Sakin Öner

Tüm yazıları
...

Türk milliyetçiliği Tanzimat’la başlamaz (6)

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

Osmanlı Devletinin kuruluşundan Tanzimat’a kadar Türk Milliyetçiliği - 3

XVIII. Yüzyıl

XVIII. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu taraftan gerileme, küçülme ve zayıflamaya devam ettiği, bir taraftan da bu durumdan kurtuluş ve çıkış yolları aradığı bir yüzyıl olmuştur.

XVIII. yüzyılda III. Ahmed gibi yeniliğe açık bir padişah ve III. Selim gibi hem yenilikçi, hem de münevver, sanatkâr ve İlhâmi mahlasıyla şiirler yazan bir şair padişah yetişmiştir. Fakat bunların çabaları da, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme sürecini etkileyememiştir.

Bu yüzyılda, Türkmen edebiyatında temayüz eden büyük şair Mahtumkulu, milliyetçi bir şahsiyet olarak belirtilebilir. Mahtumkulu, divan’ında Türkmen ruhunun milli terennümlerini aksettirmiş, Türk kahramanlığını ‘milli neşideler’ halinde ortaya koymuştur. Mahtumkulu, Türkmenistan bölgesinin Yunus Emre’si olarak kabul edilmiştir.

XVIII. yüzyıl Osmanlı edebiyatında bir ‘mahallileşme (yerlileşme) cereyanı’nın başladığı görülmektedir. Bu işin başını, bu yüzyılın en zevkli şairi olan Nedim çekmektedir. ‘Lale Devri Şairi’ olarak tanıdığımız Nedim, Divan şiirini Arapça ve Farsça kelime ve dil kurallarıyla yüklü bir şiir durumundan çıkarmaya çalışmış, sade, açık ve külfetsiz bir dille yazmıştır. Bazı yerlerde konuşma diline, halk deyişlerine de şiirinde yer vermiştir. Ayrıca, bir Divan şairi olarak, milli ölçümüz hece ile türkü tarzında bir şiir yazmış olması da, onun millî hassasiyetini ortaya koyan bir tavırdır. Nedim’in

Şu şehr-i Sıtanbûl ki bi-misl ü bahâdır

Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedâdır

beytiyle başlayan İstanbul Kasidesi, ondaki millî gururun ve vatan sevgisinin açık bir göstergesidir.

XVIII. yüzyıl Osmanlı edebiyatının nesir sahasında, milliyetçilik noktasında dikkati çeken eseri, Yirmi sekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin Fransız Sefaretnâmesi’dir. Bu eserde, Yirmi sekiz Çelebi, Batı’ya, Evliya Çelebi’nin döneminin en güçlü devletine mensup olmanın gurur penceresinden değil, zayıflamaya başlayan ve bundan çıkış yolları arayan bir devletin elçisinin mütevazı penceresinden bakmıştır. Bu bakışla, bize Batı ile aramızdaki medeniyet farkını göstermeye çalışarak millî bir hizmet ifa etmiştir.

XVIII. yüzyılda, milliyetçi bir şahsiyet olarak, fazla sanatkâr olmayan, fakat devletinin durumunu üzüntülü bir dille anlatıp, yol gösteren Konyalı şair Üveysî’den de söz etmek gerekir. Üveysî;

Eyâ kavm-i İslâmbol bilin tahkik, olun agâh

İrüşür nâgehan bir gün size kahr ile hişmullah

beytiyle başlayan uzun manzumesinde,

Yahudi gibi mel’unlar geçer sadra bîteklif

Kapudan baksa bir mü’min, ederler ondan istikrah

diyerek, devleti yönetenlerin şuursuzluğunu Türk olmayanları teklifsizce sadrazamlık makamına kadar getirdiklerini, fakat buna karşılık, bir Müslümanın kapıdan dahi geçmesine tahammül edemeyip, hakaretle kovduklarını ifade etmiş ve böylece devletle halk arasındaki uçurumu çarpıcı bir biçimde ortaya koymuştur.(1)

XIX. Yüzyıl

Osmanlı Edebiyatı’nın XIX. yüzyılını iki bölüm halinde ele almak gerekir. 1800 yılından 1839 yılına kadar devam eden dönem, bu edebiyatın birinci dönemidir. Tanzimat’tan sonraki ikinci dönemde, bütün özellikleriyle farklı, yeni bir edebiyat ortaya çıkmıştır.

