İletişim: sakinoner@hotmail.com
29. Türk milliyetçiliği bugünlere nasıl geldi?
Türk milleti, fıtraten milli duyguları yüksek bir millettir. Tarih boyunca milli ve vatanî duygularını ortaya koyan Türk devlet adamları ve aydınları çıkmıştır. Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti devletini, Tanzimat’tan itibaren başlayan ilmî ve kültürel milliyetçilik çalışmalarından, özellikle Ziya Gökalp’ten etkilenerek Türk milliyetçiliği esasları üzerine kurmuştur. Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığının son yıllarına kadar devletin milliyetçi hüviyeti korunmuştur. Fakat 1930’lu yılların ikinci yarısından sonra komünizmi benimseyen kişilerin bürokraside önemli makamlara geldiklerini ve milliyetçiler üzerindeki baskıların arttığını görüyoruz. Bu dönemde yayımladığı dergilerle Türk milliyetçiliği fikriyatını yayan en önemli şahsiyet Nihal Atsız’dır. Önce üniversite hocalığından uzaklaştırılan Atsız, daha sonra öğretmenlik hayatında da devamlı sürgünlerle karşılaşmış, çıkardığı dergiler peş peşe kapatılmıştır.
1939 yılında 2. Dünya Savaşı’nın çıkması ve savaşın ilk yıllarında Cermen ırkının üstünlüğünü savunan Hitler’in büyük başarı göstermesi üzerine, Türk milliyetçileri üzerindeki baskı nispeten azaltılmıştır. Hatta devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu, 5 Ağustos 1942 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmada: “Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve laakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir.” demiştir. Fakat Başbakan’ın Türkçülüğünün nazariyat sahasında kalmaya devam edip, milletin ve ülkenin düşmanı olan solcu fikirlerin bazen sinsi, bazen açık propagandasını yapmaya devam etmesi üzerine Atsız, Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na 20 Şubat 1944 tarihinde Orhun dergisinde ‘Birinci Açık Mektup’ başlığı altında bir mektup yazarak devam eden komünizm yanlısı faaliyetleri ve bunları yürüten kişileri hatırlatmış ve bunların önlenmesini istemiştir.
Atsız, mektubunda “Bu sözlerin Türkçü çevrelerde nasıl sevinçle karşılandığını anlatmaya lüzum yoktur. Fakat ardından bir buçuk yılı aşan bir zaman geçtiği hâlde biz, bu Türkçülüğün iş alanına geçmediğini görmekten doğan bir sıkıntı içindeyiz. Fikirler iş hâline geldiği zaman mânâlıdır. Buna ülkü deriz. İş hâline gelmeyecek fikirler ise ham hayalden başka bir şey değildir.” demiştir. Atsız, Nisan 1944’te yayımlanan Orhun’un 16. sayısında, Şükrü Saracoğlu’na hitaben ikinci açık mektubunu yayımlayarak Ahmed Cevat Emre, Pertev Naili Boratav, Sabahattin Ali ve Sadrettin Celâl Antel’in Marksist faaliyetlerde bulunduklarını belirtmiştir. Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in ‘komünistleri kolladığını’ ileri sürerek istifaya çağırmıştır.
Bu iki açık mektubun yayımlandığı tarih, 2. Dünya Savaşı’nda gidişatın Almanya’nın başını çektiği Japonya, İtalya, Bulgaristan ve Romanya’dan oluşan Mihver Devletler’in aleyhine döndüğü, ABD’nin başını çektiği İngiltere, Fransa, Sovyet Rusya, Çin, Polonya, Yunanistan, Danimarka, Norveç ve Belçika’dan oluşan Müttefik Devletler’in zafere en yakın olduğu günlerdir. Sovyet Rusya o tarihlerde Türkiye’den, Boğazlarda üs ile Kars ve Ardahan’ın kendilerine verilmesini istemiştir. Bunun üzerine Rusya’nın tepkilerini azaltmak için komünistler üzerine gidilmemiş, Türk milliyetçileri üzerindeki baskılar ise arttırılmıştır.
3 Mayıs 1944 Milliyetçilik Olayı
Bu ikinci açık mektup, Türkçü çevreler içinde büyük bir galeyana sebep olarak başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok şehirde, antikomünist gösterilere yol açmıştır. Bunun üzerine Hasan Âli Yücel, 7 Nisan 1944’te Atsız’ın Boğaziçi Lisesi’ndeki edebiyat öğretmenliği görevine son vermiştir. Orhun dergisi de Bakanlar Kurulu kararı ile yeniden kapatılmıştır. Bu mektup üzerine Sabahattin Ali, Atsız’ın aleyhine hakaret davası açmıştır. Hakaret davasının 26 Nisan 1944 günü yapılan ilk oturumu olaylı geçmiştir.
