilirsiniz. Hangisini demenize gerek yok, hem bilmeyenler de şimdi benden öğrenecek.
“Kedinin biri odanın ortasına kurulmuş, sürekli uyuklar gibi görünerek duyduğu tıkırtıya kulak kabartırmış. Kenardaki deliklerden birinde küçük bir fındık faresi de başını uzatıp çekerek etrafa bakınırmış. Kedi bakmış ki, uyuklar gibi görünmek farenin oradan çıkmasına kâfi gelmeyecek, konuşmaya mecbur olmuş:
“Hadi, hadi” demiş “Oradan korka korka başını çıkarıp durma, acıdım sana… o delikten çık, şu deliğe gir. İçeride kelle kelle kaşarlar, bir ambar da buğday var. Afiyetle yer sağlığıma dua edersin.”
Bir müddet yine uyuklar gibi bekledikten sonra bakmış ki berikinde yine hareket yok.
“Ne duruyorsun dediğimi yapsana!...”
Fare ezile büzüle cevap vermiş:
“Kusura bakma ama yapamayacağım.”
“Neden?” demiş kedi.
Fare:
“Bana o delikten çık şu deliğe gir. Kaşar peyniri, buğday var, afiyetle ye diyorsun bakıyorum teklifine, külfet küçük, nimet büyük. Bu işte mutlaka bir iş var…”
Evet, bazen insanların, hatta devletlerin önüne de böyle teklifler gelir, hemen atlamamak lâzım. Tedbirli olmakta fayda var ki Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmayalım. Çünkü devir bozuk, her şey karmakarışık. Diyelim ki bir delikten çıkıp diğerine girmeye kalkıştığınızda, kedi rolündeki mahlûkların sizin için hazırladıkları “yaptırımlar” hemen devreye giriyorsa, ister istemez canınız sıkılıyor; “a” ya da “b” planlarınızı konuşturmaya başlıyorsunuz vs… vs…
Neyse yukarıda verdiğimiz sözü hatırlayarak 2019’da ortaya çıkan ve ülkemizi içeride ve dışarıda yakından ilgilendiren; fakat henüz nasıl ve ne şekilde sonuçlanacağı belli olmayan birtakım garip meseleler üzerinde fazla konuşmadan Kedi ile Fare hikâyesine tekrar dönelim…
Bu hikâyeyi Neyzen Tevfik, İstanbul’dan kaçıp geldikleri ve Mısır’da zorunlu ikamet ettikleri sırada, üstadı Şair Eşref’ten dinlemiş. Hikâyenin anlatıldığı gün memlekette yani Osmanlının payitahtında Hürriyet, (II. Meşrutiyet) ilan edilmiş. Neyzen, sonsuz bir heyecan içinde soluğu Üstadının yanında almış. “İstanbul’a gitmiyor musun?” diye sormuş. Şair Eşref de “Hayır!” demiş, sonra da bu hikâyeyi anlatmış ve bu işin altından mutlaka bir çapanoğlu çıkacağını söyleyip İstanbul’a dönmemiş. Fakat rahmetli Neyzen Tevfik, daha fazla memleket hasretine dayanamayarak İstanbul’a dönmüş.
Evet, 1953’ün 28 0cak’ında bu dünyadan ayrılan Neyzen’i 2020 yılının bu ilk ayında yâd etmek ve hem ona hem de üstadı Şair Eşref’e Allah’tan rahmet dilemek, öyle zannediyorum ki her ikisinin de ruhlarını memnun edecektir.
Cemil Meriç, Neyzen’i anlatırken “Neyinden yıldız yıldız nağmeler, kaleminden şimşek şimşek mısralar dökülen bu coşkun sanat adamı neden edebiyatı fetheden bir şöhret olamadı?” diye sorar. Oysa Neyzen, zaten şöhret olmayı değil, bir “hiç” olmayı çoktan tercih etmişti.
Talat Paşa ile aralarında geçen şu sohbeti bilirsiniz:
Talat Paşa bir gün Neyzen Tevfik’e bir memuriyet almasını teklif eder. Neyzen:
“Memur olursam sonunda ne olacağım?” diye sorar.
Talat Paşa memurluk derecelerini, şef, müdür yardımcısı, müdür gibi tek tek saydıktan sonra:
“Hiç!” demiş.
Neyzen gülerek Paşa’ya:
Ben zaten bugünden hiç’im demiş…
Bakın şu muhteşem beyitte de kendini nasıl anlatmış:
“Tereddütsüz teceddüt sahasında bir Süleyman’ım
Şu var ki tâc-ü tahtım yok, fakirim, lâkin insanım.”
İşte Neyzen’in de dediği gibi her şeyin başı ve sonu burada yani “insan olmak” ta yatıyor. Sadece insan olmanın ve insanca yaşamanın yüceliğini lâyıkıyla keşfedeceğimizi umduğumuz yeni bir yılın eşiğindeyiz. İnşallah bu eşiği rahat atlarız da düşüp bir tarafımızı zedelemeyiz. Düşmek deyince hemen aklıma Şair Eşref’ten nefis bir fıkra geldi. Anlatayım:
Şair Eşref bir gün eşeğe binmiş yolda giderken arkadan İzmir Valisi Kâmil Paşanın arabası ile geldiğini fark etmiş ve yol vermek üzere kenara çekilmiş. Yolun bu kenarında da büyükçe bir çukur varmış. Kamil Paşa lâtife olsun diye
“Eşref kenara çok gitme, çukura düşersin,” demiş.
Eşref hemen:
“Merak etme Paşam eşek kâmildir,” cevabını vermiş.
Evet, 2020 yılının bu ilk haftasında, sizi bizim dünyamızın hiciv ustalarıyla buluşturup ortadan çekilirken son sözü Neyzen Tevfik’ten bir nükteyle bağlayalım:
İki gözünü birden kaybetmiş olan bir zat, I.Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, bir gün Neyzen Tevfik’e söz arasında sormuş:
“Canım Tevfik Bey! Ne oluyoruz? Ahvâli âlem nasıl?”
Neyzen “karanlık” dememiş de:
“Gördüğünüz gibi” cevabını vermiş.
Ya siz ne dersiniz?