Sakin Öner

Tüm yazıları
...

Türk Milliyetçiliğinin Güncel Meseleleri -13

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

32.  Bekamız için milli birliğin güçlendirilmesi şart

Son günlerde siyasileri en çok kullandıkları kelime, ‘beka’ kelimesidir. Arapça kaynaklı bu kelimenin anlamı, ‘devletin varlığının devam ettirilmesi’dir, ‘varoluş mücadelesi’dir, Beka; küresel emperyalizme karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin devamlılığını, bağımsızlığımızı ve bütünlüğümüzü savunmaktır. Beka ifadesi, atalarımızın “Devlet-i ebed müddet”  ülküsüyle aynen örtüşmektedir.

Türk milliyetçiliğinde devlet kavramı önemli bir yer tutar. Toplumun örgütlenmiş hali olan devlet, Türk milletinin kazanımlarını korumakla yükümlü olduğu için çok önemlidir. Kutsallığı, Türk milletini değerleriyle birlikte iç ve dış tehlikeye karşı korumasından kaynaklanmaktadır. “Devlet-i ebed müddet” ülküsü,  bu düşüncenin bir yansımasıdır. Devleti yöneten kişilerin en önemli görevi, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü korumaktır. Bunun için de yapılacak ilk iş, milli birlik, beraberlik ve kardeşlik duygusunu güçlendirmektir.

Milletin bekası tehlikede mi?

Bilge Kağan, Orhun Yazıtları’nda “Ey Türk milleti! Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin ilini (devletini) ve töreni (hukukunu) kim bozabilir?” derken, Atatürk, “Benim nâçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.” derken, Mehmet Akif Ersoy da, İstiklal Marşı’nda , “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak / Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak” ve “Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl” derken, devletimizin sonsuza dek yaşayacağını, beka sorunuyla karşılaşmayacağını ifade etmek istemişlerdir.

Bir devletin ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü sağlayan birinci etken, kuruluş felsefesi ve millet anlayışıdır. Yeni nesillerin o bilinçle yetiştirilmesi gerekir ki, devletin bekası teminat altına alınmış olsun. Fakat din faktörünü ön plana çıkaran siyasi iktidarın, eğitim sistemini kendi dünya görüşüne göre nesil yetiştirme mekanizması olarak görmesinden dolayı, milletin bekası konusunda bilinçlendirme çalışmaları yapılmamaktadır.

“Türk’üm, doğruyum” diye başlayan Andımız’ın okunmasını önlemek, Atatürk’ün birleştirici milliyetçilik anlayışını ifade eden “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözünü yazılı olduğu yerlerden kaldırmak, resmi kurum tabelalarından ‘T.C.’ ibarelerini sildirmek, müfredatlardan “Türkiye Cumhuriyeti, Türklük, Atatürk, milliyetçilik ve laiklik” konularını çıkarmak veya kısıtlamak, milli bayramları düşük profilde kutlamak, Cumhuriyet’in bütün kazanımlarını satmak, yani millî devletin dayandığı ekonomik alt yapıyı yabancılara devretmek,  devletin bekasına vurulmuş darbelerdir.

‘Yeni Osmanlıcılık’ zihniyetini benimseyen siyasi kadrolar, Osmanlı coğrafyasında yeniden söz sahibi olmak için ‘sıfır sorun’ iddiasıyla yola çıktılar. Fakat bu süreçte Kuzey Afrika ülkeleri, Mısır, Suudi Arabistan. Birleşik Arap Emirlikleri, Ortadoğu ülkeleri başta olmak üzere bütün komşularımızla ilişkilerimiz bozuldu. Türkiye’yi yöneten kadro, bu amaçla ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’ni destekledi.  Bu yüzden Arap Baharı’nın programı 2005 yılında İstanbul’da hazırlandı. Bu arada ABD, 2. Körfez Harekâtı’ndan sonra Irak’ın üniter yapısını bozarak üç bölgeye (Sünni-Şii-Kürt) böldü. Irak’ın kuzeyinde özerk bir Kürt bölgesinin oluşmasını sağladı.

