İletişim: sakinoner@hotmail.com
Ömer Seyfeddin’in 28 Şubat 1884’te Gönen’de başlayan ve 6 Mart 1920’de İstanbul’da sona eren otuz altı yıllık hayatı, dil, edebiyat ve fikir planında verilen şanlı bir milliyetçilik mücadelesidir. Kafkas göçmenlerinden Yüzbaşı Ömer Şevki Bey’in oğlu Ömer Seyfeddin’in milli duyguları,1903’te İstanbul’da Mekteb-i Harbiye’den mezun olup mülazım (teğmen) rütbesiyle Balkanlarda başlayan askerlik hayatında yaşadıklarıyla çok güçlenmiştir. Dilde sadeleşme cereyanına gönül veren yazar Ali Canip’e 1910 yılında yazdığı bir mektupta “Geliniz Canip Bey, edebiyatta, lisanda bir ihtilâl vücuda getirelim.” diyerek dil ve edebiyat alanında açacağı milli çığırın sinyalini veriyordu.[1]
Ömer Seyfeddin, Türk toplumunca millî, tarihî ve sosyal temalı hikâyeleri ile usta bir hikâye yazarı olarak tanınır. Fakat o, sadece bir hikâyeci değil aynı zamanda şair, eğitimci, orijinal görüşleri olan bir sosyolog, bir fikir adamı ve bir dil inkılâpçısı idi.
Dil milliyetçiliği (Türkçeciliği)
Tanzimat’la birlikte güçlenen dilde sadeleşme faaliyetlerini sistemli ve somut bir biçimde fikrî platforma taşıyan Ömer Seyfeddin’dir. 11 Nisan 1911’de Genç Kalemler mecmuasının 2. cilt 1. sayısında yer alan ‘Yeni Lisan’ makalesi millî dile dönüşün manifestosudur. [2]
Yeni Lisan Hareketi’nin ilkeleri şunlardır:
a. Yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak; İstanbul Türkçesi ile yazmak yani konuşma dilinden yeni bir yazı dili meydana getirmek,
b. Dilimizdeki Arapça ve Farsça gramer kurallarını kullanmamak, bu kurallarla yapılan isim ve sıfat tamlamalarını-bazı istisnalar dışında-kullanmamak,
c. Dilimizde kullanılan Arapça ve Farsça kelimelerle kurulan isim ve sıfat tamlamalarını Türkçe kurallarına göre yapmak,
d. ‘Şayed, amma, lâkin, hemen, henüz, yani’ gibi konuşma diline geçmiş olan Türkçeleşmiş edatlar dışında Arapça ve Farsça edatlar kullanmamak,
e. Arapça ve Farsça kelimeler içinde halk dilinde telaffuzu değişmiş olanları, yazı dilinde bu değişik şekilleriyle kullanmak; ‘kalabalık, hoca’ gibi. Buna karşılık ‘güneş’ varken ‘şems’, ‘ay’ varken ‘kamer’ kelimesini kullanmamak,
f. Arapça ve Farsça kelimeleri Türkçede söylendikleri gibi yazmak; ilmî terimler dışında Arapça ve Farsça kelime kullanmamak,
g. Öteki Türk lehçelerinden kelime almamak; ölmüş, unutulmuş (arkaik) Türkçe kelimeleri diriltmeye çalışmamak.
h. Bu ilkelerden hareketle millî bir dil ve millî bir edebiyat meydana getirmek.
Edebiyat mahfillerinde büyük tartışmalara sebep olan ‘Yeni Lisan’ makalesindeki fikirler, kısa bir süre sonra geniş bir taraftar kitlesi bularak ‘Millî edebiyat’ çığırının açılmasında öncü rolü oynadı. Ömer Seyfeddin millî bir edebiyat meydana getirmek için, önce millî bir dilin ortaya çıkması gerektiğini belirtmiştir. Ona göre, eski dil hastaydı ve bu hastalığın sebebi de içindeki lüzumsuz ve yabancı kaidelerdi.
