İletişim: sakinoner@hotmail.com
21. Osmanlıca mı, yeni yazı mı?
Son yıllarda yapılan tartışmalardan biri de “Osmanlıca kaldırılıp Latin alfabesi kabul edilince, bin yıllık kültürümüzden koptuk, mezar taşlarımızı bile okuyamıyoruz” şeklindedir. Bu tartışmanın ne kadar gerçekçi olduğunu inceleyelim.
Harf inkılâbı; Türkiye’de 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı “Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun”un kabul edilmesi ile o tarihe kadar kullanılan Osmanlı Alfabesi’nin yerine, Latin Alfabesi’nin Türkçeye uyarlanmış bir biçiminin kullanılması sürecine verilen isimdir. Aslında harf inkılâbı ile değişen, dil değil, alfabedir. Dil yine Türkçedir. Onun için Osmanlıca, aslında Osmanlı Türkçesidir.
Türkler, İslâmiyet’in kabulünden önce Göktürk ve Uygur alfabelerini kullanmışlardır. İslâmiyet’i toplu olarak kabul ettikleri 10. yüzyıldan itibaren Arap alfabesini, Türkçe ses sistemine uyarlayarak benimsemişlerdir. Bunu takip eden 900 yıl boyunca Türkçe’nin gerek Batı (Osmanlı), gerek Doğu lehçeleri, Arap alfabesinin Türkçeye uyarlanmış bu biçimi ile yazılmıştır.
Osmanlıcanın okunması ve yazılması yeni yazıdan zordur
Aslında Arap alfabesi ile Osmanlıca alfabe birbirinden çok farklıdır. Osmanlıca ve Arağçanın farkları ve zorluklarını gözden geçirelim.
a. Arapçada Arap gramerini, imlasını tamamen bilmek gerekir. Arapçada kullanılan bütün kelimeler Arapçadır. Sesli harfler yazılmaz, (hareke) dediğimiz, harflerin altına ve üstüne getirilen işaretlerle (üstün, esre, ötre, cezm, şedde, tenvin vb.) belirtilir.
b. Terkipler (tamlamalar) tamamen Türkçe tamlama sisteminden farklıdır. Türkçede (tamlayan) önce, (tamlanan) sonra geldiği halde, Arapçada tamamen tersidir. Tamlayan ve tamlanan kelimeler arasına (-al, -el, -ıl, -il, -ul, -ül) gibi harf-i tarifler gelir. (Şems-ül-mekâtib: Mekteplerin güneşi gibi). Arapça harfler ‘şems’ ve ‘kamer’ harfleri olarak ikiye ayrılır. Şems harfleriyle başlayan bir ismin başına (al, -el, -ıl, -il, -ul, -ül) takısı gelince (lâm) harfi okunmaz. Lâmdan sonraki harf şeddelenerek (-az, -ez, -üş) okunur. Kamer harfleriyle başlayan bir ismin başına (-al, -el, -ıl, -il, -ul, -ül) gelince, aynen okunur.
c. Arap alfabesi toplam 28 harften oluşur. Osmanlıcada, Arap harflerinin yanı sıra Farsçadaki (p, ç ve j) harfleri de kullanılmıştır. Bu 31 harfin dışında, Türkçedeki ince (g) sessiz harfini belirtmek için (kef) harfine bir çizgi eklenerek gef, genizsi (n) sessiz harfi için üç nokta eklenerek nef (sağır kef, kâf-ı nunî), (lâm) ile eliften lâmelif, hemze ile (h) harfinin sesli şekli olan hâ-i resmiye harfleri oluşturulmuştur.
d. Osmanlıca sağdan sola doğru yazılır. Arap harflerinde temel ve küçük harf ayrımı yoktur. Noktalama işaretlerinde kesin kurallar bulunmamaktadır. Zaten noktala işaretleri, I. Tanzimat Dönemi yazarlarından Şinasi tarafından kullanılmıştır.
e. Arap harfleri sözcüklerin başında, ortasında ve sonunda farklı biçimde yazılır. Bazı harfler (dal, zel, re, je, vav) bir sonraki harfle birleşmez.
f. Arapça ve Osmanlıcada bazı sesler için birden fazla harf kullanılır. Örnek: (s) sesi için (se, sin, sat), (h) sesi için (ha, hı, he), (z) sesi için (zel, za, zı), (d) sesi için (dal, dat), (k) sesi için (kaf, kef) harfleri kullanılmıştır. (Ye) harfi bazen (y), bazen (ı, i) yerine, (vav) harfi bazen (v), bazen (u) harfi yerine kullanılmıştır. Bu harflerin hangi harf yerine kullanıldığı cümlenin akışından anlaşılır ve ona göre okunur.
g. Bazı kelimeler de aynı harflerle yazıldığı için okunması zordur. Bu tip kelimeler, cümlenin genel anlamına göre değerlendirilerek okunur.
