İletişim: sakinoner@hotmail.com
31. Milliyetçilerin ve milliyetçi kuruluşların durumu nasıl?
Cumhuriyet tarihinde özellikle İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminden başlayarak günümüze kadar ‘Türklük, Türkçülük ve Türk milliyetçiliği’ kavramlarına, Türk milliyetçilerine ve milliyetçi teşekküllere karşı sistematik bir etkisizleştirme faaliyeti sürdürülmektedir. Bu faaliyetler, Türkiye üzerinde hesapları olan emperyalist güçler ile yurt içindeki Marksist-Leninist-Maoistler, Siyonistler, Liberaller, İkinci Cumhuriyetçiler, Yeni Osmanlıcılar, Siyasal İslâmcılar ve dinî sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülmektedir.
1965’e kadar fikrî, ilmî, edebî ve kültürel bir hareket olan Türk milliyetçiliği, 1965 yılında Alparslan Türkeş ve arkadaşlarının siyasete girmeleri ve CKMP yönetimine hâkim olmaları sonucu, siyasi bir boyut kazanmıştır. Bu tarihten sonra bu fikir, “Türk ülküsü’nü benimseme ve milliyetçiliğin eyleme dönüşmesi”ni ifade eden ‘Ülkücülük’ kavramı ile birleşmiştir. 1970-1980 yılları arasında ‘Milliyetçi-Ülkücü Gençlik’ ile bütün fraksiyonları içinde barındıran ‘Solcu Gençlik’ arasında silahlı bir mücadele yaşanmış, iki taraftan toplam 10 binin üzerinde insan hayatını kaybetmiştir.
12 Eylül 1980 İhtilâli’nden sonra partiler ile sağ ve sol görüşlü çok sayıda sivil toplum kuruluşu kapatılmış, siyasetçiler ve gençler hapsedilmiştir. 1983 Milletvekili seçimleriyle demokrasiye kısmi geçiş yapılmıştır. 6 Eylül 1987'de yapılan halk oylamasının neticesinde siyasi yasakların kaldırılınca üzerine siyasi faaliyetler yavaş yavaş başlamıştır. 1981 Anayasa’nın özgürlükleri, sendikal hakları kısıtlayıcı hükümleri, 1990’a kadar Kenan Evren’le devam eden 12 Eylül İhtilâli’nin baskıcı yönetimi, sivil hayatın sağlıklı bir şekilde gelişmesini engellemiştir. Ekonomimizin, 24 Ocak Kararları’nı uygulanabilmesi için ‘serbest piyasa ekonomisi’nin kontrolüne sokulması da, toplum hayatımızı olumsuz etkilemiştir.
Toplum, hem 12 Eylül öncesinin anarşi ve terör ortamının ruhunda açtığı yaraları kapatamamıştı, hem de 12 Eylül sonrasının işkence, baskı ve idamlarla öne çıkan sıkıyönetim ortamının yılgınlığı içindeydi. Gençlik, devletin ‘apolitik gençlik yetiştirme politikası’ ile pompalanan arabesk kültürün etkisi altındaydı. Eğer 1980’li yılların başında Ermeni Asala terörü, ardından 1984 yılında başlayan ayrılıkçı PKK terörü olmasaydı, toplumun milli hassasiyeti tamamen dumura uğrayacaktı. 12 Eylül sonrasında ihtilâlcilerin meydanı boşaltmasıyla, faaliyetlerini İzmir yöresinden yurt sathına yayan Fethullah Gülen Hareketi, özellikle Ülkücü Gençlik’ten eleman devşirme faaliyetlerine hız verdiler. Bunu da dini değerler kadar, milli değerlere de önem verdiklerini vurgulayarak yaptılar. 1983’te iktidara gelen Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi de, hazır kadro olarak Ülkücüleri buldu. Siyasetçi ve bürokrat olarak onlardan büyük ölçüde yararlandı.
