İletişim: sakinoner@hotmail.com
23. ‘Türk Dünyası’ unutturuluyor?
Türk milletinin milli kimliğine saldıran zihniyet sahipleri bir taraftan da Türk dünyasını unutturmaya çalışıyorlar. Bu zihniyet sahipleri, İslâm dünyası ile ilgilendikleri kadar Türk dünyası ile ilgilenmiyorlar. Orta Asya ve Kafkasya’daki Türk devletlerine ilgileri, Osmanlı coğrafyasında yer alan ülkelere gösterdikleri kadar değildir. Hâlbuki yıllar öncesinden, birçok kişinin “yurt dışında Türk yoktur” dediği dönemde, Türk milliyetçilerinin ‘Dış Türkler’, ‘Esir Türkler’ diye davaları ve ‘Türk Dünyası sevdası’ vardı. 20. Yüzyılın başlarında Türk milliyetçiliğinin ilk kanaat önderleri Hüseyinzade Ali Bey’in ve Ziya Gökalp’in bütün Türklerin vatanı anlamında ‘Turan’ isminde bir ülküleri, Yusuf Akçura’nın ‘Bütün Türklük’ diye bir davası ve Gaspıralı İsmail’in Türk Dünyası’nda ‘Dilde, fikirde, işte birlik’ ideali vardı. Atatürk de Türk dünyasındaki milletdaşlarımızla ilişki ve işbirliği kurulmasını istemiştir.
Bugün ise Türk milliyetçiliğine düşman olan zihniyet, İslâm dünyası ile ilgilendiği kadar Türk dünyası ile ilgilenmemektedir. Orta Asya ve Kafkasya’daki Türk devletlerine ilgileri, Osmanlı coğrafyasında yer alan ülkelere gösterdikleri kadar değildir. Hâlbuki dünyanın birçok yerindeki Türkler, bugün çeşitli sıkıntılar yaşamaktadır. Doğu Türkistan Türkleri, Çin’in asimilasyon ve jenosit (soykırım) politikalarına maruz kalmaktadırlar. Irak ve Suriye Türkmenleri sahipsizdir. Araplara ve Kürtlere gösterilen ilgi, Türkmenlere gösterilmemektedir.
Kıbrıs’ın durumu, Akdeniz ve Ege petrolleri, Ege’deki Türk adalarındaki Yunan işgali, Karabağ’daki Ermeni işgali, Kırım’daki Rus oldubittisi, maalesef Türkiye’nin gündeminde değildir. ‘Yeni Osmanlıcı’ zihniyetin, ‘sıfır sorun’ söylemiyle başlayan dış politikası, özellikle dünkü Osmanlı coğrafyasında bir tek dost ülke bırakmamıştır. Hatta daha önce dost olduğumuz Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi İslam ülkeleri bile karşımızda yer almışlardır. Yanlış politikalar sebebiyle ileride Kürt devletlerine dönüşebilecek Kuzey Irak’ta ve Suriye’de Fırat’ın doğusunda iki Kürt bölgesi oluşmuştur.
Doğu Türkistan’daki Çin zulmü
Doğu Türkistan 1949’a kadar bağımsız bir devletken 70 yıldır Çin’in fiilî işgali altında olup sistematik asimilasyon ve etnik temizlik uygulamaları ile mücadele etmektedir. Çin maden kaynaklarının yüzde 70’i Çin işgalindeki Doğu Türkistan topraklarından çıkarılmaktadır. Bu yüzden, Çin yönetimi son yıllarda oradaki 35 milyon milletdaşımıza, tarihin en büyük baskı ve zulüm politikalarını uygulamaktadır. Milletdaşlarımız, milli ve dini kimlikleri yok edilerek Çinlileştirilmeye çalışılmaktadır. Milletdaşlarımızın ana baba olmalarına izin verilmemekte, doğum kontrolü uygulanmakta ve zorunlu kürtaj yaptırılmaktadır. Türk kızları Çinlilerle evlenmeye zorlanmakta, çocukları küçük yaşlarda ellerinden alınarak Çin kültürüne göre yetiştirilmektedir. Her gün yüzlerce Çinli, Doğu Türkistan’a yerleştirilerek demografik yapı hızla değiştirilmektedir.