Harf reformu tartışmaları ne zaman başladı?
Görüldüğü gibi Osmanlıca, Türkçe dil kuralları yanı sıra Arapça ve Farsça dil kurallarının da bilinmesi gereken bir dildir. Bu yüzden Osmanlıcayı öğrenmek çok zordur. Bunun için Türkiye’de alfabe reformu önerileri 19. yüzyıl ortalarından itibaren duyulmaya başladı. Bu konudaki öneriler ikiye ayrılıyordu: Osmanlıca yazısının düzeltilmesini isteyenler ve Latin alfabesinin kabulünü isteyenler.
Osmanlıca yazısının düzeltilmesini isteyenlerin başlıca gerekçesi, bu yazının Türkçenin ünlü (sesli) harflerini ifade etmekte yetersiz kalmasıydı. Bu sorundan doğan imlâ kargaşası, yazılı basının ve resmi okul kitaplarının yaygınlaşması ile daha çok hissedildi. 1870’lerden itibaren Türkçenin standart bir sözlüğünü oluşturma çalışmaları da imlâ konusunu gündeme getirdi.
Latin alfabesinin Türkçe’ye uyarlanması görüşü ilk kez 1860’lı yıllarda Azerbaycanlı Feth Ali Ahundzade tarafından ortaya atıldı. 1908-1911 döneminde Latin esaslı yeni Arnavut alfabesinin benimsenmesi, Türk aydınları arasında yoğun tartışmalara neden oldu. 1911’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Arnavut kolu Latin esaslı alfabeyi kabul etti. 1911 yılında Manastır-Bitola’da Latin harfleriyle basılan ilk Türkçe gazete yayınlandı. Zekeriya Sami Efendi’nin Latin harfleriyle neşrettiği adı Eças (Fransızca imlâ ile çıkan ‘Esas’ diye okunan ve Cumartesi günleri yayınlanan bu gazetenin ancak birkaç sayısı günümüze ulaşmıştır. 1914 yılında Kılıçzade Hakkı’nın yayınladığı Hürriyet-i Fikrîye adlı dergide çıkan beş imzasız makale, Latin harflerinin yavaş yavaş kullanılmalarını öneriyor ve bu değişikliğin kaçınılmaz olduğunu ileri sürüyordu.
19. yüzyılın son çeyreğinde İstanbul ve Anadolu’da Rum ve Ermeni harfleriyle basılan gazete ve kitaplar önemli bir sayı tutmaya başlamıştı. Bu yayınların kazandığı popülerlik, Türkçe’nin Arap yazısından başka yazıyla da yazılabileceği düşüncesinin benimsenmesine yardımcı oldu. 1922’de Azerbaycan’ın Latin alfabesini kabulü Türkiye’de büyük yankı uyandırdı.
Osmanlıcadan yeni yazıya nasıl ve niçin geçildi?
Atatürk de, alfabe reformu konusuyla 1905-1907 yılları arasında Suriye’deyken ilgilenmeye başlamıştır. Eylül 1922’de Hüseyin Cahit (Yalçın)’in İstanbul mensuplarıyla yapılan bir toplantıdaki “Neden Latin harflerini kabul etmiyoruz?” sorusuna, Atatürk “Henüz zamanı değil” diye cevap vermiştir. 1923’teki İzmir İktisat Kongresi’ndeki aynı yolda yapılan bir öneri ise Kongre Başkanı Kâzım Karabekir tarafından “İslam’ın bütünlüğüne zarar vereceği” gerekçesiyle reddedilmiştir.
28 Mayıs 1928’de TBMM’nin çıkarttığı, 1 Haziran’dan itibaren resmi daire ve kuruluşlarda uluslararası rakamların kullanılmasına yönelik yasaya önemli bir tepki gelmeyince harf reformu için bir komisyon kurulmuştur. Komisyonda yeni alfabenin hayata geçirilmesi için 5 ila 15 senelik geçiş süreçleri öngörülmesi üzerine Atatürk “Bu ya üç ayda olur ya da hiç olmaz” diyerek zaman kaybedilmemesini istedi. Atatürk, Latin Kökenli Türk Alfabesi tamamlandıktan sonra 9 Ağustos 1928’de Gülhane’de halka tanıtmıştır.
