İletişim: sakinoner@hotmail.com
Tanzimat Dönemi Milliyetçiliğinin Öncü Şahsiyetleri:
8. Ali Suâvi (1838-1878)
Tanzimat döneminin Türkçü şahsiyetlerden bir diğeri de Ali Suâvi’dir. Çankırılı Hüseyin Ağa’nın oğlu olan Ali Suâvi, 8 Aralık 1839 tarihinde İstanbul’da doğmuştur. Eğitim hayatına Davutpaşa Rüştiyesi’nde başlamış, daha sonra Şehzadebaşı Camii medresesinde din dersleri almıştır. Genç yaşlarında resmî görevle Bursa’ya, Simav’a, Rumeli’ye ve Hicaz’a gitmiştir.
Ali Suâvi, 1886 yılında hem siyasî hayata atılmış, hem de Muhbir gazetesinde yazılar yazmaya başlamıştır. Adı geçen gazetede yayımladığı yazılarının ana temasını hürriyet ve istibdat çatışması teşkil eder. Muhbir’de kaleme aldığı yazılar yönetimce hoş karşılanmamış ve Kastamonu’ya sürgün edilmiştir. İki ay sürgün kaldıktan sonra Mustafa Fazıl Paşa’nın davetiyle Avrupa’ya kaçmıştır. Muhbir gazetesini Avrupa’da çıkarmaya devam etmiştir. Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin yayın organı olarak yayımlanan bu gazetede Ali Suâvi, cemiyetin fikirlerine aykırı yazılar yazdığı için arkadaşlarınca dışlanmıştır.
Bu gazetenin yerini Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın çıkardığı Hürriyet gazetesi almıştır. “Namık Kemal ve Ziya Paşa aleyhinde Fazıl Paşa’ya gizli mektuplar yazan ve bu edipler tarafından menfaatperestlikle, şarlatanlıkla itham edilen Ali Suâvi, Yeni Osmanlılardan ayrılarak Paris’te Ulûm gazetesini çıkarmış ve bu şehrin Almanlar tarafından işgali üzerine Liyon’a geçerek orada da Muvakkaten isimli bir başka gazete neşretmiştir.”(1)
Ali Suâvi, Abdülhamit’i tahttan indirip yerine Beşinci Murad’ı geçirmek istemiş, bu amaçla Beşinci Murad’ın mahpus hayatı yaşadığı Çırağan Sarayı’nı basmıştır. Bu hadiseyi haber alan Beşiktaş Muhafızı Yedisekiz Hasan Paşa tarafından sopa ile vurularak öldürülmüştür.
Ali Suâvi, ilk eserlerini İslâmcı ve Osmanlıcı bir düşünce ile yazmıştır. Daha sonraki yıllarda düşünceleri değişmiş ve Türkçü bir anlayışla yazılar yazmıştır.
“Suâvi, İstanbul camilerinde vaizlik yapmış, Şehzadebaşı camiinde ders okutmuştur. Vaazları ve dersleri ona süratli bir şöhret temin etmiş, Ali Suâvi devrinin birçok büyük adamları tarafından alâka ile karşılanmıştır. İhtiraslı benliği, atak tabiatı; bakışlarının parlak ve çekici vasıfları; kendisini olduğundan daha fazla göstermekteki cerbeze ve cesareti onun bu süratli şöhretinin en mühim amilleri arasındadır.”(2)
Prof. Dr. Remzi Oğuz Arık, Ali Suâvi hakkında “Avrupa’ya gidenler arasında bir Ali Suâvî’yi hayret ve hürmetle anmamız lâzım. XIX. Asır ortasında kendine gelen bu yaman, Çankırılı Türk, Türklüğünü ilk defa en mükemmel şekilde duyan, müdafaa eden, yayan insan oldu.” demiştir.(3)
Tanzimat’ın yalnız fikrî ve edebî hayatında değil, siyasî hayatında da önemli bir rol oynayan Ali Suâvi, bir çok Doğu müellifinde olduğu gibi, o gün hangi konu, tarihî şahsiyet ve zihniyetle meşgulse, onu diğerlerinden üstün tutma vasfına sahiptir. “Mühim bir kısım eserlerini İslâmcı ve Osmanlıcı zihniyetlerle yazmış olan Ali Suâvi’nin Türkolojiye temas eden yazılarını da Türkçü, hatta Pan Türkizm’i hedef tutan bir anlayışla yazması ve zamanının birinci sınıf Türkçüleri arasında yer alabilecek bir faaliyet göstermesi, tamamıyla böyle bir sebepten ileri gelmiş gibidir.