Bunun üzerine 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılan ikinci oturuma üniversite öğrencileri alınmamış, bu yüzden de öğrenci gösterileri olmuş ve yüzlerce kişi tutuklanmıştır. Bu tarihteki olaylar ‘3 Mayıs 1944 Milliyetçilik Olayı’ olarak geçmiştir. Davanın 9 Mayıs 1944 günü yapılan karar oturumunda, Sabahattin Ali’ye ‘vatan haini’ dediği için 6 aya mahkûm edilen Atsız’ın cezası hâkim tarafından ‘millî tahrik’ gerekçesi ile 4 aya indirilmiş ve 4 aylık bu ceza da ertelenmiştir. Atsız, cezasının ertelenmesine rağmen 9 Mayıs 1944 tarihinde mahkemenin kapısından çıkarken tevkif edilmiştir.
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 19 Mayıs 1944 törenlerindeki nutkunda Atsız ve arkadaşlarını ağır şekilde eleştirmiştir. Bu nutuk üzerine de Atsız ve 34 arkadaşı İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanmaya başlanmışlardır. Bunlardan şu 23 kişi tutuklu olarak yargılanmıştır: “Nihal Atsız, Alparslan Türkeş, Zeki Velidi Togan, Nejdet Sancar, Orhan Şaik Gökyay, Hikmet Tanyu, Reha Oğuz Türkkan, Hüseyin Namık Orkun, Hamza Sadi Özbek, Cemal Oğuz Öcal, Said Bilgiç, Hasan Ferit Cansever, Fethi Tevetoğlu, Nurullah Barıman, Zeki Özgür(Sofuoğlu) , Fazıl Hisarcıklı, Saim Bayrak, İsmet Rasin Tümtürk, Cihat Savaşfer, Muzaffer Eriş, Fehiman Altan, Yusuf Kadıgil, Cebbar Şenel.” Aynı davadan sanık olarak Mehmet Külahlıoğlu ve Osman Yüksel Serdengeçti de bir süre tutuklu kalmışlardır.
‘Irkçılık-Turancılık davası’ adı verilen yargılama 7 Eylül 1944 tarihinde başlamış ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam etmiş ve 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanmıştır. Atsız, 6 yıl 5 ay hapse mahkûm olmuş, fakat bu karar Askerî Yargıtay, 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nce esastan bozulmuştur. Diğer tutuklular da beraat ederek tahliye edilmişlerdir.
DP Türk Milliyetçileri Derneği’ni niçin kapattı?
Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında soğuk savaşın başlamasıyla birlikte milliyetçilik düşüncesi, genelde İslâm’la bir anlamda bütünleşmişti. Necip Fazıl Kısakürek’in çıkardığı ‘Büyük Doğu’ dergisi, bu sürecin önemli bir parçası oldu. Bu arada Türkiye, 1946 yılında yapılan şaibeli bir seçimle Tek Partili rejimden Çok Partili rejime geçmiştir. Muhalefet partisi olan Demokrat Parti, İnönü döneminin dini ve milli konulardaki olumsuz tavrı ve baskılarına karşı çıkarak, özellikle kırsal kesimdeki büyük halk kitlelerinin desteğini almıştır. O tarihlerde nüfusun yüzde 80’i köylerde, yüzde 20’si şehirlerde yaşamaktaydı. Demokrat Parti 14 Mayıs 1950 seçimlerinde büyük bir çoğunlukla iktidara geldi.
1 Nisan 1950’de 5 milliyetçi dernek yaptıkları ortak bir toplantıyla Milliyetçiler Federasyonu’nu kurdular. Bu federasyon, bir yıl faaliyet gösterdikten sonra 1 Nisan 1951’de ilk ve son kurultayını topladı ve Federasyon’un kapatılmasına ve bünyesindeki derneklerin kendilerini feshederek yeni kurulacak Türk Milliyetçiler Derneği’ne katılmalarına karar verdiler. Merkezi Ankara’da bulunan bu derneğin kurucu yönetim kurulu üyeleri şunlardı: Halûk Karamağaralı (Umumî Başkan), Abdülhâdi Toplu (Umumî Başkan Vekili), Erhan Löker (Umumî Kâtip), Necati Torun (Umumî Muhasip) ve Abdullah Savaşçı (Üye).
Türk Milliyetçiler Derneği’nin amacı şöyleydi: “Allah, vatan, tarih, dil, an’ane, sanat, aile, ahlâk, hürriyet ve millî mukaddesat esaslarına dayanan Türk milliyetçiliğini işlemek ve bütün milliyetçileri teşkilâtlandırmaktır.” Derneğin ilk ve tek kurultayı 24 Temmuz 1952 tarihinde toplandı ve başkanlığa1944 Irkçılık-Turancılık davasının sanıklarından DP milletvekili Sait Bilgiç getirildi. Dernek üyesi Hüseyin Üzmez’in, 1953 yılında Malatya’da ünlü gazeteci Ahmet Emin Yalman’a suikast düzenlemesi üzerine dernek hakkında da dava açıldı ve kapatılmasına karar verildi. 80 Şubesi bulunan dernek kapatılınca Sait Bilgiç, DP’den ayrıldı.