Harf inkılabı yapılmadan 1927’de yapılan nüfus sayımında okuryazar oranı yüzde 10,5’tir. On yıl sonra 1935 nüfus sayımında (Yeni Latin harfleri ile 7 eğitim dönemi sonrası) yüzde 20,4’e ulaşmıştır. Çünkü yeni Türk alfabesi, Türkçenin seslerine uygun olduğu, söylendiği gibi yazıldığı için öğrenmesi çok kolaydır. Fakat, bugün geriye baktığımda, Harf inkılabı yapılırken, liselere seçmeli olarak Osmanlıca dersi konulsaydı daha iyi olurdu, diye düşünüyorum.
Özel eğitim almadan mezar taşlarını okuyamazsınız
Yeni Osmanlıcıların ve Siyasal İslamcıların Osmanlıcayı savunmaları bilimsel değil, ideolojiktir. Hele “Osmanlıca bilinmediğinden çocuklarımız el yazması eserleri ve mezar taşları ile kitabeleri okuyamıyorlar” iddiası çok daha komiktir. Ben İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı (Türkoloji) bölümünde ve dört yıl Osmanlıca ilminin duayenleri merhum Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Prof. Dr. Muharrem Ergin, Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan, Prof. Dr. Abdülkadir Karahan ve Prof. Dr. Sadettin Buluç’tan Osmanlıca dersi okudum. Ömer Seyfettin’in (Ameli Siyaset) ile (Türklük Mefkûresi -Ülküsü) isimli kitapları ile Yusuf Akçura’nın 1928 Yılı Türk Yılı’ndaki 128 sayfalık Türkçülük makalesini) Osmanlıcadan yeni yazıya çevirdim. Buna rağmen iddia ediyorum; gerek Türkoloji, gerek Tarih, gerek Arap-Fars Filolojisi ve gerekse İlahiyat mezunları, özel yazı eğitimi almamışlarsa, matbu evraklar dışındaki Osmanlıca el yazmalarının hiçbirini okuyamazlar. Osmanlıca yazının (Kûfi, Nesih, Rik’a, Sülüs, Ta’lik ve Divanî) gibi yazı stilleri vardır. Her birinin yazılışı farklıdır. Bunlarla yazılmış metinleri okumak için uzmanlarından uzun bir eğitim almak gerekir.
2-6 Aralık 2014 tarihleri arasında Antalya’ yapılan 19. Milli Eğitim Şurası’nda, gençlerimizin ecdâdımızın yazdığı yazıları, mezar taşlarını ve devlet arşivlerindeki belgeleri okuyabilmesi için Osmanlı Türkçesi dersinin Bilimler Lisesi’nde olduğu gibi, Anadolu imam hatip lisesinde de zorunlu ders olarak, diğer ortaöğretim kurumlarında ise seçmeli ders olarak okutulması konusunda tavsiye kararı alınmıştır. Konuya pedagoji ve filoloji ilimlerinin gerçeklerinden baktığımızda, liselerde haftada 1-2 saatle Osmanlıca öğretmek mümkün değildir. Ayrıca bu Osmanlıcayla gençlerin mezar taşlarını, el yazması eserleri ve devlet belgelerini okuması hiç mümkün değildir. Osmanlıca bilenlerin bile bunun için ek bir eğitim almaları gerekir.
Bu konuda Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu şunları söylüyor: “Bunu ancak cahil olanlar ister. Osmanlıcayı iyi bilen, hem okuyan hem de yazan biriyim. Fakat anıtsal eserlerdeki ve mezar taşlarındaki kitabeler ‘istifli’ yazıyla ve değişik hatlarla yazılmıştır; okumakta çok zorlanırım. Bunun için öğreteceklerse hiç öğretmesinler. Osmanlıcayı en çok savunacak kişiyim, ama faydası yok. Osmanlıca için Arapça ve Farsça gramer bilgisi de gerekiyor. Osmanlıca Latin harflerine çevrilse bile okuyanlarca anlaşılamaz. Okutacak öğretim elemanı da bulamazlar. Önce Türkçeyi öğretsinler, sonra Osmanlıcaya baksınlar. Bu gerekçeyle savunanlar eski yazıyı bilmiyorlar.”
Aslında mesele alfabe meselesi olmadan önce Türkçe meselesidir. Türkçeyi kavram zenginliğine sahip olarak konuşmak ve anlamak meselesidir. Yeni yetişen nesiller, ne yazık ki Namık Kemal’i, Reşat Nuri’yi, Yakup Kadri’yi, Halit Ziya’yı, Atatürk’ün Nutuk kitabını bile sadeleştirilmiş metinlerden okuyabiliyor. Gençlerimize Osmanlıcadan önce Türkçeyi hakkıyla öğretmemiz gerekir.