Sakin Öner

Tüm yazıları
...

Türk Milliyetçiliğinin Güncel Meseleleri - 8

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

24. Suriyelilerle demografik yapımız değiştiriliyor

Ülkemizin önümüzdeki günlerde karşı karşıya bulunduğu önemli sorunların başında, ‘Suriyeli sığınmacılar’ gelmektedir. Şu anda ülkemizde 3,5 milyonu resmi, 1,5 milyonu gayrı resmi 5 milyon civarında Suriyeli sığınmacı bulunmaktadır. Türkiye’nin bütün şehirlerine yayılmış olan Suriyeliler, bazı Güneydoğu il ve ilçelerinde çoğunluk durumuna geçmişlerdir. Suriyeli sığınmacılar, Türkiye’nin geleceği için büyük bir tehdit oluşturmaktadırlar. Şu anda nüfusumuzun 20’de 1’ini oluşturan sığınmacıların, 15 yıl sonra 13’te 1’ini oluşturacağı hesaplanmaktadır. Şu anda Türkiye’de yaşayan 0-4 yaş grubundaki Suriyeli sayısı 552 bindir. Bu sığınmacıların Türkiye’de kalması ülkemizin demografik yapısını büyük ölçüde değiştirecektir.

Yapılan anketlerde, Türk milletinin büyük çoğunluğunun Suriyeli sığınmacıların, Suriye Savaşı’nın bir an önce sonlandırılarak ülkelerine dönmelerini istedikleri ortaya çıkmıştır. En kötü tahminlerde Suriyelilerin yarısının geri dönmek istediği ifade edilmektedir. Eğer, Türkiye Suriyelilerin geri dönmesi için gereken şartları oluşturursa, bu oranın yüzde 95’lere çıkacağı hesaplanmaktadır. Suriye yönetimi de, Rusya’nın da yardımıyla,  ülkemizdeki Suriyeli sığınmacıların, ülkelerine dönmelerini istemektedir.

Kimler neden Suriyelileri Türkiye’de tutmak istiyor?

Bu konu üzerinde en ciddi araştırma ve analizleri yapan ve konuyu sürekli Türkiye’nin gündeminde tutan Prof. Dr. Ümit Özdağ ise Batılı ülkelerin, ülkemiz yöneticilerinin ve Batı destekli bazı sivil toplum örgütlerinin, Suriyelilerin ülkelerine dönmesini istemediklerini gerekçeleriyle şöyle anlatmaktadır: 

“Batı ülkeleri ve bilinçsiz yöneticilerimiz ise, Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de kalmasını istemektedirler. Ayrıca büyük bölümü Batı tarafından finanse edilen bazı sivil toplum örgütleri sürekli olarak ‘sığınmacılar geldikleri ülkede kalırlar, geri döndürmeye çalışmak boşuna çabadır’ şeklinde bir tezi işlemektedirler. Bu STÖ’ler mültecilerin ve sığınmacıların varlıkları ile sermaye oluşturmakta, proje yapmakta ve para kazanmaktadırlar. Çünkü Batı da bilmektedir ki, Türkiye’nin içinde oluşacak güçlü bir Arap milliyetçiliği Türkiye’ye karşı kullanılabilecek büyük bir baskı aracı olacaktır. Bundan dolayı, örneğin AB’nin Türkiye’de desteklediği projelerin hepsi Suriyelilerin Türkiye’ye entegrasyonu projeleridir. Hiç geri dönüş üzerinde çalışılmamıştır. Bu yüzden, toplum yavaş yavaş sığınmacıların burada kalmaları yönünde şartlandırılmaktadır.  Böyle bir şeyin gerçekleşmesi, Türk devleti ve milletinin başına gelebilecek en büyük felakete yol açacaktır.”(1)

Özdağ, emperyalizmin Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de kalmasını istemesinin nedenlerini şöyle açıklıyor: “Bunun iki nedeni vardır. Birincisi, Suriye’nin kuzeyinde kurulması hedeflenen PKK için coğrafya oluşturmak amacı ile etnik temizlik gerçekleştirmektir. İkincisi için ise önümüzdeki on yıllarda Türkiye’de çıkarılması hedeflenen iç savaş için Suriyeli Araplar aracılığı ile etnik sosyoloji oluşturmaktır.” Erdoğan da, Türk halkının tepkilerini kontrol altında tutarak Suriyelilere Türk vatandaşlığı vermeyi ve kalmalarını hedeflemektedir. İçişleri Bakanının açıklamasına göre şu anda 76 bin 443 sığınmacı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmuştur. Bunlar 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde oy kullanacaklardır.

