Sakin Öner

Tüm yazıları
...

Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e Türk Milliyetçiliğine Genel Bakış-21

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

Tanzimat dönemi milliyetçiliğinin öncü şahsiyetleri:

11. Abdülhak Hâmid (Tarhan) (1852-1937)

II. Tanzimat Nesli sanatçılarından Abdülhak Hâmid, “Tanzimat Edebiyatı’nda ilk ve hakiki müceddit” olarak gösterilmiştir. Tanzimat döneminde edebî, inkılâbı yapan odur.(1) O, diğer konularda olduğu gibi, dil konusunda da kendine has, “Hâmidâne” diyebileceğimiz bir yol takip etmiştir. Genellikle, eserlerinde Divan edebiyatında bile bulunmayan kelime ve terkiplere yer vermesine rağmen, ifrada kaçmadığı zaman gayet güzel ve sade bir Türkçe ile duygu ve düşüncelerini ifade etmiştir. Hâmid’i bu tür eserleriyle de, dilde Türkçeleşme çabalarına destek olmuş bir edebiyatçımız olarak kabul edebiliriz.

Tanzimatın II. Nesli arasında yer alan sanatçılardan Abdülhak Hâmid, Recaizâde Ekrem ve Samipaşazade Sezai’den sadece Abdülhak Hâmid’in eserlerinde milliyetçiliğin izlerine rastlanmaktadır. II. Tanzimat Nesli’nin öncülerinden Recaizâde Ekrem, hece ile birkaç şiir yazmışsa da, millî konular üzerinde pek durmamıştır. Bu yüzden, bu döneme ait edebiyatçılardan sadece Abdülhak Hâmid üzerinde duracağız.

Hayatının bir devresinden sonra Hâmid, milliyetçiliği tam olarak anlamış bir Türkçü olarak görülür. Onun eserlerine yayılmış olan Türkçü fikirleri iki noktada toplayabiliriz: Türk üstünlüğü ve Türk bütünlüğü.(2)

Türk üstünlüğü konusundaki fikrine örnek olarak Turhan piyesindeki bir sahneyi gösterilebiliriz. Bu sahnede Turanlı (Türk),Fars, Arap ve Çerkes olan dört uşak bir saray odasını süpürmektedir. Türk uşağın dışındaki üç uşak konuşurken kavgaya başlarlar. Bu sırada Türk uşak, kavgacıların arasına girip onları ayırırken şunları söyler:

“Ne yapıyorsunuz hey! Burada hepiniz uşak,

Ne sen tâcirsin, ne sen şair, ne de bu sârik

Bense Türk’üm, Turanlı; asıl mağrib ü maşrık

Bana muti olmalı…”

Hâmid aynı düşüncesini, Yabancı Dostlar isimli eserinde de şu mısralarla açıklamıştır:

“Yine sen yabancı ondan ürk,

Ki değildir tekin, yamandır Türk.

Ellerin görmekdikçe itliğini

O bırakmaz bugün yiğitliğini.

Isırırlarsa ansızın kudurur.

Yıldırım yağdırılsa karşı durur.”

Çeşitli adlar altında dünyaya dağılmış olan Türkler, Hâmid’in gözünde bir bütündür. Türk bütünlüğü konusundaki fikirlerini Arziler isimli eserinde şöyle özetlemiştir:

“İndimde Türk oğulları hep bir pederlidir,

Türk, ondan şüphe ettiği gün pek kederlidir.”

 Hâmid, Hakan piyesinden seçtiğimiz şu iki mısrada ise milliyetçiliğini açık bir biçimde ortaya koymuştur:

“Tûrân’ı isterim ola hâkim zamâneye…

Biz isteriz ki Türk eli çıksın ufuklara…”

Hâmid’in milliyetçiliğini ortaya koyan göstergelerden biri de, eserlerindeki vatan ve millet sevgisidir. Hâmid, her eserinde “insan doğuştan vatansever olmalıdır” fikrini ortaya koymuştur. Hâmid’e göre, yalnız vatanı sevmek yetmez, aynı zamanda ona âşık olmalıdır. Abdülhak Hâmid, vatanı anne gibi görür. Onun sevgisi bütün sevgilerin üzerinde ve kaynağıdır. Vatan alelâde bir toprak parçası değil, atalarımızın bir yadigârı, bir emanetidir. Millet sevgisi de vatan sevgisi ile birlikte düşünülen bir sevgidir. Hâmid’in eserlerinde geniş yer tutan vatan ve millet sevgisinin oluşmasında, Namık Kemal’in “Vatan” makalesinin, “Vatan yahut Silistre” tiyatro eserinin ve “Vatan” başlıklı şiirlerinin büyük etkisi olmuştur.