Ömer Seyfeddin’e göre milli mefkûre (ülkü) üç sevginin birleşmesinden meydana gelir: Dil sevgisi, millet ve din sevgisi, vatan sevgisi. Yazar, Türk milletinden olmayı da şöyle tarif eder: “Türkçe konuşan bütün Müslümanlar, Türk milletindendir.” Milleti de ‘aynı dili konuşan ve dinleri bir olan bütün insanlar’ diye tarif eder. [3]
Ömer Seyfeddin, dili manevi bir vatana benzetir. Bu vatan bozulursa ne millet kalır, ne devlet... Ona göre, “Milliyetimiz nasıl Türklük, vatanımız nasıl Türkiye ise, lisanımız da Türkçedir. Türkçe bizim manevi ve mukaddes vatanımızdır. Bu manevi vatanın istiklâli, kuvveti, resmî ve millî vatanımızın istiklâlinden daha mühimdir. [4]
Edebî milliyetçiliği
Ömer Seyfeddin ‘Yeni Lisan’ makalesinde ‘milli dil’ kadar ‘millî edebiyat’ ve ‘edebiyatın milliliği’ meselesi üzerinde de durmuştur. Ona göre, bu makalenin yayınlandığı tarihe kadar (1911) millî bir edebiyatımız yoktur. “Olanlar da muharebe ve tasavvuf tasvirlerinden ve iptidaî şarkılardan ibarettir. Görülüyor ki, şimdiye kadar millî bir edebiyat vücuda getirememişiz…”
Ömer Seyfeddin, Türk milletinin yavaş yavaş ‘yeni bir hayata ve yeni bir intibah devresine’ girdiği kanaatindedir. Bu sebeple, “Biz bütün bu karanlıklardan uzak, hür ve müstakil, ilim ve edebiyat için çalışacağız. Gayemiz millî lisan, millî bir edebiyat vücuda getirmek olacaktır.” [5]
“Millî edebiyat şekilce, lisanca, manaca bizim hususiyetlerimize hâiz bulunacaktı. Milli veznimiz hece usulü idi. Milli lisanımız bütün Türklüğün dimağı olan İstanbul’da her gün konuştuğumuz lehçe idi. Edebiyatımızın başka milletlerin edebiyatlarına benzemeyen hususiyetleri ancak bize ait sayılabilirdi.”
Ömer Seyfeddin, ‘milli edebiyat’ oluşturabilmek için üç unsuru esas alıyordu:
a) Dil ve anlatımda, milli dil ve sade üslûp kullanmak.
b) Konuları millî tarih ve milli coğrafyadan seçmek.
c) Şiirde millî ölçü olan heceyi kullanmak.
O, ‘edebiyatsız edebiyat yapmak’ istiyordu. Yani edebî eserleri; lüzumsuz söz, şekil, mecaz ve hayal sanatlarıyla süslemeden, parlak cümleler kullanmadan yazmak düşüncesindeydi. Bunu da başardı. Ahmet Midhat Efendi’den sonra Türk halkına okumayı en çok sevdiren yazarlardan biridir. Çünkü o, dilini, konuşulan halk Türkçesinden, konularını millî tarihimizden ve toplum hayatımızdan alıyordu.
Ömer Seyfeddin, birçok kişi gibi edebiyata şiirle başlamıştır. Roman ve tiyatro türünde de eserler vermesine rağmen, asıl başarısının hikâye alanında göstermiştir.
Onun hikâyelerindeki milliyetçi ruhu, asker olarak Balkanlarda yaşarken istiklal peşindeki zalim Balkan komitacılarının Türklere ve Müslümanlara reva gördüğü zulüm ortaya çıkarmıştı. Millî duygularının kuvvetli oluşu, onun birçok hikâyelerinin, Türk-Osmanlı tarihinin fazilet, iman ve kahramanlık olaylarından alınmış konu ve temalarla süslenmesi sonucunu doğurmuştur. En başarılı olduğu hikâyeler de, tamimiyle destanî bir ruhla yazdığı millî- tarihî hikâyelerdir. Bu hikâyelerinin ana ekseni ‘din-devlet-vatan-millet’ dörtlüsü üzerine oturuyordu. Pembe İncili Kaftan, Kütük, Ferman, Başını Vermeyen Şehit, Vire, Forsa, Teke Tek, Topuz, Kaç Yerinden, Bomba, Bir Çocuk: Aleko, Gizli Mabet, Bahar ve Kelebekler, Hürriyet Bayrakları, Kızıl Elma Neresi, Yalnız Efe, Primo Türk Çocuğu onun başlıca millî hikâyelerindendir.
Ömer Seyfeddin, hikâyeciliğimizde bir dönüm noktasıdır. Ondan önce de hikâye yazan yazarlarımız vardı ama dilleri sürçüyordu ve edebî endişelerden arınamıyorlardı. Dili, deyişi, konuları ‘Türk’ olan hikâyeyi Ömer Seyfeddin’e borçluyuz. O, sanatıyla ülküsünü birleştirmiş bir sanatçıydı. Onun ülküsü, milliyetçilik ülküsüydü. “Mademki Türk’üz, o halde Türk görür, bir Türk gibi düşünür, bir Türk gibi duyarız ve bir Türk gibi yazarız.”
Milli Mücadele’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin manevi mimarları arasında yer alan Ömer Seyfeddin’in ‘siyasi ve fikri milliyetçiliğini önümüzdeki sayıda açıklayacağız. Vefatının 98. yıldönümünde ruhu şad, mekânı cennet olsun.
[1] Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfeddin, İst. 1947, s.11
[2] “Yeni Lisan” makalesinin tam metni için Ali Canip Yöntem’in adı geçen eserine bakınız.
[3] Ömer Seyfeddin, Türklük Ülküsü (Hz. Sakin Öner), 2. Baskı, İstanbul 1977.
[4] Ömer Seyfeddin, “Türkçeye Karşı Enderunca” Türk Sözü dergisi, yıl 1, S. 4, 1 Mayıs 1330/1914
[5] Ömer Seyfeddin, Bütün Eserleri Makaleler I, Dergah Yay, İst 2001, s. 111
[6] Ömer Seyfeddin, age., s.369