Özdağ, bu konuda asıl amacın; Türk devletinin demografik yapısını değiştirerek millet kimliği yerine ümmet kimliğine dayanan yeni bir sosyoloji yaratmak olduğunu, bu sosyoloji üzerinde amaçlanan hilafet rejiminin daha rahat oturacağının düşünüldüğünü belirtmektedir. Türk milliyetçileri olarak; Suriye’nin boşaltılarak Fırat’ın doğusunun PKK’ya teslim edilmesine, Türkiye’de bir iç savaş sosyolojisinin oluşturulmasına, milli ve kültürel kimliğimizin erozyona uğramasına karşıdırlar. Millî bilincin yıkılarak yerine ümmet bilinci ve ümmet sosyolojisi inşa etme rüyasının bir hayal olduğuna inanmaktadırlar. Eğer bu hayaller gerçekleştirilmeye çalışılırsa, en büyük tepkiyi ve direnci Türk milliyetçileri göstereceklerdir.

25. Kıbrıs, işgal edilen Ege adaları, Akdeniz ve Ege petrolleri

Türk milliyetçileri, Kıbrıs’ta KKTC ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasındaki Türkiye’nin garantörlük haklarını ortadan kaldırmaya yönelik birleşme görüşmelerinden son derece rahatsızdır. Ayrıca Güney Kıbrıs Rum Hükümeti’nin,  KKTC’nin kıta sahanlığı dâhilinde bulunanlar dâhil, Kıbrıs çevresindeki Akdeniz petrol ve doğalgaz kaynaklarının ABD, Mısır, İsrail, Yunanistan ile birlikte aranması da son derece rahatsız etmektedir. 2010 yılında yapılan bir araştırmada, bu bölgede 8 milyar varil petrol ve 3,5 trilyon metreküp doğalgaz rezervi bulunduğu tespit edilmiştir. Bu arada ABD’nin 2019 yılında Güney Kıbrıs’la birlikte Akdeniz’de hidrokarbon yatakları araştırmalarına başlayacağı belirtilmektedir.

Ege’deki Türkiye’ye ait 18 ada ve 1 kayacığın Yunanistan tarafından işgal edilmesi, Yunanistan’a ait Ege adalarının uluslararası antlaşmalar hilafına silahlandırılması ve bu adaların çevresinde de, petrol ve doğalgaz aramalarına başlaması da büyük tehlike oluşturmaktadır. Bunların dışında Türkiye’nin Yunanistan’la kıta sahanlığı ve kara sularının 12 mile çıkarılması gibi sorunları vardır. Türkiye Cumhuriyeti devleti, bugüne kadar Ege’deki Türkiye’ye ait 18 ada ve 1 kayacığın işgali ile ilgili Yunanistan hükümetine hiçbir soru sormamış, bu işgalin sonlandırılması için hiçbir girişimde bulunulmamıştır. Yunanistan’ın Ege’deki Türk adalarını işgali ve Türk kıta sahanlığı olan bölgelerde de, petrol ve doğalgaz aramaları yapması konusunda Türk kamuoyu, yıllardır sadece Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri Em. Kur. Alb. Ümit Yalım tarafından bilgilendirilmiştir.

Yunanistan Başbakanı Çipras, 05 - 06 Şubat 2019 tarihlerinde iki gün süreyle Türkiye’yi ziyaret etmiş, Erdoğan ve Çipras tarafından düzenlenen ortak basın toplantısında, Ege Denizi’nde Yunan işgali altında olan 18 Türk Adası ve 1 Türk Kayalığı yine gündeme gelmemiştir. Çipras, 06 Şubat 2019 Çarşamba günü Heybeliada Ruhban Okulu’nu ziyaret etmiştir. Bu ziyareti takip eden Yalım,  ziyaret dönüşünde Heybeliada vapur iskelesinde Çipras’a  “Bay Çipras, size bir sorum var. Ege Denizi’nde işgal edilen Türk adalarını ne zaman boşaltacaksınız?” diye sormuş, Çipras’ın cevap vermekte tereddüt ettiğini görünce, konuyu biraz daha açarak,  Biliyorsunuz, Ege denizinde 18 Türk Adası ve 1 Türk Kayalığı Yunanistan tarafından işgal edildi” demiştir. Çipras, biraz düşündükten sonra, “Bu kesin değil” diye cevap vermiş, Yalım da kendisine, “18 Ada ve 1 Kayalık Türkiye’ye aittir” diye karşılık vermiştir. Çipras bunun üzerine hızla Yalım’ın yanından uzaklaşmıştır.

Yalım, Türkiye’nin dikkatinin başka yönlere çekilerek Ege ve Akdeniz’den kuşatıldığını, Yunanistan’ın, Meis Adası’nda Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmek için hazırlık yaparken Türkiye’nin, Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) gibi deniz yetki alanlarını belirleme konusunda geç kaldığını. Üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye’nin Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge ilan etme hakkı olduğunu belirtmektedir. Bence Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri Em. Kur. Alb. Ümit Yalım, günümüzdeki en büyük Türk milliyetçilerinden biridir.

Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Kıbrıs Türklerinin büyük bir mücadele sonucu kurduğu ve Türkiye’nin güvenliği için de büyük öneme sahip olan KKTC, çeşitli uluslararası hilelerle ortadan kaldırılmak ve Kıbrıs’ın yönetimi tamamen Güney Kıbrıs Rum Yönetimine bırakılmak istenmektedir. Böylece Türkiye Cumhuriyeti devletinin, uluslararası antlaşmalarla elde ettiği, garantörlük hakları, ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.