1800-1839 yılları arasındaki döneme damgasını vuran padişah II. Mahmut’tur. İnkılâpçı bir Osmanlı hükümdarı olan II. Mahmut, son asırda tamamen bozulan Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırarak, yeni bir ordu teşkilâtı kurmuştur. Ülkede, askerî, idarî ve kültürel bazı yenilikler yapmıştır. Fakat Osmanlı İmparatorluğunun Avrupalılaşması yolundaki en önemli adım, Sultan Abdülmecit’in, 1839 yılında Tanzimat Fermanı’nı İlân ettirmesidir.

Bu dönemin edebiyatına milliyetçilik açısından bakıldığında, bu alanda çok şuurlu şahsiyetlerin yetiştiği görülmektedir. Fakat millî hassasiyetleri olan şahsiyetler olarak bakıldığında ise şu tablo ile karşılaşılmaktadır.

Âsım Tarihi isimli eseriyle tanınan Mütercim Âsım Efendi, Kamus adıyla anılan üç ciltlik lûgat tercümesi ile Türk kültür tarihine önemli bir hizmette bulunmuştur.

Bu dönemde, ‘Mahallileşme cereyanı’, tamamıyla halk söyleyişine ve halk hayatına nüfuz eden Enderunlu Vâsıf ve Fazıl Bey gibi iki Divan şairi ile devam etmiştir. Bu dönemin önemli şairlerinden Âkif Paşa, hece ile âşık tarzı şiirler söylemiştir.

Bayburtlu Zihnî, Ruhsatî, Seyrânî, Erzurumlu Emrah ve Âşık Dertli gibi tanınmış halk şairlerinin yetiştiği bu dönemde, millî ruhun ve Türk kahramanlığının halk şiirindeki temsilcisi, göçebe Türkmenlerden Dadaloğlu olmuştur. Dadaloğlu’nun millî gururu ve cesareti şu dörtlükte açıkça görülmektedir:

Dadaloğlu, yarın kavga kurulur

Tüfek öter, davlumbazlar vurulur

Nice koç yiğitler yere serilir

Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir

1800-1839 yılları arasındaki dönemde, Osmanlı İmparatorluğunun, varlığını sürdürebilmek için son çare olarak, Avrupa medeniyetine girmeyi gördüğü ve bu yolda çabalar gösterdiği bir dönem olmuştur. Yanlış bir teşhisle, Batı ile aradaki farkın, giyim-kuşam, ordu ve devlet teşkilatı, hayat tarzı gibi şekle ve kültüre dayalı unsurlarda olduğu kanaatine varılmıştır. Hâlbuki asıl farkın ilim, teknik ve sanatta olduğu gerçeği kavranamamıştır. Teşhis yanlış konulunca, tedavi de yanlış yapılmıştır. Bunun sonucunda toplumumuzda bir Batı hayranlığı ve Batı taklitçiliği doğmuştur.

Bu arada, 1789 Fransız İhtilâli’nin dünyanın gündemine getirdiği milliyetçilik ve hürriyetçilik fikirleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun tebaası olan Balkanlardaki gayrimüslim unsurlara aşılanıyordu. Avrupalılar, İmparatorluğu içinden yıkmak için ellerinden gelen çabayı gösteriyor, çeşitli kışkırtmalar yapıyorlardı. Azınlık milliyetçiliğinin gelişmesi, Türk aydınlarının da, Türk milliyetçiliği ile ilgili bilimsel çalışmalar ve araştırmalara yönelmesine yol açmıştır. Fakat örneklerle anlatıldığı gibi, Destanlar Dönemi’nden Tanzimat Dönemine kadar Türklerde Milliyetçik duygusu vardı.

(1) Hikmet Temuroğlu, Milliyetçiliğimizin Tarihi Gelişmesi ve Verilecek İstikamet Hakkında, Türk Yurdu, c.III, Aralık 1963, sy. 7, s. 9