Türkiye’yi yöneten kadro, 2011 yılından itibaren Suriye’deki rejimi değiştirmek için, rejim aleyhtarı bazı örgütlerin elemanlarını Türkiye’de eğit-donat yöntemiyle yetiştirdi. Suriye’deki iç savaşa, ABD önce IŞİD, ardından PYD terör örgütleriyle, sonra da kendi askerleriyle; Rusya da asker göndererek katıldılar. ABD, Irak’ta olduğu gibi Suriye’de özellikle Fırat’ın doğusunda da bir Kürt devleti kurulabilmesi için, milyonlarca Suriyeliyi Türkiye’ye sürmüştür. Böylece Türkiye’nin hem nüfus yapısı değişmiş hem de ekonomisi büyük sarsıntı geçirmiştir.

Türkiye, ABD’nin güney sınırımızda bir ‘Kürt Koridoru’ oluşturduğunu görünce, engellemek için ‘Zeytin Dalı’ ve ‘Fırat Kalkanı’ isimli iki harekât gerçekleştirdi. Başarılı geçen bu operasyonlardan sonra Türkiye, kendisine tehdit olacağını öngördüğü Fırat’ın doğusuna müdahaleden bahsedince, ABD Başkanı tarafından “Ekonominizi mahvederim” diye tehdit de edilmiştir. Şu anda resmen 10 bin 500 kilometre uzağımızdaki ABD ve 2 bin 500 kilometre uzağımızdaki Rusya, güney sınır komşularımız oldu. Ayrıca güney sınırımızda Irak ve Suriye’de toplam 1000 kilometrelik Kürt komşumuz oldu.

Türkiye Ortadoğululaşıyor mu?

Şu anda ülkemizde Suriye, Irak, Afganistan başta olmak üzere çeşitli ülkelerden 5 milyon civarında göçmen var. Son yıllarda uygulanan popülist politikalar sebebiyle Türkiye, hızla bir Ortadoğu ülkesi görünümüne dönüştü. Türk insanı da bu süreçte moral değerler yönünden büyük kayıplara uğradı. İnsanımızın değerleri, insana bakışı, dünya görüşü değişti. Köy kültürü öne çıktı, kent kültürü kayboldu. Din ağırlıklı eğitim öne çıkarılarak pozitif eğitim ihmal edildi. Eğitimli, kariyer sahibi olmak küçümsendi.  Sosyolog Mümin Sekman, “İdrak Gecikmesi” başlıklı yazısında, ülkemizin Ortadoğulu bir üslupla yönetildiğini ve yakında tamamen Ortadoğu’ya dönüşeceğimizi belirtmiştir.

Sekman’a göre ‘Ortadoğululuk’ şudur: “Ölümü yüceltip güzel yaşamayı aşağılamak; dini yüceltip bilime kayıtsız kalmak; imanı yüceltip aklı aşağılamak; müteahhidi yüceltip mühendisi aşağılamak; cahil sayımızın okumuş sayımızdan fazla olmasını lehimize bir avantaj saymak; okumuşları değil okumamışları mutlu saymak; ev kadınlığını yüceltip kariyer yapan eğitimli ve çalışan kadını aşağılamak;  üniversiteleriyle değil camileriyle gurur duymak; kendi çocuklarını özel kolejlerde veya Amerika’da okutup halk çocuklarını İmam Hatip Okullarına gitmeyi zorlamak; ‘alnı secde görüyor’ diye hırsızlığı ve yolsuzluğu desteklemek; sözü yüksek olanı değil sesi yüksek olanı yüceltmek; başına gelenlerde kendi hatasını aramak yerine hep dış güçleri suçlamak; hayatında hiçbir başarısı yokken sürekli atalarıyla övünmek, Ortadoğululuktur. Türkiye’yi gittikçe Ortadoğululaştıranlar, kendi ülkelerini modernleştirmek yerine, modern ülkelerde dünyevi hayat yaşıyorlar, kendi halklarına da din merkezli yaşamayı övüyorlar.”