Türk dünyasının ilk defa İslâm ile tanışmış olduğu coğrafya olan Doğu Türkistan’da bugün camiler kapatılmakta, oruç tutmalarına, hacca gitmelerine ve namaz kılmalarına izin verilmemektedir. Seyahat özgürlüğü yoktur. Çin, şu anda 3 milyondan fazla Doğu Türkistan Türkünü ‘yeniden eğitim’ isimli toplama kamplarına almış durumdadır. Kamplarda 350 profesör ve aydının hayatını kaybettiği iddia edilmektedir. Doğu Türkistan’daki bu baskılar ve asimilasyon çalışmaları, eğitim alanında da görülmektedir. Bölge üniversitelerde eğitim Çince görülmektedir. Bu üniversitelerde eğitim imkânı bulan Müslüman oranı %20’ler civarındadır. Otuz yılda, dört kez alfabelerinin değiştirilmiş olması da, yine Müslüman halka yapılan bir asimilasyon uygulamasıdır.
Dünya Uygur Kongresi Başkanı İsa Dolkun, kamplardaki uygulamalarla ilgili şunları söylüyor: “O kamplarda insanlar çok zor şartlar altında hem fiziken hem de ruhen işkenceye maruz kalıyorlar. Kendilerini tamamen ‘Çinleştirmeye’ ve beyin yıkamaya maruz bırakıyorlar. Yani tamamen milli ve dini kimlikten uzaklaştırma amaçlı bir eğitim. Bunlar eğitim kampları değil toplama kampları. Elimizde 350 kişinin öldüğüne dair bilgiler var. Burada ölü sayısının ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Çok sayıda insanın dayanamayıp intihar ettiğine yönelik elimizde belgeler var.”
Doğu Türkistan konusunda uluslararası toplumun tepkisi ve Türkiye’nin rahatsızlığını Birleşmiş Milletler nezdinde dile getirmesi yetersizdir. Türk milliyetçileri olarak, Türkiye’nin Uygur Türkleri’ne sahip çıkmasını, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere Avrupa Parlamentosu, İslam İşbirliği Örgütü ve diğer uluslararası kuruluşlar nezdinde girişimde bulunarak, Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerine dikkat çekmesini ve Çin’e “Dur” denilmesini sağlamasını bekliyoruz. Aslında Doğu Türkistan davasının vebali, bu davayı Dünya kamuoyunun meselesi haline getiremeyen Türk Dünyası’nın üzerindedir. Bu davayı mevcut 7 bağımsız Türk devleti, özerk Türk toplulukları ve dünya üzerindeki bütün Türkler benimsemeli ve birlikte mücadele etmelidirler.
Kırım’daki fiili duruma son verilmelidir
Kırım Türkleri, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Sibirya’ya sürgün edilmişlerdir. Anavatanlarına, bu uğurda yıllarca mücadele eden ve ömrü zindanlarda geçen Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu sayesinde 1991 yılından itibaren dönmeye başlamışlardır. Kırımoğlu, 1989’da Kırım Tatar Millî Hareketi Başkanlığına, 1991’de Kırım Tatar Millî Meclisi Başkanlığına seçilmiştir. Kırım, SSCB’nin dağılmasından sonra özerk bir bölge olarak Ukrayna’ya bağlanmıştır. Kırımoğlu, 1998 yılında yapılan seçimler sonucunda Ukrayna Parlamentosu’nda Kırım Türklerini temsil eden milletvekili olmuştur.
Çeşitli zorluklarla anavatanlarına dönen Kırım Türkleri, 16 Mart 2014’te gerçekleştirilen gayrimeşru bir referandumla Rusya’ya bağlanmıştır. Kırım Türkleri için yeniden sıkıntılı bir dönem başlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti, bu durumu uluslararası hukukun ve Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ve egemenliğinin ihlali olarak görmüş ve tanımamıştır. Fakat bugün, Suriye Savaşı’nda Rusya ile aramızdaki yoğun ilişkiler nedeniyle Kırım’ın durumu ele alınmamaktadır. Rusya’nın Kırım’ı fiili bir durum yaratarak kendine bağlaması kabul edilemez bir durumdur. Devletimizin bu konuda daha aktif bir politika izleyerek Kırım Türklerinin hak ve hukuklarını korumasını bekliyoruz.
