Hakkı Şafak Ses

Tüm yazıları
...

TUZAĞI BOZMAK!..

Hakkı Şafak Ses, 20 Kasım 1955 tarihinde Manisa’da doğdu. Babasının Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olması sebebiyle, eğitim ve öğrenim hayatına Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde devam sırasıyla; ilkokul tahsilini Polatlı Mehmet Gönenç ilkokulunda, ortaokul tahsilini Bornova Suphi Koyuncuoğlu Lisesi’nde ve lise tahsilini de 1972 yılında Erzurum Lisesi’nde tamamladı.

Karadeniz Teknik Üniversitesi Jeodezi ve Fotogrametri (Harita Müh.) bölümünde üniversite tahsiline devam ederken, KTÜ Öğrenci Derneği yönetim kurulu üyeliği ve daha sonra 1977 yılında üniversiteden mezun olana kadar da KTÜ Öğrenci Derneği Başkanlığı görevlerini yürüttü. 1977 yılında evlendi.

1977 yılında, Milliyetçi Hareket Partisi’nin iktidar ortağı olduğu 2. koalisyon hükümeti döneminde, Gün Sazak’ın meclis dışından Gümrük ve Tekel Bakanlığı görevini yürütürken, kadrosuna aldığı 23 kişiden biri olup gümrük ve tekel kontrolorlük görevinde bulundu.

Bu görevinin ardında Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkücü Kuruluşlar Ege Bölge Eğitimcisi olarak parti faaliyetlerine devam etti.

11 Kasım 1980 günü MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davasında gıyabi tutuklu olarak aranmaya başlanan Hakkı Şafak Ses; 18 ay sonra 1982 yılı Haziran’ında 4 yıl 1 ay boyunca tutuklu kalacağı Mamak Cezaevine konuldu.

1991 yılına kadar süren dava sonunda beraat etti. Türk Milliyetçiliği ve ülkücü dünya görüşü ile ilgili çeşitli makaleleri birçok yayında yer aldı.

Karadeniz Teknik Üniversitesi Mezunları Dayanışma Vakfı üyesi olan Hakkı Şafak Ses, 1987 yılından itibaren özel sektörde turizm alanında yatırımlar yapan bir şirketin 5 yıl boyunca genel müdürlüğünü ve yönetim kurulu üyeliği yaptı.

1993-1995 yılları arasında Türkiye’de tarım alanında özel sektöre ait, başarıyla başlayıp biten ve ilk Euroka projesi olma özelliğini gösteren “asma fidanı üretim tesisleri” ile birlikte kendi şirketini kurdu.

Halen tarım sektöründe çalışmalarına devam etmektedir. 2008 yılı içerisinde kurulmasına öncülük ettiği Fidan Üreticileri Alt Birliği’nin (FÜAB) kurucu başkanlığı ve Türkiye Tohumcular Birliği’nin (TÜRKTOB) yönetim kurulu başkanlık görevlerini yürütmekte olan Hakkı Şafak Ses, evli ve iki çocuk babasıdır.

İletişim:hses2@icloud.com

Hakkı Şafak Ses

Hem iç siyasette hem de dış siyasette gerginlik arttıkça aynı oranda ülkemizde belirsizlik ve kaosun boyutları da büyüyor. “Çare nerede?” sorusu, karamsarlığımızı beslemeyen ve cevabını bekleyen bir soru olarak karşımızda yıllardır duruyor. Vatandaşlarımızın kafasında ve zihinlerinde çatallaşarak, derinleşen ve kördüğüm olan bu cevapsız soru güncelliğini korumaya devam ediyor.

İktidar ve muhalefetin günlük lafta kalan siyasi çatışmaları ve polemikleri havayı öyle puslu ve yapışkan hale getiriyor ki, aklıselim ile ülkemizi her yönüyle tehdit eden gerçek tehlikeyi ve kurulan tuzakları, millet olarak görme yetimizi her geçen gün yavaş yavaş kaybediyoruz.

İktidar ve muhalefeti temsil eden siyasilerin, yazarçizer ve yandaşlarının “kakofoniyi” bile daha anlamlı kılan kör döğüşünü bir kenara koyalım...

Önce milletimizin ve ülkemizin karşı karşıya olduğu, “varlığına” ve “vatanına” yönelik tehdidin taraflarını sadeleştirmeye çalışalım. Sonrasında da çaresizliğimizin “çaresi” üzerine düşüncelerimizi paylaşalım.