Ayrıca şurası da muhakkaktır ki Ali Suâvi, İslâmcı ve Osmanlıcı neşriyatı arasında Türkçü bir muharrir olarak da eserler yazmamış olsaydı, onun Türk edebiyatı tarihindeki mevkii daha sönük bir mevkii olurdu. Çünkü, Tanzimat’ın çeşitli konularda eserler veren büyük sanatkârları yanında Ali Suâvi’nin eserleri ilim, fikir ve sanat bakımından orijinal ve üstün bir değere malik değildi. Bir anarşist ruhuyla hazırladığı Çırağan vak’ası ise, sonradan görüldüğü gibi maceraya hayran muharrirler elinde ancak bir macera edebiyatı mevzuu olabilirdi.
Bu sebeplerdir ki, Ali Suâvi’nin edebiyat tarihimizdeki belli başlı mevkii Türkçülük alanında olmuştur; Gerek Ulûm gazetesinde, gerek Hıyve (Hive) isimli risalesinde ve daha bazı eserlerinde Türk diline, Türk milleti ve Türk medeniyeti tarihine dair yazdığı makale ve bahislerdir ki, Ali Suâvi’ye, devrinin, sayısı pek az olan Türkçüleri arasında anılmaya değer, bir mevki kazandırmıştır.”(4)
“Türk” makalesi
Ulûm gazetesindeki milliyetçi yazılarına örnek olarak daha sonra risale halinde yayınlanan “Türk” başlıklı makalesinden alınan aşağıdaki bölüm gösterilebilir:
“Türk, fil-asl Maveraünnehir’de Çin şimâline doğru sakin olan evlâd-ı Yâfes’dendir. Türk ve Tatar zaten bir familyadan olduğu muhakkaktır. Bunlar ve Islav ve Avar ve Bulgar ve Cud ve Finuva hep İskit’te dahildir. Herodot, (Kitab 4-5), İskitler’in her kavimden daha yeni olduklarını yine kendilerinden nakl ederse de Latin müverrih Cüstiyen (kitab 2 fasıl I) İskitler kendilerinin Mısrîlerden daha eski olduklarını iddia ediyorlar, diye hikâyet eyler ve bunu bazı vechile tashîh eder. Türk isminin me’hazı hakkındaki ihtilâf ma’lûm. Kavl-i esah bir hanları isminden me’huz olmak zannolunur. Çin müverrihleri, birinci Türk hanını Tuku nâmıyla yazarlar. Mutavassıt ra harfiyle telâffuz olunan ekser kelimelerden Çin lisanında ra sâkıttır, ve bazen lam’a kalb olunur. Meselâ Türkler Pars derler, Çinliler Pâs. Türkler torun nutk ederler, bunlar tolun. Buna nazaran Türk ile Tuku bir isim olarak ba’îd değildir. Mânen dahi buna işaret vardır. Zira Tuku kelimesini Çinliler kelb ile tefsir ederler. Farîsilerin İskitlere sek tesmiyesini Heredot (Polimli 64) nakl eyler. Heredot kitâb-ı râbi’de der ki “Bunlar bir han nâmından alarak kendilerine sıkolo derler. Elenozlar sıkleş tesmiye ederler” Sıkolo kelimesini Darsun hâşiyesinde İslâv ile tefsir etti. Şu sıkolo kelimesinin kolo ve Hanın ismi Kuluhan olmasını zannederim. Türkler mu’ahharan mevki-i aslîlerinden hurûç edip Fars’a ve Anadolu’ya ve Rumeli’ye ve Mısır’a inmişlerdir. Feth ettikleri yerlerde nice hanedan-ı hükümet bıraktılar. Gazneviyân ve Selçukîyân ve Osmanîyân o hanedanın meşhurlarındandır. Türk’ten nice büyük batınlar gelmiştir. Hazer, Kazak, Uygur meşhur batınlardandır. Macarlar dahi Osmanlılar gibi Uygur’dandır. Türk’ün hâla mevcûd fahsları şunlardır: 1- Osmanîyân, 2- Özbek, 3- Türkmen, 4- Sibir tatarları, 5- Kırgız, 6- Yakut ve Çuvaş”(5)
Hive Tarihi
Suavi’nin Türkçülüğü ve Türkolojiye ilgisi, Avrupalı Türkologları tanıdıktan ve Rusların Orta Asya’daki Türk kavimlerine karşı takip ettiği asimilasyon politikasını fark ettikten sonra artmıştır. Bu dönemde yazdığı ve 1873’te Paris’te Fransızca ve İstanbul’da Türkçe olarak yayınlanan Hıyve “Hive Tarihi” isimli eser, milliyetçilik tarihimiz için oldukça önemlidir. Hive, Ali Suâvi’nin Türkçü bir zihniyetle kaleme aldığı eserinin adıdır. Suâvi bu eseriyle dikkatleri Orta Asya Türklüğüne çekmiştir. Hive, bilhassa Rusya ile İngiltere’nin Asya topraklarını paylaşmaları karşısında Müslüman Türklerin gösterdikleri direnişi anlatan kısımlarıyla Türkiye’de heyecan uyandırmış bir eserdir.
