İletişim: sakinoner@hotmail.com
16. ‘Tek devlet ve tek millet’in adı yok mu?
Son yıllarda Türkiye’de 36 etnik grup bulunduğunu, ‘Türklük’ün de bu etnik gruplardan biri olduğunu iddia eden zihniyet, şimdi de ‘Tek Devlet, Tek Millet, Tek Vatan, Tek Bayrak’ dörtlemesini dillerine pelesenk ettiler ve ‘Rabia’ işaretiyle birlikte kullanıyorlar. Bu ‘Tek Devlet’in adının ‘Türkiye Cumhuriyeti’ ve ‘Tek Millet’in adının ‘Türk Milleti’ olduğunun söylenmemesi, bizi kuşkuya düşürüyor. Çünkü yakın bir geçmişte bazı kamu kurum ve kuruluşlardan ‘T.C.’ ibarelerinin, ‘Çözüm süreci’nde bazı bölgelerde bazı çevreleri memnun etmek için Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene!” sözlerinin kaldırıldığını görmemiz bu konudaki kuşkumuzu arttırıyor. Hâlbuki bunların hangi anlamda kullanıldığının söylenmesi, ‘Tek Vatan’ın ‘Türkiye’ ve ‘Tek Bayrak’ın da ‘Türk Bayrağı’ olduğunu anlamamızı sağlayacak.
17.‘Tek dil’ olmadan olur mu?
‘Tek Devlet, Tek Millet, Tek Vatan, Tek Bayrak’ dörtlemesi, eğer bir milletin en vazgeçilmez değerleri ise, bu dörtlü yeterli değildir. Çünkü bir milleti millet yapan, bir ve beraber tutan, bütünleştiren, dildir. Bu dil, millidir ve tektir. Bunun için, bu dörtlemeye bir de ‘Tek Dil’in eklenmesi gerekir. Bunun da karşılığı ‘Türk Dili, Türkçe’dir. Tarih göstermiştir ki, bağımsızlığını kaybeden milletlerin varlığını koruyan ve tekrar bağımsızlıklarını kazanmasını sağlayan unsur, dilleridir. Fazıl Hüsnü Dağlarca, dilin bu önemini, “Türkçe bizim ses bayrağımızdır!” diyerek ifade etmiştir. Bir toprak parçasının vatanlaşmasında da dil, çok önemli bir unsurdur. Yahya Kemal Beyatlı, dil ile vatan arasındaki bu sıkı ilişkiyi şu ifadelerle ortaya koymuştur: “Türkçenin çekilmediği yerler vatandır. Ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar. Vatanın kendi gövde ve ruhu Türkçedir.”
Ziya Gökalp, ‘Lisan’ şiirinde dilin, milleti millet yapan değerler içinde en önemlisi olduğunu ve ‘dil birliği’ olmazsa, hepsinin ayrılacağını çok net bir ifade ile anlatmıştır.
Tûran’ın bir ili var
Ve yalnız bir dili var
Başka dil var diyenin,
Başka bir emeli var
Türklüğün vicdânı bir,
Dîni bir, vatanı bir;
Fakat hepsi ayrılır
Olmazsa lisânı bir
18. Tevhid-i tedrisat kanunu niçin kabul edildi?
29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşu ilan edildiğinde Türkiye’nin eğitim ve kültür hayatının verileri şöyleydi:
• Türkiye’nin nüfusu 13 milyondu, nüfusun 11 milyonu köyde yaşıyordu.
• 40 bin köyden 37 bininde okul, 30 bininde cami yoktu.
• 4894 İlkokul, 72 Ortaokul, 23 Lise, 1 Darülfünun vardı. Tüm liselerde sadece 230 kız öğrenci vardı.
• Gazeteler sadece İstanbul ve İzmir’de yayınlanıyordu.
• Erkeklerin yüzde 7’si, kadınların binde 4’ü okuma yazma biliyordu. Okuryazarların çoğu subay veya gayrımüslimdi.
• Sadece 337 doktor, 60 eczacı vardı. Bunların da çoğu gayrı müslimdi.