Tarihteki “Gordion” efsanesinde, İskender’in kılıçla parçalayarak güya çözdüğü düğümün hikâye edildiği topraklarda yaşıyoruz. Dünya tarihini değiştiren imparatorlukların gömülüp yeniden doğduğu yaşadığımız bu coğrafyada vatan sahibi olmak ve bu toprakları korumak elbette kolay ve de bedelsiz değil.

Şu soruyu sorarak başlayalım.

Dış tehdit odakları, iktidarın kötü yönetiminin sebep olduğu fırsatları değerlendirerek mi üzerimize çullanma hazırlığında yoksa mevcut iktidarı ilk yıllarda planlarının bir parçası olarak destekleyerek ve izleyeceği yolu bilerek bügünlerin hazırlığını mı yaptı?

Çünkü, bugün artık iç ve dış tehdit odaklarının tetikleyeceği en ufak bir istikrarsızlıkta Türkiye “üç çatışma cephesi” ile tehlikeli bir kaosa sürüklenme potansiyeline sahip hale geldi: Laikler-Cumhuriyetçiler; dinci siyasal İslamcılar ve bölücü “Kürtçüler”!..

Her gün iktidar ve muhalefet taraftarlarınca yapılan ve milletimizi gittikçe nefes almaz hale getirip boğan tartışmalar bu üç çatışma cephesinin gittikçe keskinleşmesine ve derinleşmesine sebep olmaya hızla devam ediyor.

Türkiye’de bu toplumsal çatışma cephelerinin derinleşmesi ve keskinleşmesi kimin, kimlerin işine yarar?

ABD, AB ve Rusya bu gelişmelerden ve bu sürecin devamından sizce memnun değil mi?

Öyle bir iç siyasi çatışma ve nefret denizine doğru iktidar ve muhalefet sözcüleri tarafından sürükleniyoruz ki niçin ve neden bu gidişten memnun olmasınlar?

Hem iktidarın devamından hem de muhalefetin bu halinden bence çok memnunlar ve asla değişmelerini istemiyorlar!..

Ne iktidarın düşmesini ve ne de muhalefetin iktidara alternatif güçlenmesini istiyorlar.

Çünkü gidişattan çok memnunlar.

Türkiye, oluşturulan tehdit algısı ile mecburen sınırları dışında savunma hatları ve cepheleri oluşturmak mecburiyetinde bırakılıyor. Diğer yandan da “iktidarın” ayrıştırıcı ve milletin yüzde ellisinden fazlasını dışlayıcı dili ile içte milli birlik zayıflatılıyor. Kendisini tehdit olarak görmeyen ve işaret etmeyen hatta kendisine, bazı bileşenlerince göz kırpılan bir muhalefet de planlarının başarısı için ayrıca ilave ikramiye oluyor.         

Bakar mısınız? Ayasofya ve Karadeniz gazı tartışmalarına!.. İktidarın dili ne kadar ayrıştırıcı, tahrik edici ve dışlayıcı ise muhalefetin de “tamam, evet, ama” diye başlayıp devamında sıraladığı cümleler her seferinde “iktidara” -siz milli ve yerli değilsiniz… siz milli olan her şeye karşısınız- suçlamasına fırsat vermeye devam ediyor.

Niçin?

Çünkü iktidar milletin her ortak değer ve menfaatlerini AKP patenti ile “markalaştırmak” peşinde. Yani oya tahvil peşinde... Milli ortak değerler üzerinden, siyasi çıkar için milletin bir bölümünü tahkir ve dışlayıcı bir dilde ısrar ediyor. Kendisine bağımlı hale getirdiği oy potansiyelini muhalefete karşı nefret ve ihanet suçlaması ile konsolide etmek istiyor.

Muhalefet ise her olayda tehditin odağına sadece “AKP ve Cumhurbaşkanını” koyarak iç siyasetin kısır ve dar sokaklarında, Batıyı ürkütmeden hatta onlara göz kırparak siyaset yapma peşinde.

Hiçbir şekilde Türk milletine ve Türk devletine yönelik dış tehdit odaklarını netleştirmek, işaret etmek ve onlara gereği gibi tavır almak, cevap vermek akıllarına bile gelmiyor.

Niçin acaba?

“NATO” kafalı olmak yüzünden mi?

Acaba Batı olmadan, ABD-AB olmadan Türkiye’de iktidar olunmaz, olunsa bile iktidarda durulmaz diye mi düşünüyorlar?

Niçin her siyasi karşıtlıkta “iktidar” karşısında düştükleri yer ve pozisyon “emperyalistlerle” iş birliğinin gölgelediği alan oluyor?