Türk milliyetçiliği siyaset karşısında yenildi
Ülkü Ocakları, özellikle Alparslan Türkeş’in siyasete dönmesiyle yeniden canlandı. Fakat kurulduğu yıllardaki eğitim ve kültür merkezi olma konumuna bir daha dönemedi. Bu dönemde yetişen ülkücü gençlerin ‘Türk tarihi, Türk kültürü, milliyetçilik, ülkücülük’ konularında iyi yetiştirildiğini söyleyemeyiz. Türkeş’in vefatından sonraki dönemde ise Ülkü Ocakları, toplumdaki olumsuz tanınırlığını değiştirmek bahanesiyle pasifleştirildi ve etkisizleştirildi… 12 Eylül öncesinde milli konularda çeşitli konularda ciddi tepkiler koyan ve eylemler yapan Ocakların, bu aktif yapısı tamamen sıfırlandı. Milliyetçilerin “Erciyes Kurultayı, Türk Dünyası Kurultayı, 3 Mayıs Türkçüler Bayramı” gibi geleneksel etkinlikleri ya ortadan kaldırıldı ya da düşük profile çekildi.
Bir ülküdaşımızın ifadesiyle, “Türk milliyetçiliğinin aksiyoner yapısı ortadan kaldırılmıştır. Artık hiçbir milli davada bayrak kapılıp sokağa inilmiyor. Şehit cenazeleri bile rutin hale geldi.. Türk milliyetçiliği siyaset kurumu karşısında yenilgiye uğramıştır. Dava yerine şahsi menfaatler ön plana çıkmıştır.” Bir başka ülküdaşımızın ifadesiyle, “Gerçekte milliyetçi olmayan, ama öyle görünen siyasetçiler yüzünden milliyetçilik; istikrarsız, ruhsuz, kaba, değersiz, muhabbetsiz, merhametsiz, tahammülsüz bir ideoloji algısına düşürülmüştür.”
2002’den sonra oluşan siyasi dönemde toplum hayatımızda Liberaller, İkinci Cumhuriyetçiler, Yeni Osmanlıcılar ve Siyasal İslâmcılar’ın daha etkili olduğunu görüyoruz. Bunların hepsinin ortak yönü; “Türklük, Atatürk, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türkiye Cumhuriyeti”ne karşı tavırlı olmalarıydı. Hedefleri, toplumun milli hassasiyetlerini, milliyetçi aydınları ve milliyetçi kuruluşları etkisiz hale getirmekti. Özellikle 28 Şubat 1997 darbesi ile üniversitelerde başlatılan türban yasağının yarattığı mağduriyetleri ve onun toplumda oluşturduğu negatif psikolojiyi iyi değerlendiren siyasi iktidar, 2002-2007 yıları arasını, Avrupa Birliği’ne girme sürecini gündemde tutarak geçirdi. 2007’de süresi dolan Ahmet Necdet Sezer’in yerine Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesiyle, Türkiye yeni bir döneme girdi.
Gül döneminde meydana gelen olayları özetleyelim. Kadroları olmayan siyasi iktidar, 2002’den itibaren devlet kurumlarında Fethullah Gülen’in yetişmiş kadrolarından faydalandı, milliyetçi kadroları yavaş yavaş tasfiye etti. 12 Eylül 2010 Referandumu’ndan sonra yüksek yargıya da bu kadrolar yerleştirildi. Özellikle askeriye, mülkiye, yargı ve emniyet üzerinde yoğunlaşan bu kadrolaşma, 2007’den sonra milliyetçi ve Atatürkçü subayların, bürokratların, akademisyenlerin, gazetecilerin, siyasetçilerin, aydınların ve sivil toplum kuruluşlarının tasfiyesine yönelik ‘Ergenekon’ ve ‘Balyoz’ operasyonlarını gerçekleştirdiler. Bu operasyonlar, aynı zamanda 28 Şubat’ın bir intikamı mahiyetindeydi. Bu arada Milli Eğitim Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatı ile okullardaki bütün milliyetçi yöneticiler, 2014 yılına kadar tamamen tasfiye edildi.