‘Beka’ sorununu nasıl aşabiliriz?

Atatürk 10 Yıl Nutku’nda “Millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür.” demiştir. Fakat bugün ülkeyi yöneten siyasiler, kendi seçmen kitlelerini pekiştirmek için birbirlerine karşı kutuplaştırıcı bir nefret ve öfke dili kullanmaktadırlar. Toplum bu dil yüzünden ikiye bölünmüş, milli birlik ve beraberlik duygusu büyük zarar görmüştür.  Bunun yanı sıra yurt içinde ve yurt dışında meydana gelen olaylar nedeniyle bugün ciddi bir beka sorunuyla karşı karşıya bulunmaktayız. O zaman bu ‘beka’ sorununu aşmak için neler yapmalıyız?

1.            Bu konuda ilk görev, siyasi liderlere düşmektedir. Şahsi çıkarları için milli çıkarlarımızı göz ardı ederek, toplumu birbirine düşman edecek bölücü nefret ve öfke dilini terk etmelidirler. Milli birlik, beraberlik, kardeşlik ve dayanışma duygularını güçlendirecek ‘sevgi dili’ni kullanmalıdırlar. Kendi içimizde ‘bölünmez bir bütün’ olmalıyız… Mehmet Âkif Ersoy’un dediği gibi; “Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez / Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.”

2.            Unutmayalım ki, günümüz dünyasında küreselci liberalizm krizde iken,  ‘milliyetçilik ve yerlilik’ duyguları ile popülist milliyetçilik yükselmektedir. Türk milliyetçiliği düşüncesine gönül vermiş kitlelerin mücadelesi, bizi biz yapan değerleri, yani milli kimliğimizi korumaktır. Millî kimliğimizin, milliyetçiliğin ve vatandaşlığın tanımı, Anayasamızda açıkça belirtilmiştir. Bunun için yapılacak şey, Anayasa’nın Başlangıç bölümünün ve değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen ilk üç maddesinin kaldırılmasına, Türk isminin Anayasa’dan çıkarılmasına, böylece ‘Türksüz Anayasa’nın Türk milletine dayatılmasına, ‘üniter yapıdaki milli devlet’imizin lağvedilmesine sonuna kadar karşı çıkmaktır.

3.            Türkiye üzerinde hesapları olan emperyal güçler ve onların içimizdeki mankurtları, Türk milli refleksini oluşturan Türk milliyetçiliğinden korktukları için, onu etkisizleştirmek ve yok etmek istemektedirler. Türk milliyetçiliği (Türkçülük) düşüncesine zarar verecek söylem ve uygulamalardan kaçınmalıyız. Milli ve dini kimliğimizi etkisizleştirmek yerine güçlendirmeliyiz. Türk milliyetçiliği düşüncesinin amacı; “Türk milletinin bekası”dır.

4.            Türk milliyetçilerinin ilk görevi, Türk kültürünü yaşatmak ve gelecek nesillere aktarmaktır. Türk kültürünün ana unsuru da Türk dili, yani ‘Türkçe’dir. Türkçemizin bozulmadan doğru bir biçimde kullanılmasına önem verilmelidir. Dilimizin yabancı dillerin istilasına uğramasına izin verilmemelidir.

5.            Milliyetle din birbirinin zıddı değil, birbirinin bütünleyicisidir. Bunlardan birinden vazgeçmeyi veya öncelik vermeyi öneren bütün girişimler art niyetlidir. Bunlarla mutlaka mücadele edilmelidir. Yine Âkif’in dediği gibi, “Değil mi cephemizin sinesinde iman bir / Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir / Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz / Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz!”