Bu duruma acaba isteyerek bilerek razı mı oluyorlar? Ve niçin hiç içlerinden itiraz eden birileri çıkmıyor?

Siz kendinizi ABD, AB ve Rusya’nın yerine koyun.

Hedefinizde, SSCB’nin dağılmasından sonra Balkanlar’ın, Ortadoğu’nun ve Kafkasya’nın ekonomik, siyasi paylaşım planları olsun. Ve aynı zamanda ortak diğer bir ikinci hedefinizde, SSCB’nin dağılması ile ortaya çakan yeni Türk devletleri ile Türkiye’nin sosyal, kültürel ve ekonomik iş birliği ile ortaya çıkacak ve kendileri için de hiç iyi sonuçlar doğurmayacak olan yeni kontrol dışı gelişmeleri önlemek için Türkiye’yi dağıtmak olsun…

Bu stratejik planınızın en kritik taktik hedefi de Türkiye’de çatışma alanlarını keskinleştirmek, toplumsal iç barışı bozmak ve derinleştirmek olsun. Bu plan gereği mevcut iktidar ve muhalefetten daha iyi, planınızın gerçekleşmesi için zımni bir destekçi ve yardımcı bulabilir misiniz?  

Her geçen gün bir yandan Türkiye’yi sınır ötesi harekatlara mecbur bırak... A-simetrik savaş unsurlarını kullanarak savaş alanlarında cepheleş, diğer yandan da çok cepheli bir savaşta bir milletin, en büyük ve olmazsa olamaz gücü olan “milli birliğini” bozacak, birbirine düşürecek “iktidar” ve “muhalefet” varlığından rahatsız ol!.. Bu sizce gerçekçi mi?

Elbette değil.

İktidarın bu gerçeği görmemesi, görememesi mümkün mü?

Değilse bunun adı ne olur sizce?

Irak’ta ABD ile cepheleş, Suriye’de Rusya ile cepheleş, Akdeniz’de AB ile cepheleş sonra dön Türkiye’de yüzde altmış oy sahibini rahatsız eden onu dışlayan, tahkir eden ve dinden-imandan çıkaran bir dille seçim hesaplarına dayalı bir siyaset dili oluştur?

Cepheleştiğin düşmanlarının istediği bir göz, sen ona veriyorsun iki elâ göz.

Muhalefet ise “Şu iktidardan ve Erdoğan’dan bir kurtulsak gerisi çok kolay” basitliği ile siyaset yapma peşinde.

“AKP’nin iktidarından bir kurtulsak ABD, AB ve Rusya geri çekilir.”

“Yunanistan ve Suriye iddialarından vazgeçer.”

“Mısır’da Sisi bayram ilan edip elçisini gönderir.”

“Mavi Vatan sınırlarımız taraflarca sorunsuz kabul edilir.”

“Yunanistan, adaları gelin eşit bölüşelim komşu der!..”

Bunlara mı inanalım şimdi?

Hem dış dünyada cepheleş ve hem de içeride cepheleş. Birde bunun üstüne kurnazca “Hangi akla ya da projeye hizmet ediyorsunuz?”  diyen herkesi de “vatan haini” ilan et!..

“Çare nedir?” sorusunun tek cevabı var: Fırsat varken, demokrasi içinde hem iktidarın hem de muhalefetin siyaset çizgisini ve dilini sonlandırması...Ya da onlar bu dil ve çizgiden vazgeçmez ise milletin onlardan kurtulmasının yolunu bulması ve açılmasıdır.

Bu durumda elbette en kritik görev ve sorumluluk Türk milliyetçilerinin, Ülkücülerin ve vatanseverlerindir.

Fakat maalesef MHP ve İYİ Parti’nin siyasi konumlanmasındaki cepheleşmiş hali bu görev ve sorumluluğun başarılması için elzem olan ve özlenen birliğin “karargâhız” kalmasına sebep olmaktadır.

Çünkü biri muhalefet olarak “Millet Cephesinde” diğeri iktidara destek olarak “Cumhur Cephesinde” gaflet ve siyasi aymazlık ile aslında aynı amaca hizmet etmektedirler.

Hangi amaca dersiniz?

Türkiye’nin hem içeride hem de dışarıda cepheleşmesini planlayan ve yüzyılın değil, bin yılın hesaplaşmasına hazırlanan Batı’nın” stratejik amacına tabi ki!