Irak ve Suriye Türkmenleri de sahipsiz
1918 Yılında ABD Başkanı Wilson tarafından ortaya koyduğu Wilson Prensipleri’nin 12. Maddesinde “Bugünkü Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Türk kesimlerine güvenli bir egemenlik tanınacak, Türk yönetimindeki öbür uluslara ise her türlü kuşkudan uzak yaşam güvenliğiyle özerk gelişmeleri için tam bir bağımsızlık sağlanacaktır.” denilmektedir. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bu maddeye göre projelendirilmiştir. Bu proje çeşitli bahanelerle önce 1. ve 2. Körfez Savaşları ile Irak’ta, daha sonra da Suriye’de hayata geçirilmiştir.
Dünyanın süper gücü ABD, önce Kuzey Afrika ülkelerinin yönetimlerini yeniden dizayn etmiş, sonra Afganistan’ı yeniden yapılandırmıştır. İki Körfez Harekâtı ile üniter yapıdaki Irak’ı (Şii-Sünni-Kürt) olmak üzere üç bölgeli federatif bir yapıya dönüştürmüş, Kuzey Irak’ta Barzani’nin kontrolünde özerk bir Kürt bölgesinin oluşumunu sağlamıştır. Bu süreçte birer Türkmen şehri olan ve zengin petrol yatakları bulunan Musul ve Kerkük’te Barzani’nin Kürt peşmergelerince tapu ve nüfus kayıtlarının yok edilmesine, bu şehirlere yoğun Kürt nüfusu iskân edilerek demografik yapının değiştirilmesine göz yummuştur.
Bu uygulama sırasında bölgedeki Türk varlığı göz ardı edilmiş, ezeli Türk toprakları olan bu bölge, Barzani ve Talabani tarafından ‘Kürdistan’ olarak tanıtılmıştır. Böylece bugünkü Kuzey Irak Kürt devletinin, ilk adımı atılmıştır. Bugün o bölge, o topraklarda gözü olanlar tarafından, Türk kimliğini yok etmek ve topraklarını elde etmek için (Bayır Bucak, Türkmen Dağı) adeta bir ateş çemberine alınmıştır. Telafer’i düşünen yoktur. Irak’taki Türkmen varlığının bekası, Türkiye’nin bekası ve birliğinin mihenk taşıdır. Türkiye’yi yöneten siyasilerin, bu gerçeği göz önünde bulundurarak Irak Türkmenlerine sahip çıkmaları gerekmektedir.
Şimdi Suriye’de, ABD ve müttefikleri tarafından Irak gibi (Şii-Sünni-Kürt) olmak üzere üç parçaya bölünmek isteniyor. Fırat’ın doğusunda PKK’nın Suriye kolu olan YPG/PYD’nin kontrolünde kantonlar halinde bir Kürt bölgesi oluşturulmuştur. Gelişmeler ABD-Rusya-Suriye’nin bu konuda gizli olarak anlaştıklarını ortaya koymaktadır. Bu bölgedeki Arap ve Türkmenlere baskı yapılarak Türkiye’ye sığınmaları ve Kürtlerin egemen olmalarını birlikte sağlamışlardır. Savaş ve göçler nedeniyle Halep ve Bayır Bucak Türkmenleri de çok zor durumda kalmışlardır. Bu Türkleri Rusya ve Suriye birlikleri bombalarken, Türkiye hiç sesini hiç çıkartmamıştır. Türkiye’nin bu ilgisizliği, Suriye Türkmenleri arasında büyük üzüntüye sebep olmuştur.