Suâvi bu kitabıyla Hive’nin tarihini, coğrafyasını tanıtan bir monografi hazırlamıştır. Bu arada, Osmanlı İmparatorluğu tarafından ihmal edilen Orta Asyalı Müslüman Türklerin ziyan edilişleri karşısında alâka uyandırarak, Bâbıaliyi Hive meselesine müdahaleye çağırmıştır. Eserde, camileri, medreseleri ve yetiştirdiği büyük İslâm âlimleriyle, iftihar edilecek bir Türk yurdu olan Mâverâü’n-nehir’in, Rusya tarafından istilâ edilişi karşısında, Bâbıâlinin hareketsiz kalışı üzüntüyle karşılanmıştır.
Diğer Eserleri:
Bazı Batılı düşüncelerin yanlışlığını göstermek amacıyla kaleme aldığı Türk makalesi, Türklerin Mesai-i Zihniyetleri, Hive Tarihi onun Türk ve Türklük hakkındaki görüşlerinin doğrudan toplandığı eserlerdir. Esasen diğer eserler ve makaleleri ile lisan ve kültür boyutlarıyla yazdıkları göz önüne alındığında, Suâvi’nin Türkçülük düşüncesi için önemli bir kaynakça elde edilmiş olmaktadır.(6)
Ali Suâvi, Hive Tarihi dışında bir de, Tanzimat döneminin ilk ansiklopedi denemelerinden olan Kamusü’l-Ulûm vel-Maarif isimli eseri yazmıştır.
Onun bunların dışındaki gazete yazıları dönemin siyasî durumunu anlayabilmek açısından önem taşımaktadır.. Suâvî, “Şark meselesi” hakkındaki görüşlerini “A Propose de L’Herzogovine” adı ile 1875 yılında Paris’te yayımlamıştır.
Ali Suâvi, Ali Şir Nevaî’nin Mehakemetü’l-Lügateyn’ini batı Türkçesine aktarmış, Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Paris Sefaretnamesi’ni bazı ilavelerle neşretmiş, Kâtip Çelebi’nin Takvimü’t-Tevarih’ini Paris’te fasikül halinde neşre çalışmıştır. Ali Paşa’nın Siyaseti adlı, Ali Paşa’nın icraatlarını eleştiren bir eseri vardır.(7)
İsmail Hami Danişmend, “Ali Suavi’nin Türkçülüğü” adlı eserinde, Suavi’nin Türklük hakkındaki düşüncelerini “üç ana tez” halinde ele almıştır. Bu tezler özetle şunlardır:
1- Türk ırkı askerî, medenî ve siyasî rolleri itibariyle bütün ırklardan üstün ve eski bir ırktır.
2- Türk dili, dünyanın en zengin ve en mükemmel dilidir. Avrupa’nın en büyük dilleri bile Türk diline nispetle geridir.
3- Türk ırkı dünya kültür tarihinde en büyük rolü oynamış ve bilhassa İslâm kültürünü Türkler vücuda getirmişlerdir.(8)
Ali Suavi’nin az bilinen yönlerinden biri, dinî Türkçülüğüdür. Tanpınar’ın “İslâm âleminin son müçtehidlerinden biri veya böyle olmak istiyordu” hükmünü verdiği Ali Suavi, İslâm içinde milliyetlerin realitesini kabul etmiş, onun için hutbenin millî dilde söylenmesini istemiş ve bunu bir zaruret olarak görmüştür. Ona göre “Kur’an” bile tercüme edilebilir ve edilmelidir de. Yalnız namaz, Arapça olmalıdır. Çünkü Arapça, Arapların dili değil, İslâmın dilidir. Onu, dinî işlerde kullanmakla İslâm birliğini muhafaza etmiş oluruz. Suavi’nin bu fikirleri daha sonra Cemâleddin-i Efganî tarafından geliştirilecek, oradan da ilk Türkçülere geçecektir.(9)
(1) Nihat Sami Banarlı, “Resimli Türk Edebiyatı Tarihi”, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1987, s. 1073
(2) Nihat Sami Banarlı, a.g.e.,s.1072
(3) Remzi Oğuz Arık, Coğrafyadan Vatana, MEB 1000 Temel Eser Yayını, İstanbul 1969, s.58
(4) Nihat Sami Banarlı, a.g.e., c.2, s. 1072-1073
(5) Ali Suavi, Türk, Ulûm gazetesi, nr. 2, 1 Rebiü’l-ahir 1286, s.1-2
(6) İsmail Doğan, Tanzimat’ın İki Ucu: Münif Paşa ve Ali Suavi, İz Yayıncılık, İstanbul 1991, s. 305
(7) Nihat Sami Banarlı, a.g.e., s. 1074
(8) İsmail Hami Danişment, “Ali Suavi’nin Türkçülüğü” s.25
(9) Ahmet Hamdi Tanpınar, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, s. 218