Bu arada milli bayramların, milli gün ve haftaların daha düşük profilde kutlanması, bunların alternatif olaylarla perdelenmeye çalışılması, Andımız’ın okunmasının yasaklanması, müfredattan ‘Atatürkçülük ve milliyetçilik’ konularının büyük ölçüde çıkarılması, din ağırlıklı eğitime özel önem verilmesi, toplumu tamamen milli kimliğinden uzaklaştırmaktadır. 2012-2013 Öğretim yılından itibaren uygulamaya konulan ve ‘Dindar nesil yetiştirme’ hedefine yönelik oluşturulan ‘4+4+4 Eğitim Sistemi’ ile öğrencilerin pozitif ayrımcılık yapılan İmam Hatip Ortaokulu ve Liselerine yönlendirilmesi, son derece sakıncalıdır. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun ruhuna da aykırı olan bu durum, ileride farklı değerlerle yetişmiş iki insan tipinin oluşmasına ve çatışmasına yol açacaktır.
Milliyetçi teşekküller birbirinden kopuk
Peki, böyle bir ortamda milliyetçi sivil toplum kuruluşlarının durumu nasıldır? Bir de onların hali pürmelâlini gözden geçirelim.
1. Milliyetçi teşekküller tamamen birbirlerinden kopuk ve dağınık çalışmaktadırlar. Çoğunda kuruluş taassubu ve bencillik had safhadadır. Aralarında işbirliği ve koordinasyon yoktur Aynı gün ve saatte 4-5 yerde, 50-100 kişilik salonlarda etkinlikler yapılmaktadır. Bazen aynı konuşmacı aynı konuda iki hafta içinde 5-6 defa konuşmak zorunda kalmaktadır. Her teşkilatın konuşmacıları belirlidir. Bazı isimlere ambargo konulmuştur.
2. Bu teşekküllerde yöneticiler pek değişmemektedir. Yöneticiler kendi statülerini koruyabilmek için, “küçük olsun benim olsun” anlayışını benimsemektedirler. Bir nevi kadrolaşma ve gettolaşma eğilimi hâkimdir. Bu da teşkilatların fonksiyonlarını yitirmelerine yol açmaktadır.
3. Milliyetçi teşekküllerin aralarında istişare, diyalog ve eşgüdüm olmadığı gibi, duygusallık, çekememezlik ve egoizm çok yüksek düzeydedir. Hiçbir teşekkül, diğer teşekkülün kendi önüne geçmesini istememektedir. Bu yüzden, milliyetçi teşekküllerin çoğu, milli konularda işbirliği yapmamakta, ortak etkinlik düzenlememekte, hatta ortak bildiriye imza bile atmamaktadırlar.
4. Milliyetçi kuruluşların çoğu Türkiye’nin içinde bulunduğu ve karşı karşıya olduğu tehlike ve tehditlerin farkında değildirler. Bazı milliyetçi teşekküller ise maalesef, bazı güç odaklarından maddi ve manevi destek sağladıkları için, Türk milliyetçiliği davasından çok, kurumsal menfaatlerini düşünmektedirler. Diğer kuruluşlarla işbirliği yapmamalarının, milli konularda tepki göstermemelerinin sebeplerinden biri de budur.
5. Milliyetçi kuruluşların çoğunda şu andaki üyelerin çoğu, orta yaşın üzerindedirler. Bunun için gençlerin katılımına ve yetiştirilmesine önem verilmelidir. Bu teşekküllerin sürekliliği için kendilerinden bayrağı devralacak genç kadroları yetiştirmeleri gerekir. Bu konuda ciddi projelerin hazırlanması ve çalışmaların yapılması gerekir.
6. Milliyetçi teşekküllerinin çoğunun en büyük zaaflarından biri, vefa duygusunun zayıf olmasıdır. Türk milliyetçiliği davasına büyük hizmeti olmuş devlet adamı ve kanaat önderleri yeterince anılmamaktadır. Yeni nesil bu şahsiyetlerin kimliğini ve fikir dünyasını tanıyamamaktadır.