Halkçı ve milliyetçi bir sanatçı olan Hâmid’in milliyetçilik anlayışı, İslâmiyetle iç içedir. İslâmiyeti her zaman yüceltir, onu milliyetimizin esaslı bir unsuru olarak görür. İslâm dininin dünyaya açık ve iyi anlatıldığı zaman insanlığa ışık tutacak bir din olduğunu belirtir. Ama dinde bazı reformlar yapılmasının ve din kitaplarımızın milli dille yazılmasının gerektiğini ifade eder. İslâmın büyüklüğüne layık olmak isteyenlerin geniş kültürlü, hoş görülü olmalarının şart olduğunu söyler.

Hamid özellikle tiyatrolarını, halka bir şeyler söylemek ve bazı görüşleri savunmak için yazmıştır. Bu yüzden millet ve vatan sevgisi ile milliyetçilik duygusunu, tiyatrolarında ortaya koymuştur. Milli ve sosyal fikirlerinin çoğunda; Namık kemal gibi Fransız ihtilalini hazırlayan filozoflardan ilham almıştır. Meselâ Sardanapal isimli piyesinde Yudes’in nedimesi Semiramis’e şunları söylemiştir:

“Vatanperver ol, bir de sev milleti;

Bilirsin hayatın nedir illeti.”

Hâmid’e göre “Milletimi seviyorum” demek yeterli değildir. Millet sevgisi milletin geleceği, birlik ve beraberliği, refah ve mutluluğu, ahlâk ve törelerinin düzeltilmesi, kültürünün yayılması ve gelişmesi yolunda çalışmakla belli olur. Gerçek milliyetçilik budur.(3)

Abdülhak Hâmid, Namık Kemal’in “Vatan” makalesinde  “İnsan vatanını sever, çünkü…” diye başlayan cümlelerini “Târık yahut Endülüs Fethi”nde “Severim; çünkü” şeklinde dört sayfa boyunca Salhâ’nın dilinden ifade eder:

“Salhâ - (…) Vatanı severim; çünkü onun sâyesinde ömür sürüyorum. Toprağının üstünde gezdim. Geziyorum. Altında yatacağım. Vatan muhabbeti vatanın bir taşına vücudunu siper etmek, bir karış yerini çiğnetmemek için canını vermek, harap olmuş bir tarafını bulunca elinden geldiği derecede onun tamirine tavassut göstermek, bir kusurunu görünce dilinin döndüğü kadar söyleyip ihtar eylemekle ispat olunabilir. Milleti severim; çünkü yiyeceğimi içeceğimi veren millettir.

Vatan sevgisi ile birlikte düşünülen millet sevgisi de Azrâ tarafından aktarılır:

Müslim - Lâkin ben seni can u dilden sevdim.

Azrâ - Milleti benden ziyâde sev ki ben de seni seveyim.

Müslim - Vatan ve millet muhabbeti başkadır, insan bir güzele taaşşuk eder, bir millete âşık olamaz.

Azrâ - (Heyecan ile) Vay!… İnsan milletine âşık olmaz mı imiş? Senin muhabbet edeceğin kadında ne var? Güzel bir çehre, hoş bir tabiat, nazlı bir endam, tatlı bir bakış, tatlı bir lakırdı söyleyişten, biraz da irfan ile zekâdan başka bir şey yok. Düşündüğün zaman, hep o çehre, o tabiat hatırına gelecek; gördüğün vakit, hep o endamı görüp o lakırdıyı işiteceksin. Fakat bir millette… Bir millette ne yok!…”(4)

İsmail Habib, Hâmid’in vatanseverliği ve vatanî şiirleri hakkındaki görüşlerini şöyle özetlemiştir:

“Hâmidin doğrudan doğruya vatanî zannedilmeyen eserlerinde bile hep vatanı düşünen bir gaye vardır. Birçok hailelerinde ve bir çok eserlerinde vatanın başında bulunanlara ders vermek istiyordu. Bütün emeli başka milletlerin tarihlerine aid menkıbeleri şiire geçirerek kendi milletimize ibretli bir levha halinde göstermekti. “Eşber” faziletkâr hükümdarların, hayatları bahasına da olsa, vatanlarını nasıl kurtarmakla mükellef olduklarını; “Tezer” âdil hükümdarların milletin iradesini nasıl en büyük ferman telâkki ettiklerini; “Sardanapal” kendini cariyelere ve müdahinlere kaptırmış bir hükümdarın nasıl bir akibetle karşılaşacağını, “Nesteren” zalim hükümdarların halk tarafından nasıl lânetle mukabele göreceğini…  Velhasıl her haile ve her eser Abdülhamid’e karşı hakiki hükümdarlığın ne olduğunu teşhir eden bir haykırış ve millete, milletin kıymetini gösteren bir irşattı.

