İletişim: sakinoner@hotmail.com
Millî dil, millî kimliği kazandıran ve millî birliği sağlayan en önemli unsurdur. Bunun için resmi dil tektir, tek olmalıdır. Bu gerçeği gören ilk devlet adamı olan Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277 tarihinde bir ferman yayınlayarak, o tarihten sonra bütün resmi ve özel mekânlarda Türkçeden başka dilin kullanılmasını yasaklamıştır. 13 Mayıs tarihi, 1960 yılından bu yana, dilimize sahip çıkma şuurumuzun güçlenmesine katkıda bulunması dileğiyle Türk Dil Bayramı olarak kutlanmaktadır.
Milli dil, bir egemenlik ve bağımsızlık göstergesidir. Eğitimin dili, milli birlik ve beraberliği sağlamak ve koruyabilmek için resmi dilimiz olan Türkçe olmalıdır. Eğitim dili birden fazla olursa milli birliğimiz tehlikeye girer. Bu sebeple anayasanın değiştirilemez maddeleri arasındaki “Türk milletinin resmi dili Türkçedir.” maddesi tartışmaya açılmamalıdır.
Son yıllarda bölücü terör örgütleri ile onların siyasi ve sivil uzantılarının, ‘Anadilde eğitim’ söylemiyle ‘Kürtçenin ikinci resmi dil olarak kabulü’ dayatmaları, bağımsızlık ve egemenlik haklarımıza yapılan bir saldırıdır. Türk milletine ait olan egemenlik hakkı, kimse ile paylaşılamaz. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın dediği gibi “Türkçe bizim ses bayrağımızdır.”
Osmanlı Devleti bir imparatorluktu ve üç kıtada Müslim ve gayrimüslim onlara etnik kökene sahip halkı bünyesinde barındırıyordu. Ama öyle olduğu halde hangi kökenden gelirse gelsin devlet memuru ve milletvekili olacakların Türkçe bilmesini şart koşulmuştur. İlk anayasamız olan ve 1876’da kabul edilen Kanun-ı Esasi’nin 18. maddesinde “Tebaa-i Osmaniye’nin hidemat-ı devlette istihdam olunmak için devletin lisan-ı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır.” denilerek hem devletin resmi dilinin Türkçe olduğu belirtiliyor hem de devlet kadrolarında memur olacak kişilere Türkçe bilme şartı getiriliyordu. Heyet-i Mebusan’a kimlerin seçilemeyeceği de 68. maddede sıralanırken “...salisen Türkçe bilmeyen... Mebus olamaz.” denilmektedir.
Son yıllarda kullanılan bir dörtleme var: ‘Tek devlet / Tek millet / Tek vatan / Tek bayrak’. Fakat Ziya Gökalp “Lisan” şiirinde diyor ki: “Türklüğün vicdanı bir / Dini bir, vatanı bir / Fakat hepsi ayrılır / Olmazsa lisanı bir”. 1990’lı yılların başında çöken Sovyet İmparatorluğu’ndan sonra ortaya çıkan Türk Cumhuriyetlerini yetmiş yıl ayakta tutan ‘dil ve din’ olmuştur. Bu yüzden bu dörtlemeye mutlaka ‘Tek dil’ söylemi de eklenmelidir. Bu yüzden Yahya Kemal Beyatlı: “Türkçenin çekilmediği yerler vatandır. Vatanın gövde ve ruhu Türkçedir. Her halk kendi ikliminin lisanını söyler.” demiştir.
Milletimizin geçirdiği tarihi süreçte dilimize girmiş, Türkçeleşmiş kelimelerin ve kavramların atılması dilimizi yoksullaştırır. Esas olan milletimizin bütününün anladığı, ‘yaşayan Türkçe’nin kullanılmasıdır. Bu yüzden, Türkçe özellikleri yaşatılmalıdır. Ortak dilimiz olan Türkçenin öğretimine önem verilmeli, dilimizin yabancılaştırılmasına kesinlikle karşı çıkılmalıdır.
Küreselleşen dünyada çocuklarımızın, bilim ve teknolojideki gelişmeleri takip edebilmeleri, dünya ile iletişim kurabilmeleri ve iş yapabilmeleri için uluslararası geçerliliği olan bir veya birkaç yabancı dili öğrenmeleri gerekir. Bu yüzden yabancı dil öğretimini sonuna kadar destekliyoruz. Fakat yabancı dille eğitime karşıyız. Çünkü bu dilimizin bilim yapmak için yetersiz olduğunu kabullenmektir. Ayrıca, dilimizin yeni bilimsel ve teknolojik kavram ve terimleri üretme yeteneğini engellemektir.
Atatürk, “Türk dili zengin bir dildir. Her kavramı ifade kabiliyeti vardır. Türk dili dünyada en güzel dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve yükseltmek için çalışır.” diyerek Türkçenin zenginliğini ve yükseltilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Alman dil bilgini ve filozof Max Müller, “Türk dilini incelerken, insan zekâsının dilde başardığı büyük mucizeyi görürüz.” der. Bu vesileyle ‘Türkçenin matematikçilerin dili ve bilim dili olduğunu’ söyleyen ve bozulmadan yaşatılması konusunda büyük mücadele veren yakın bir tarihte kaybettiğimiz Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nu saygı ve rahmetle anıyoruz.
Son yıllarda Türkçenin çeşitli yabancı dillerin etkisiyle bozulmakta olduğunu görmekteyiz. Son yıllarda Türk dilinin yazımı ve telaffuzu konusunda büyük bir yozlaşma yaşanmaktadır. Bazı işyerlerinin tabelalarında Türkçe kelimelerin bile bozularak yabancı dillerin kelimesi gibi kullanıldığını görüyoruz. Ayrıca, yabancı markaların isimleri dışında yerli firmalara isim verilirken de yabancı dillerden gelen kelimeler kullanılmaktadır. Büyükşehirlerimizin merkezi caddelerindeki tabelalara baktıkça yabancı bir şehirdeymişiz hissine kapılıyoruz. Bu gelişmeler, dilimizin geleceği bakımından son derece sakıncalıdır. Bu konuda parlamentonun, merkezi hükümetin ve yerel yönetimlerin üzerlerine düşen görevleri yapmaları gerekir.
Türkçemizin bozulması ve yozlaşmasını önlemek için dillerinin korunması konusunda hassas olan Fransızlar ve Macarlar gibi bizim de en kısa zamanda, dilimizi koruma altına alacak ‘Türk dilini koruma yasası’ adıyla bir yasa çıkarılmalıdır. Bu konuda görev, öncelikle kendini Türk milliyetçisi olarak tanımlayan parlamenterlere düşer.