6.            Siyasal İslâmcılar, uzun yıllardan beri  Türklüğü, Müslümanlık üzerinden inkâr etmek gibi bir taktik politika geliştirmişlerdir. Bu yolla milliyetçilikle, milli devletle uğraşmaktadırlar. Bu konuda değerli Sosyolog Erol Güngör şu görüşleri ortaya koymuştur: “İslâmcılık, şimdiye kadar hep hâkim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi olmuştur. Bunların amacı, İslam ülkeleri arasında birlik sağlamaktan ziyade kendi yaşadıkları ülkede milliyetçi politikayı etkisiz duruma getirmektir. Bu azınlıklar ayrılıkçı bir politika takip edecek kadar kalabalık ve güçlü olduklarını hissettikleri an, kendi istikametlerinde bir milliyetçilik hareketi açıklamaktan hiç geri kalmazlar; böyle bir güce erişemedikleri müddetçe İslâm davasının şampiyonu olarak görünürler…”(1)

Türk milliyetçilerine düşen görev, siyasal İslâmcıların mukaddes dinimizi kullanarak ‘Türklük, Atatürk, milliyetçilik ve laiklik’ kavramları üzerinden Türkiye Cumhuriyeti devletini, Prof. Dr. Mustafa Erkal’ın tabiriyle ‘Ümmet soslu Federal Türkiye’ye dönüştürme girişimlerine karşı çıkmalıyız. 

Umutsuzluğu ümide nasıl dönüştürebiliriz?

2019 yılına geldiğimizde; devlet hayatımızda, sosyal hayatımızda, eğitim hayatımızda ve ekonomik hayatımızda meydana gelen olumsuz değişiklikler sonucu gülmeyi unutmuş, mutsuz, umutsuz, huzursuz, kötümser, korkak ve ürkek bir toplumla karşı karşıyayız. Halkımız kurumların içinin boşaltıldığına inanıyor. Adalete ve emniyet güçlerine güvenmiyor. Basın ve medyanın yüzde 90’ı iktidarın kontrolünde, geri kalan yüzde 10’u da sürekli baskı ve altında. Demokrasinin askıya alındığı algısı yaygın.  Millet, düşünce ve ifade hürriyetini özgürce kullanılamıyor. En kötüsü, milletin bir bölümü mutsuz ve umutsuzken, bir kısmı da içinde bulunduğu durumu, kaderi kabul ediyor. Son yıllarda yüz binlerce kariyerli insanımız ve iş adamımız Batı ülkelerine göçüyor. Birçok insanımız da imkân bulduğu anda, bu beyin ve sermaye göçü kervanına katılmak istiyor.

2019 yılı, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak için Samsun’a ilk adımı attıkları 19 Mayıs 1919’un 100. Yıldönümüdür. Bugünün şartları 1919’un şartlarından daha kötü değildir. O dönemde ülkemizin dörtte üçü düşman işgali altındaydı. Ordumuz dağıtılmış, silahları ellerinden alınmıştı. Halk yıllarca devam eden savaşlardan “fakru zaruret içinde harap ve bitâp durumdaydı.” Halkın yüzde 90’ı okuryazar değildi. Bir de halkın bir bölümü padişah yanlısı, bir bölümü düşmanla işbirliği içindeydi. Ülke iç isyanlarla karmakarışıktı. İşte Atatürk, milletin geri kalan kısmıyla hürriyet ve istiklâl mücadelesini başlattı, Kuvvayı Milliye’yi kurdu ve Milli Mücadele’yi zaferle ve Türkiye Cumhuriyeti devleti ile taçlandırdı.    

Bugün milletimiz daha eğitimli, daha örgütlü, ekonomik durumu daha iyi, sanayisi daha güçlü, iletişimi daha yaygın ve gelişmiştir. Siyasilere düşen görev, milli birlik ve beraberlik duygusunu güçlendirerek, milleti içine düştüğü ümitsizlikten kurtarmaktır. Mehmet Akif Ersoy’un İstiklâl Marşı’nda ifade ettiği gibi, “Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak / Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.” Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’de belirttiği gibi bir gün ‘beka’ sorunu ile karşılaşırsak, “Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asîl kanda mevcuttur!”

“Ne Mutlu Türk’üm Diyene!”     

(1) Erol Güngör, İslâmın Bugünkü Meseleleri, Ötüken Yay., 1981, s. 181.