MHP, AKP’nin siyasi İslamcı ve Türk milliyetçiliğine karşı siyasi çizgiye sahip kadrolarının iktidarı ile “dış tehditlerin” saf dışı edileceğine inanarak iktidara destek olmakta.

İYİ PARTİ de “dış tehdit” odaklarını görmezden gelerek, sadece muhalefet cephesinin saflarında AKP iktidarının sonlanması ve sistem değişikliği ile sorunların düzeleceği iddiasıyla siyaset yapma peşinde.

Yani MHP, iç çatışma ve cepheleşme alanını derinleştiren AKP’nin yanında; İYİ Parti de “dış tehdit” tanımlamasını netleştirmeden, gündeme getirmeden, CHP siyasetinin AKP karşıtlığı çizgisinde yürüyerek siyaset yapma peşinde.

Peki iki cepheye de yanlışsınız diyecek, Türk milletine gerçek kurtuluş ve çareyi gösterecek Türk milliyetçileri nerede?!..

Karargâhız ve darmadağınık!..

Demokrasilerde millete güven veremeyen “muhalefet”, iktidar değişikliğinin kapılarını açamaz.

Milli varlığın ve vatanın hedef olduğu yerde ise toplum, iktidarda kimin olduğuna değil düşmana kimin karşı durup mücadele verdiğine ve verebileceğine bakar.

Mevcut tabloda milletin kafasını en çok karıştıran ve refleksiz kalmasına sebep olan en büyük vebal “bölünmüş” ve karşılıklı iki cephede mevzilenmiş olan Ülkücülerdir.

Vatandaşın elli yıllık siyasi tarihimizde hafızasına ve aklına kazınmış olan “Ülkücülerle” ilgili bir gerçek vardır:

“Ülkücüler, vatan hainleri ile aynı safta olmaz. Türk milletini hedef alan dış tehdit odakları ve yerli işbirlikçilerine karşı tek safta çelik yumruk olurlar ve gereğini yaparlar.”

Çünkü Türkeş liderliğindeki tarihimiz, bu gerçeği tüm Türk Dünyasında zihinlere nakşetmiştir.

Şu düştüğümüz ve düşürüldüğümüz vaziyetimize ve halimize bakar mısınız?

AKP’nin safında ve onların “hainler, dış güçlerin işbirlikçisi” diye suçladığı milletin yüzde ellisine karşı üçte birimiz AKP’liler ile aynı sazın teline birlikte vururken; diğer üçte birimiz de ağzına hiçbir emperyalist dış gücün tezgâh ve saldırısını almayıp, CHP’nin solunda konumlanan HDP’yi de görmezden gelerek CHP’nin safında, sağında durmakta hiç bir beis görmüyorlar.

Acı olan şey ise her iki cephenin lider partilerinin sözcüleri, yöneticileri, “Biz hain ve dış güçlerin işbirlikçisi olsak hiç MHP’liler, Ülkücüler bizimle olur mu, bizi desteklerler mi?” diyerek hem CHP ile ve hem de AKP ile aynı saflarda duran Ülkücüleri göstererek kendilerini savunmalarıdır. Millet nezdindeki güvenilir ve tertemiz fikri mazimizi istismar ederek kendi siyasi çıkar sofralarına meze yapmaları, sadece bu duruma sebep olanlar için zillet değil, aynı zamanda bu durumu seyredenler için de yürek yakan bir acıdır.

Bu tablonun sorumluları iki kişi ve üç gruptur.

Biri Sn. Devlet Bahçeli ve onunla yol yürüyenler!..

İkincisi Sn. Meral Akşener ve onunla yol yürüyenler!..

Üçüncüsü de bu olanları seyreden ve gereğini yapmayan, kenarda bekleyen “Ülkücülerdir.”

Çare nedir? sorusundan önce biz Ülkücüler şu soruyu sormalıyız: Nasıl oldu da birbirini hainlikle ve dış güçlerle iş birliği ile suçlayan iki cephe arasında bölündük ve sebebi kim ve neler olursa olsun birbirimizi hain ilan eder duruma nasıl düştük, nasıl düşürüldük?

Milletin kafasını biz karıştırıyoruz! Çünkü onlar çarenin bizim birliğimiz ve diğer vatansever unsurlarla tek safta buluşmamız olduğunu biliyorlar.

Bizi bekliyorlar!

Biz de tek bir karargâhta buluşmayı.

Bu durumda bilelim ve emin olalım ki vebal ve belâ, hem engelleyenlerin ve hem de birliğin yolunu bulup başaramayanların üzerine eşit olarak yağacaktır.

TANRI TÜRK’Ü KORUSUN