Mehmet Hayati ÖZKAYA, 1959’da Van’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Adana’da, yükseköğrenimini Eskişehir’de tamamladı. 1982 yılından itibaren çeşitli liselerde edebiyat öğretmeni ve idareci olarak çalıştı. 1993-1995 yıllarında İtalya’nın Trieste şehrinde Yabancı Diller Enstitüsü’nde Türkçe okutmanlığı yaptı. Evli ve iki çocuk babası olan Özkaya’nın Kıssa-i Aşk, P.K 546- İdealist Bir Neslin Hikâyesi- ve Ateşi Yeniden Yakmak adlı kitapları vardır.
İletişim:m.h.ozkaya@hotmail.com
Bilirsiniz Harb-i Umumî’ye girmememize sebep olan Alman menşeili Goben ve Bresleu adlı iki gemi vardır. Bizim bir şekilde sahip olduğumuz bu gemilere önce Osmanlı bayrağı asılmış, sonra isimleri Yavuz ve Midilli olarak değiştirilmiş ve ardından da Alman Amiral Suşon idaresinde Rus limanlarına doğru bir gezi yaptırılmış, bir de herhalde eğlence olsun kabilinden bu limanlar bombalatılmış.
Sonuç malumunuzdur. Birinci Dünya Savaşı şöyle ya da böyle bitmiştir. Dersimiz tarih olmadığına göre üzerinde uzun uzun konuşmaya gerek de yoktur. Fakat bitmeyen bu gemilerle ilgili anlatılanlardır.
Bu gemiler birinci dünya savaşında oldukça faaldir. İngiliz donanmasıyla yapılan mücadelelerin birinde 20 Ocak 1918’de Midilli, bir mayına çarparak batar. Ciddi hasara uğrayan Yavuz ise eski bir Alman gemisi olan Turgut Reis tarafından kurtarılarak İstanbul’a getirilir. Tamiratı yılan hikâyesine dönen Yavuz, nihayet 1930’da hasret kaldığı mavi sulara geri dönerek donanmamızdaki yerini alır. İşte Yavuz’un rol aldığı olay da asıl bundan sonra başlar:
Tarih 10 Mayıs 1932… Rusya ziyaretinden dönen İsmet Paşa ve heyeti Bulgaristan’da Sofya’daki Türkiye Büyükelçiliği konutunda mahsur kalır. Bulgar çetecileri etrafı kuşatırlar.
Dışişleri Bakanlığımızın yetkilileri telaşlanır ve diplomatik çözüm için telefonlar çalışmaya başlar. Bulgaristan’a ihtar verilir; ama Bulgar Hükümeti umursamaz! Ankara’dakiler çareler düşünürler, lâkin işin içinden çıkamazlar.
Atatürk’e sorarlar.
Atatürk de “Sizler ne düşünüyorsunuz?” diye onlara sorar. “Bulgaristan’a ekonomik baskı uygulayalım ...” derler.
Atatürk, güler: “Telefonu verin bana” der. Donanma komutanını arar, emir verir.
Ertesi sabah, Yavuz zırhlısı görevini yerine getirmek için harekete geçer. İzmit’ten Varna’ya gider. Limanda havaya 101 pare top atışı yapar. Topların gürültüsünden evlerin camları kırılır...
Son top atışı sonrası, Yavuz zırhlısının komutanı, Varna valisini arar ve talebini söyler; “Sayın İsmet İnönü’yü almaya geldim!” Bu talep yeterlidir. İsmet Paşa, Sofya’dan Varna’ya getirilir ve bando eşliğinde törenle Yavuz zırhlısına bindirilir. İsmet Paşa yurda döner... Bu arada gemi komutanı kırılan camların parasını da öder. (Kaynak: Yeniçağ Gazatesi,7.03.2018: Başbuğ Atatürk’ün telefonu... - Ahmet Takan)
İşte nerden nereye denilecek cinsten bir çağrışımla aklıma birden bire Yavuz zırhlısının bu pek bilinmeyen hikâyesi ve attığı 101 pare top geldi.
Sahi birden bire mi geldi, yoksa sebep açık seçik belli değil mi?
Kahraman ordumuz Barış Pınarı Harekâtı ile Suriye’ye akmaya başlayınca, gezegenimizdeki Acayip Bir Devletin(ABD) başkanı olan sarışın adam günde üç beş tweet atıp kendini takip eden basını ve dünya kamuoyunu her gün şaşkına çevirmekte epeyce ustalaşırken ben de ister istemez: “Ey gidi Gazi Mustafa Kemal’im, ey!” diyorum.
Tarih, 17 Şubat 1923… Henüz Cumhuriyeti ilan etmediğimiz bir zamanda İzmir’de İktisat Kongresi’ni toplar ve der ki:
“…Efendiler, tarih, milletlerin yükselme ve düşmesi sebeplerini ararken birçok siyasî, askerî, sosyal nedenler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün bu nedenler, sosyal olaylarda etkilidir. Fakat bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselmesiyle, düşmesiyle ilgili ve ilişkili olan milletin ekonomisidir.”
Ve buradan hareketle toplantıya katılanları önce tarihî bir yolculuğa çıkarır sonra da:
“Siyasî, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadi zaferler ile taçlandırılamazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner.” der.
Demek ki neymiş efendim? Birtakım devletlerin, AB’li toplulukların tehdidi altında kalmamak için acilen ülkemizin ekonomik göstergelerini her geçen gün pozitif anlamda gerçekten büyütmenin yollarını bulmalıymışız. O halde çare nedir? Çok çalışmalıyız, çok… Çok üretmeliyiz, çok…
Yoksa meydanı boş bulan sarışın, esmer ya da kısa veya uzun boylu insanlar, istedikleri vakit istedikleri gibi at oynatırlar.
Öyleyse tekrar Atatürk’ü dinleyelim:
“… Çünkü bu devlet, bu millet iktisadî hâkimiyetini sağlarsa o kadar kuvvetli temel üzerinde yerleşmiş ve yükselmeye başlamış olacaktır ki artık bunu yerinden oynatmak mümkün olmayacaktır.”
İşte o zaman belki biz de günün modasına uyarak her gün 101 pare olmasa da birkaç tweet atar ve başta Acayip Bir Devletin sarışın adamı olmak üzere birilerine bir şeyi yeniden hatırlatırız:
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!