Lâkin Hâmid’in maşeri ve vatanî şairliği yalnız böyle bilvasıta değildir. Her büyük vatan hâdisesi onun sânihasını, çağlıyanlı bir memba gibi harekete getirdi. İşte 1313(1897) Yunan Harbi zamanındayız. “Mehmetçik”ler “Dömeke”nin, aylarca düşmez zannedilen, yalçın ve müstahkem tepelerini bir anda ele geçiriyorlar, Hâmid o sıralarda uzaktadır, vatanın haricindedir, fakat kendini o ordunun içinde sanıyor, “Orduy-u Hümayunda bir şair” serlevhasile (başlığıyla) yazdığı uzun şiirde bize Türk ordusunun kahramanlıktaki azametini tasvir etmektedir. Bu şiirden işte sadece bir iki mısra:

Eder memate teveccüh, beri tazallümden,

Yürür huzur ile, bir çehre-i mübeşşer ile,

Şeb-i dirazde takib-i subh-u mahşer ile

Alır peyam-ı uhuvvet cüyuş-i encümden!”(5)

1293 (1877) Osmanlı-Rus Harbi’nde felakete uğrayan vatanın durumunu İbni Musa isimli eserinde İspanya vatanı vesilesiyle kendi vatanının mersiyesini şöyle yazmıştır:

Gene karşımda veçh-i münkeşifi

Ruy-i arza nikah-ı mün’atifti

Göğe vurmuş tenindeki humret.

İki berk-ı belâ gelir elbet.

 

Sanki nefretle âlem-i beşere.

Gökte de mahzar-i celâl olmuş,

Ne de nazik mizac-ı münharifi:

Ey vatan, ey ilâhe-i ümmet

 

Felek âray-i irtihal olmuş,

Bak huzurumdaki firiştelere.

Duş-ı nazında lâlgûn hil’at,

Sana bak al kefen de bir zinet!

“Abdülhak Hâmid’in Yadigâr-ı Harb isimli eserinde Namık Kemal etkisi fazlaca görülür. Namık Kemal’in eserindeki “Hürriyet Perisi”nin bir benzeri Yadigâr-ı Harb’te “Per-i Vatan” olarak karşımıza çıkar. Bu cinsiyeti, şekli şemali belli olmayan varlık, Türklerce büyük bir heyecan ve sevgi ile karşılanır. Abdülhak Hâmid’in Namık Kemal’den tevarüs eden vatan ve millet düşünceleri Yadigâr-ı Harb’te bütün çıplaklığı ile görünür. Şahısların konuşmaları Vatan yahut Silistre’den alınmış izlenimini uyandırır.

Namık Kemal’in eserlerinde sıklıkla gördüğümüz vatanı “ana” olarak niteleme, Abdülhak Hâmid’de de çok sık görülür. Yukarıdaki alıntılarda görüleceği üzere, vatan ana gibi kutsal kabul edilir. Bir ana evlatlarını nasıl büyütüyor, besliyor ve koruyorsa vatan da üzerinde yaşayanlara aynı şekilde sahip çıkmaktadır. Bu sevgi tek taraflı değildir. Evlatları da vatan anaları için mücadele edecek, ona namahrem elinin uzanmasına izin vermeyecektir. Burada dikkat çekici husus, yazarın, erkekler gibi kadınların da vatan sevgisine sahip bireyler olarak vatan müdafaasında gönüllü olmalarına yapılan vurgudur.”(6)

(1) Dr. Ali Nihat Tarlan “Tanzimat Edebiyatında Hakiki Müceddit”Tanzimat I,  s.616

(2) Necdet Sançar, Abdülhak Hâmid ve Türkçülük ,Türk Yurdu, 1967, sy. 335

(3) Sakin Öner, Abdülhak Hâmid Tarhan, Toker Yayınları, İstanbul 1974, s.12-13

(4) Oğuzhan Karaburgu, Abdülhak Hâmid Tarhan’ın Tiyatro Eserleri Üzerinde Bir Araştırma ve İnceleme, Pamukkale Üniv. Doktora Tezi, Denizli Eylül 2010, s. 469-470

(5) İsmail Habib Sevük, “Yeni Edebi Yeniliğimiz”,İstanbul 1940,  s. 105

(6) Oğuzhan Karaburgu, a.g.e., s. 471-472