Türk Milliyetçiler Derneği’nin kapatılmasının hemen ardından 3 Temmuz 1953 tarihinde merkezi İstanbul’da olan ‘Milliyetçiler Derneği’ adı ile yeni bir dernek kuruldu. Kurucuları şunlardı: Mehmet Emin Alpkan, Ahmet Ferruh Bozbeyli, Hüsnü Demirkıran, Celâl Erçıkan, Cemâl Külahlı, Orhan Okay, İdris Yamantürk.
Çok faal bir dernek olan Milliyetçiler Derneği, 1953 yazında kurulup Mart 1964’de yapılan kongresinden bölündü. Çünkü bünyesinde Türkçüler, Anadolucular, İslamcılar ve Nurcular vardı. Burada bir hususu açıkça belirtmek gerekiyor. Demokrat Parti ve Adnan Menderes, iktidara gelmeden önce milliyetçileri de kullanmış, iktidara geldikten sonra ise üvey evlat muamelesi yapmıştır. Oy potansiyeli yüksek olan dini cemaat ve tarikatlara ise daha yakın davranmış ve her yönden desteklemiştir.
Milliyetçilik Türkeş’le siyaset arenasında
Milliyetçiliğin varlığı 27 Mayıs 1960 İhtilâli’ni yapan Milli Birlik Komitesi’nde Alparslan Türkeş ve bir grup arkadaşının varlığıyla yeniden gündeme gelmiştir. Komitenin çoğunlukta olan CHP yanlısı üyelerinin bir operasyonu ile Türkeş ve 13 arkadaşı (14’ler) 13 Kasım 1960 tarihinde çeşitli ülkelerdeki büyükelçiliklerimize müşavir olarak sürgün edildiler. Alparslan Türkeş, 23 Şubat 1963’te yurda döndü. 31 Mart 1965 tarihinde 10 arkadaşı ile birlikte Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)’ne katıldı. Türkeş, 1 Ağustos 1965 tarihinde CKMP Büyük Kurultay’ında Genel Başkanlığa seçildi. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde Ankara milletvekili oldu.
Alparslan Türkeş’in milliyetçilik tarihimizde özel bir yeri vardır. Türkeş’e kadar fikir planında ve dernekler boyutunda faaliyetini sürdüren Türk milliyetçiliği, ilk defa onunla siyaset arenasına taşınmış ve geniş halk kitlelerine ulaşmıştır. 27 Mayıs 1960 İhtilali’nden sonra kabul edilen 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlük ortamında faaliyetlerini arttıran komünist ve sosyalistler, gençlik arasında bir sosyalizm rüzgârı estiriyorlardı. Üniversitelerde milliyetçi ve mukaddesatçı gençlik azınlıktaydı. Fakat kendine ‘ülkücü’ diyen bu gençlik, Türkeş’le yeni bir heyecan ve ümitle çoğaldı. Bu arada üniversitelerde ve öğrenci yurtlarında iki gençlik grubu arasında çatışmalar ve hâkimiyet mücadelesi başladı. Bu süreçte milliyetçi-ülkücü gençlikle mukaddesatçı gençlik yavaş yavaş ayrılmaya başladı. Çünkü bu sağ-sol çatışmasında mukaddesatçı gençlik, tarafsız görünmeye çalışıyordu. Bunun üzerine Alparslan Türkeş ve Dündar Taşer 1968’de ülkücü gençliği Ülkü Ocakları halinde örgütlediler. Mukaddesatçı gençlik de politikaya atılan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın etrafında toplanmaya başladılar.
CKMP’nin 1969 yılında Adana’da gerçekleştirdiği kongrede, partinin adı ‘Milliyetçi Hareket Partisi’, terazi olan parti amblemi, ‘Üç hilâl’ olarak değiştirildi. Kongre sonucunda ‘Bozkurt’ amblemini savunan Türkçü düşüncede bir grup partiden ayrıldı. Parti artık sadece Türkçü değil. “Türklük gurur ve şuuru, İslâm ahlak ve fazileti” şiarı ile İslâmî bir hüviyet kazandı. Bir nevi ‘Türk-İslam Sentezi’ felsefesi kabul edildi. “Tanrı Türk’ü korusun” yanında “Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslümanız” ve “Kanımız aksa da zafer İslâm’ın” gibi sloganlar kullanılmaya başlandı. Partinin gençlik kollarının amblemi ise ‘hilâl içinde Bozkurt’ oldu. 1970’li yılların başında büyük fikir ve mücadele adamı Seyyit Ahmet Arvasi, sentezin farklı maddelerden oluşan bir bileşim olduğunu öne sürerek, davamızın adının ‘Türk-İslâm Ülküsü’ olması gerektiğini belirtti ve bu ülkücü camiada büyük kabul gördü.
(Devam edecek)