Cumhuriyet’in Osmanlı’dan devraldığı eğitim, farklı dil, din ve kültüre dayalı programlara sahip kozmopolit bir eğitim sistemiydi. Mektep-Medrese ikiliğinin yanında yabancı devletler tarafından açılan misyoner okulları da faaliyetlerini sürdürmekteydi. II. Mahmut döneminden Cumhuriyet’e kadar geçen bir asırda iki ayrı Nezarete (Bakanlığa) bağlı iki tür eğitim kurumu oluştu:
1. Evkaf (Vakıflar) Nezareti’ne bağlı Klasik Eğitim Kurumları (Mahalle Mektepleri, Sıbyan Okulları, Medreseler)
2. Maarif Nezareti’ne bağlı Modern Eğitim Kurumları (İbtidai Mektepleri-İlkokullar, Rüşdiyeler-Ortaokullar, İdadiler-Liseler, Sultaniler, Darülfünun-Üniversite)
Bu iki ayrı bakanlığa bağlı iki farklı kurumdan aynı millete mensup iki farklı düşünce yapısına, dünya görüşüne ve hayat anlayışına sahip insan yetişiyordu. Bu iki grup insan tamamen birbirinden kopuktu. İki ayrı dünyanın insanı gibiydiler. Çünkü Klasik Eğitim Kurumları’nda dinî ilimler ağırlıklı eğitim yapılıyordu. 16. Yüzyıldan sonra medreselerde pozitif ilimlerle ilgili dersler tedrici olarak kaldırıldı. Sultan II. Abdülhamit döneminde medreselerde okuyan öğrenci sayısı 18 bin civarındaydı. Çünkü bu öğrenciler askerlikten muaf tutuluyordu.
Modern Eğitim Kurumları’nda ise laik ve pozitif ilimler ağırlıklı eğitim yapılıyordu. Bu da milli birlik ve beraberliğin sağlanmasında sıkıntı oluşturuyordu. Atatürk 1 Mart 1924 tarihinde mecliste yaptığı konuşmada ‘milletin ortak düşüncesi ve isteğine uygun olarak eğitim ve öğretimin birleştirilmesi’ gereğini vurguladı. Bu sebeple, eğitim alanında ilk yapılan köklü icraat, 3 Mart 1924 tarihinde 430 Numara ile Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası)’nun oybirliği ile kabul edilmesidir. Bu kanunla ülkedeki bütün eğitim kurumları Maarif Vekaleti’ne (Millî Eğitim Bakanlığı’na) bağlandı.
Kanunun 4. maddesi uyarınca yüksek din uzmanları yetiştirmek amacıyla üniversiteler bünyesinde ilahiyat fakülteleri açılması kararlaştırıldı. Ayrıca imamlık ve hatiplik gibi dinsel hizmetleri görecek memurların yetiştirilmesi amacıyla da okullar açılması kararlaştırıldı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabul edilmesiyle eski eğitim kurumları ve medreseler kapatılarak öğretim kurumları arasındaki bölünmüşlüğe son verildi. Böylece öğretim kurumları üzerinde devlet denetimi ve kontrolü tek elden güçlü olarak sağlandı. Okulların ders müfredatları ‘milli, aklı ve bilimi esas alan, çağdaş, demokratik ve laik’ eğitim sistemine göre hazırlandı. Böylece Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile mektep-medrese ikiliği ortadan kaldırılmış oldu.
19.Eğitimimiz millî mi?
Bir milletin hayat standardını, yaşama kalitesini ve refah düzeyini, eğitimi belirler. Türkiye’nin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşması, ancak eğitimle mümkündür. Eğitim, milli birlik ve beraberliği, barış ve huzuru sağlar. Bölgeler arasındaki eşitsizliği gideren, vatandaşlar arasında imkân ve fırsat eşitliğini sağlayan, eğitimdir. Atatürk, eğitimin millet hayatındaki büyük önemini şu sözlerle ifade etmiştir: “Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüce bir toplum halinde yaşatır ya da tutsaklığa ve yoksulluğa terk eder.”
Devlet sistemimizde iki bakanlığın isminin önünde ‘Millî’ sıfatı vardır: Milli Savunma Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı. Bu yüzden eğitim sistemi, siyaset üstü, milli ve bilimsel olmalı ve siyasi iktidarlara göre değiştirilmemelidir. İşte eğitim ve öğretim programlarının milli niteliğini sağlamak ve korumak amacıyla 22 Mart 1926’da çıkarılan ve 3 Nisan 1926’da yürürlüğe giren Maarif Teşkilatına Dair Kanun’la Talim ve Terbiye Kurulu kurulmuştur.