Şu anda güneyimizde Irak sınırında 384 km, Suriye sınırında Fırat’ın doğusunda 600 km. olmak üzere 984 kilometrelik ABD güdümünde bir Kürt kuşağı oluşturmuştur. Aynı zamanda 10,175 km uzakta olan ABD, bugün sınır komşumuz olmuştur. Maalesef Rojova koridorunun oluşturulmasında ve Kobani olayları sırasında Kürtlere en büyük desteği Türkiye vermiştir. Ayrıca Türkiye’ye 3000 km mesafedeki Rusya, Akdeniz sahilindeki üslerini güçlendirerek Suriye’ye iyice yerleşmiş ve sınır komşumuz olmuştur. Bu fiili durum, Türkiye’nin Ortadoğu’daki etkinliğini büyük ölçüde azaltmıştır.
YPG/PYD’yi terör örgütü saymayan ve Fırat’ın doğusuna yerleştiren ABD, Irak’tan Suriye’nin en üst noktasındaki Lazkiye’ye kadar tüm bölgeyi işgal ile Türkiye’yi güneyden bir ‘Kürt Koridoru’ ile kuşatmayı, hayalindeki ‘Büyük Kürdistan’ı Akdeniz’e ulaştırmayı ve Türkiye’yi dışlayarak tüm Ortadoğu petrol ve gazını dünyaya dağıtmayı planlamıştı. Bu amaçla, Fırat’ın doğusundan sonra batısındaki Menbiç’in de işgaline destek olmuştur. Türkiye, Menbiç’in ABD güdümünde YPG/PYD tarafından işgali üzerine, yaptığı başarılı Fırat Kalkanı ve Afrin Harekâtı ile ‘Kürt Koridoru’nun gerçekleşmesini önlemiştir. Türk milliyetçileri olarak devletimizin yaptığı bu harekâtı sonuna kadar destekliyoruz.
ABD, Menbiç’in PKK/YPG/PYD militanlarınca boşaltılacağı ve bu bölgenin ABD ve Türkiye tarafından denetleneceğini söylemiştir. Fakat çekilme gerçekleşmediği gibi, bir iki devriye harekâtından sonra konu kapanmıştır. ABD, iki ay önce Fırat’ın doğusundaki güçlerini çekeceğini de söylemiş, fakat halen sözünü yerine getirmemiştir. Son olarak Türkiye’nin, Fırat’ın doğusunda 30 km derinliğinde bir ‘Güvenli bölge’ oluşturma isteğini de desteklememiştir.
Sıra İran ve Türkiye’de
Sonuç olarak, birlikte eş başkanlığını yaptığımız Büyük Orta Doğu veya Büyük Amerikan Projesi ile stratejik ortağımız ABD ve NATO, Ortadoğu ülkelerinin haritalarını kendisine göre yeniden şekillendirmek üzere gelmişler ve Ortadoğu’yu cehenneme çevirmişlerdir. Suriye olayları, Büyük Amerikan Projesi’nin ve AB’nin eseridir. Bu uygulamaların nihai hedefi, Türkiye ve İran’dır. İran, Rusya’yı dost edinerek, sırasını savmış gözükmektedir.
ABD ve Batılı müttefikleri tarafından desteklenen PKK, Türkiye’de bir Kürt-Türk iç savaşı çıkartmak ve ülkemizi bölmek için 35 yıldır kanlı terör eylemleri yapmaktadır. Fakat bin yıldır aynı coğrafyada, aynı inanç ve kültürle yaşayan, kader birliği yapan ve evlilikler yoluyla kaynaşan Kürtlerle Türkleri, bir iç savaşa sürükleyememişlerdir. Bunda devletimizin kurucusu Atatürk’ün izlediği ‘üniter yapıdaki milli devlet politikası’nın da büyük payı vardır.
Büyük Hun Hakanı Atilla, “Sınırlarınızda problem varsa, sınırlarınızın ötesine geçin.” demiştir. Onun için halen bölgenin en güçlü ordusu olan Türk ordusu, ülkemizin güvenliği için bölgede gerekli harekâtı yapmalı, Kandil bataklığını kurutmalı, ülkemizin güvenliğini sağlamalıdır.
(Devam edecek)