Türk milliyetçileri, Türkiye’nin Kıbrıs’taki hakları ve KKTC ortadan kalkarsa, hem oradaki soydaşlarımızın, hem de ülkemizin güvenliğinin büyük bir tehditle karşı karşıya kalacağını bilmektedirler. Bu yüzden, devletimizden hem Kıbrıs’taki haklarımızın, hem de Ege ve Akdeniz’deki petrol, doğalgaz ve hidrokarbon yataklarındaki haklarımızın korunmasını beklemektedirler.

26. Heybeliada ruhban okulu açılamaz

Yunanistan Başbakanı Çipras, Türkiye’ye yaptığı 5-6 Şubat 2019 tarihleri arasındaki iki günlük ziyareti sırasında Heybeliada Ruhban Okulu’nu da ziyaret ederek, bu okulun açılması konusu, yeniden Türkiye’nin gündemine gelmiştir. Belki de Çipras’ın ziyaret amacı buydu.  Çipras, din adamlarıyla birlikte okulun kilisesine gitmiş ve Fener Rum Patriği Bartholomeos’un yönettiği ayine katılmıştır. Ruhban Okulunun gezilmesi sırasında çekilen fotoğrafta Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ile sözde Bursa Metropoliti ve Heybeliada Ruhban Okulu Müdürü Elpidophoros Lambriniadis  aynı fotoğraf karesinde görüntülenmiştir. Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri Em. Kur. Alb. Ümit Yalım, “Bu resim, sözde Bursa Metropolitliği’nin, T.C. Cumhurbaşkanlığı tarafından tanındığını ve Anayasa’nın ihlal edildiğini gösteren somut bir belgedir” diyor.

Yalım bu konuda şu bilgileri vermektedir: “Lozan Antlaşması’nın 14. Maddesi ve Türk ve Rum Ahalinin Değişimi Sözleşmesi’ne göre İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada dışındaki tüm Rumlar mübadeleye tabi tutuldu ve tüm dini örgütler lağvedildi. Fener Rum Patrikhanesi, İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada dışında hiçbir yerde kilise ve dini örgüt açamaz. Ancak Fener Rum Patrikhanesi, 2004 yılında İznik ve Bursa’da, 2016 yılında da İzmir’de metropolitlik açtı. Patrikhane ve Patrik Bartholomeos Lozan Antlaşması’nı ve Anayasa’nın 90. Maddesini ihlal ederek TCK 309’da tanımlanan Anayasayı İhlal suçunu işledi.”

Anayasa Mahkemesi, 1971 yılında Türkiye’deki tüm özel okulların kapatılmasına karar vermiştir. Heybeliada Ruhban Okulu da bu karar gereği kapatılmıştır. Ardından çıkarılan 1472 sayılı intibak yasası ile gerekli koşulları yerine getiren Özel Yüksek Okullar kısa zamanda üniversitelerimizin bünyesine alınmıştır. Bu çerçevede, Heybeliada Ruhban Okulu’nun da, Lozan Antlaşması Md. 40’ın ‘eşit haklardan yararlanma’ hükmüne dayanarak Ankara Üniversitesi Teoloji Bölümü’ne bağlı liseye dayalı dört yıllık bir yüksekokul olduğuna karar verilmiştir. Ancak Patrikhane, Ankara Üniversitesi Senatosu’nun bu kararını kabul etmeyerek, Ruhban Okulu’num kapanmasını bizzat sağlamıştır.

Ortodoksluğun kalesi olan Yunanistan’da tüm dini okulların Eğitim ve Din İşleri Bakanlığı’na bağlı bulunmasına ve kiliseye bağlı dini okul bulunmamasına rağmen Patrikhane, bugün Heybeliada Ruhban Okulu’nun devlet denetiminde olmaksızın açılması için özel çaba harcamaktadır.  Lozan Antlaşması madde 40 ve 45 ile Anayasa’nın 90. maddesine göre, Batı Trakya’da İlahiyat Fakültesi açılmadan Heybeliada’da Ruhban Okulu açılamaz.

Heybeliada Ruhban Okulu, kuruluşundan bu yana Makarios dâhil çok sayıda Türk düşmanı Ortodoks din adamını yetiştirmiş, bir nevi ajan okuludur. Bugün 4 bin Türk’ün yaşadığı Rodos Adası’nda 1972 yılından beri müftü yoktur. Yunanistan’da Batı Trakya dışında, Selanik, Atina, Larissa ve diğer şehirlerde de müftülük bulunmamaktadır. Ruhban Okulu’nun açılmasını gündeme getirenlerin, bu gerçekleri de göz önünde bulundurmaları gerekir.

(Devam edecek)

(1) Ümit ÖZDAĞ, Yeniçağ, 31.12.2018