Bu kurul, 2011 yılına kadar, millî eğitimin genel amaç ve temel ilkeleri ile evrensel değer ve standartları göz önünde bulundurarak kalite, eşitlik ve etkililik ilkeleri ile millî ve toplumsal değerlere dayalı olarak eğitim sistemini geliştirme çalışmalarını yürütürdü. Eğitim ve öğretim programlarını. Ders müfredatlarını, haftalık ders dağıtım çizelgelerini, milli eğitim yönetmelik, yönerge ve tüzüklerinin millî nitelikte olmasını sağlayacak çalışmalar yapardı. Talim ve Terbiye Kurulu, Milli Eğitim Bakanlığı’nın beyni ve dolayısı ile hafızası olarak nitelendirilen, eğitim hayatında önemli bir yere sahip, görüş ve kararlarına itibar edilen, eğitime yön veren Milli Eğitim Şuralarını düzenleyen, şurada alınan kararları hayata geçiren bir kurumdu. Oldukça geniş yetkileri olan bu kurumun, 703 Sayılı KHK ile 25 Ağustos 2011 tarihli ve 652 sayılı Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’de yapılan değişiklikler ile yetkileri elinden alındı ve içi tamamen boşaltıldı.
Aslında milli eğitimin amacı, aklın ve bilimin rehberliğinde ‘fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür’ nesiller yetiştirmek olmalıdır. Fakat Talim ve Terbiye Kurulu’na rağmen, Atatürk’ten sonraki her siyasi iktidar, yeni nesilleri kendi zihniyetine, kendi dünya görüşüne göre yetiştirmeye çalışmıştır. Böylece toplumu eğitimle istediği yönde dönüştürmek istemiştir. Son dönemde mevcut siyasi iktidar, ‘dindar nesil yetiştirme projesi’ kapsamında dini ağırlıklı eğitime pozitif ayırımcılık yapmıştır.
Son yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı’nın uygulamaları ile; milli bayramlar, daha önce meydanlarda ve stadyumlarda kutlanırken, düşük profilde okullarda kutlanmaya başlandı. 2013 yılında, 1933 yılından itibaren 80 yıl ilkokullarda her sabah okunan Andımız’ın okunması yasaklandı. Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği’nden okullardaki törenlere saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile başlanması kuralı çıkarıldı. Okullarda Kutlanacak Gün ve Haftalar Takvimi değiştirildi. Özellikle Edebiyat, Türkçe, Tarih, Sosyal Bilgiler, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri ile diğer derslerin müfredatından Atatürkçülükle ilgili konular büyük ölçüde çıkartıldı. Müfredatlarda ‘milliyetçilik, cumhuriyet ve laiklik’ kavramları üzerinde yeterince durulmuyor. Okullarda milli marşlar ile halk oyunlarının öğretimine yeterince önem verilmiyor.
Görüldüğü gibi, şu andaki eğitime yüzde yüz millilik vasfını koruyor diyemeyiz. Çünkü çocuklarımıza ve gençlerimize milli şuurun örgün eğitim kapsamında kazandırılması gerekirken bugün uygulanan eğitim dolayısıyla büyük ölçüde ihmal edilmektedir.
20.Eğitim, iki dilli olabilir mi?
Son yıllarda tartışılan konulardan biri de, ‘Ana dilde eğitim’ yapılmasıdır. Bu toplumdaki faklı etnisitelerin kendi dillerinde eğitim yapmaları demektir. Bu da, ülkede birden fazla eğitim dilinin bulunması anlamına gelir. Eğitimin amacı, milletine dilini, tarihini ve coğrafyasını öğretmek, aynı millete mensup oldukları şuurunu kavratmaktır. Birden fazla eğitim dili olursa bu amaca ulaşamazsınız.
Herkesin ana dilini öğrenmesi bir haktır. Devletin de vatandaşlarına bu konuda her türlü imkânı sağlaması ve desteği vermesi gerekir. Bu, okullarda seçmeli derslerle veya yaygın eğitim kurumlarında kurslarla sağlanabilir. Ama ana dil, eğitim dili olamaz. Çünkü toplumda birbirinin dilini anlamayan farklı gruplar oluşur, milli birlik yok olur. Bu, aynı zamanda üniter yapıdaki Türkiye Cumhuriyeti’ni, etnik temellere dayalı bir federasyona dönüştürmek isteyen Yeni Osmanlıcıların ve siyasal İslâmcıların da ekmeğine yağ sürecektir. Bu sebeple, eğitim dili tektir, o da devletin resmi dili olan Türkçedir.
Küreselleşme sürecinde çocuklarımızın yabancı dil, hatta birkaç yabancı dil öğrenmesine önem verilmelidir. Ama ilk ve orta öğretimde yabancı dille eğitim yapılmasının çeşitli sakıncaları vardır.
(Devam edecek)