7. Milliyetçi teşekküllerin çoğu, Türk milliyetçiliği fikrini şekli olarak benimsemişlerdir. Yaptıkları etkinlikler, bir program çerçevesinde, fayda düşüncesiyle değil, düzensiz bir şekilde yapılmaktadır. Bu yüzden, kamuoyunda ciddi bir etkileri ve yerleri yoktur.
O zaman neler yapmalıyız?
Milliyetçilerin ve milliyetçi teşekküllerin bugünkü durumu maalesef böyledir. O zaman neler yapmak gerekir?
2019 Türkiyesi, çeşitli iç ve dış tehditler nedeniyle Cumhuriyet Tarihinin en büyük ‘Bekâ’ sorununu yaşamaktadır. Bir taraftan Irak ve Suriye’de özerk Kürt bölgeleri oluşturulurken, bir taraftan dünyanın süper güçleri ABD ve Rusya ile AB sınır komşularımız oldular. Bu durumda devletin bekâsını kim sağlayacak? Türk devletinin ve milletinin ilelebet payidar olabilmesini sağlayacak tek düşünce, Türk milliyetçiliğidir. Bunun için bütün şer güçler, Türk milletinin milli refleksini oluşturan bu düşünceyi etkisizleştirip bitirmek istemektedirler. Bu düşünce, dinamik, aksiyoner ve siyaset üstüdür. Çünkü siyaset, toplumu bölümleyerek küçültür, ufkunu daraltır, düşünce ufkunu sınırlar.
Milliyetçi sivil toplum kuruluşlarının bugün, 1919’da oluşan ‘Kuva-yi milliye’ ruhuyla hareket etmeleri gerekmektedir. Önce misyonlarını ve konumlarını yeniden gözden geçirmeleri, kurumsal taassuptan, gettolaşmadan, dar kadroculuktan, duygusallıktan ve egoizmden kurtulmaları lazımdır. Aralarında birlik ve beraberliği sağlamalı, birbirleriyle diyalog ve işbirliği içinde olmalıdırlar. Milli konularda ortak tepkiler ortaya koyabilmeliler, önemli günlerde ortak etkinlikler yapabilmelidirler. Görsel ve yazılı basınla ilişkilerini arttırıp, etkinliklerinin yayın organlarında yer almalarını sağlamalıdırlar. Gazete, dergi ve kitap ile sosyal medya da sonuna kadar kullanılmalıdır. Unutmayalım, kamuoyunun gündeminde olmayan bir kuruluşun toplumu ardından sürüklemesi mümkün değildir.
Milliyetçi ve ülkücü camia, artık Vakıf ve Dernek çatılarından çıkarak, Türk milliyetçiliği düşüncesini ve vatanseverlik duygusunu gençlerden başlayarak bütün millete yaymalıdır. Bunun için gerek gençlere ve gerekse yetişkinlere ciddi bir program ve müfredatla ‘Türk Milliyetçiliği Eğitimi’ verilmelidir. İlköğretim ve orta öğretim öğrencileri için takviye kursları düzenlenerek hem gençliğe ulaşılmalı, hem de onlara niteliksel bir özellik kazandırılmalıdır. Gençliğin motivasyonunu yükseltebilmek için belirli geceler, konferanslar, şölenler, anma toplantıları, kurultaylar, soysal, sportif ve sanatsal faaliyetler yapılmalıdır... Milliyetçi aydınlar, sürekli beyin fırtınası yaparak milliyetçi kuruluşların önlerini ve ufuklarını açıcı projeler hazırlamadırlar. Milliyetçi teşekküller, Türk milliyetçiliği düşüncesine sahip çıkmak ve bir milliyetçi gençlik kuşağı yetiştirmek gibi sorumlulukları olduğunu unutmamalıdırlar.