Sakin Öner

Tüm yazıları
...

Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e Türk Milliyetçiliğine Genel Bakış (17)

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

Tanzimat Dönemi Milliyetçiliğinin Öncü Şahsiyetleri:

7. Şemsettin Sâmi (1850-1904)

Şemsettin Sâmi, hem bir edip hem selâhiyetli bir mütercim hem de çalışkan ve büyük bir dil ve lügat âlimidir. Arnavut kökenli olduğu halde Türk milliyetini benimsemiş; Türk’ün büyük millet olduğuna inanmış, bilhassa Türk dili alanında milliyetçi bir zihniyetle araştırmalar yapmış, Türk dilinin mâzisini aydınlatan, istikbâlini zenginleştirmeye çalışan faydalı eserler yazmıştır.

Şemsettin Sâmi; Ahmet Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmanî’sini, geliştirerek Kamus-ı Türkî’yi yazan, en eski Türklerle Batı Türklerini tanıştırmak için Vambery’nin nakline göre Kutadgu Bilig’i ve Radlolf’un nakline göre Orhun Âbideleri’ni Batı Türkçesine çeviren, Türk büyükleri üzerine dikkati çekecek şekilde Kâmûsu’l-Âlâm’ı yazan, kısacası lûgat, dil ve tarih sahalarında Türk milliyetçiliğine büyük hizmetler yapan değerli bir Tanzimat yazarıdır.

Şemsettin Sâmi’ye Türk düşünce dünyasında önemli bir yer edinmesine seçkin bir mevki temin etmesinin sebep olan lugatçılık devresi, 1882-1883 yıllarında  Kâmus-ı Fransevî’yi yayınlamasıyla başlar. Türkçe ve Arnavutçadan başka belli başlı Doğu ve Batı dillerini hakkıyla bilen Şemsettin Sâmi, bilhassa Fransızcadan Türkçeye ve Türkçeden-Fransızcaya çevirdiği büyük ve değerli kâmuslariyle, Türk-Frenk kültür münasebetleri için zamanının en faydalı eserlerini hazırlamıştır. Fransızcadan tercüme edip yayınladığı eserler arasında Victor Hugo’nun ünlü romanı Les Miserables (Sefiller) de (1879) vardır.

Şemsettin Sâmi’nin Türk dili ve Türk milliyetçiliği yönünden en önemli eseri, Kâmûs-ı Türkî isimli üç sütun üzerine 1574 sahife olarak basılan büyük Türkçe lûgat kitabıdır. Sâmi bu eserinde, Türk dilinde kullanılan Türkçe, Arapça, Farsça, Rumca, İtalyanca, Fransızca bütün sözleri bir araya toplamaya çalışarak, lisanımızın en zengin lügat kitabını meydana getirmiştir. Bu eserde bilhassa Türkçe kelimelere verilen yer ve değer dikkati çeker. Bu kitabı ve öz Türkçe hakkındaki bazı şuurlu makaleleri dolayısıyla Şemsettin Sâmi’yi, Ahmet Vefik Paşa’nın daha verimli ve daha metotlu bir takipçisi olarak kabul etmek gerekir.

Şemsettin Sâmi, içinde Arapça ve Farsçadan alınmış birçok kelime bulunduğu halde, eserine, Kâmûs-ı Osmânî yerine Kâmûs-ı Türkî diye isim koymasındaki sebebi şöyle açıklamıştır: “Dilimizdeki kullanılan kelimeler hangi lisandan gelmiş olursa olsun gerçekten kullanılan ve bilinen kelimelerse onları, tamâmıyla Türkçe kelimeler arasında saymak lâzımdır.”

Şemsettin Sâmi’nin, en önemli eserine “Kâmûs-ı Osmanî” yerine “Kâmûs-ı Türkî” ismini koyması, onun Türklük konusundaki şuurunu açıkça ortaya koymaktadır. Bundan başka yine bizzat çıkardığı mecmualardan biri olan Hafta isimli mecmuaya yazdığı bir makalede “Osmanlı” tâbirini sadece bir “devlet ünvanı” olduğunu, hâlbuki Türk lisanının ve Türk milletinin Sultan Osman’ın zuhurundan çok eski bir mâzisi bulunduğu ileri süren yazar, “Bu lisanla mütekelim olan kavmin ismi Türk ve söyledikleri lisanın ismi dahi lisan-ı Türkî’dir.” “Osmanlı Devletinin tâbiiyeti altında bulunan bütün kavimlerin efradına da Osmanlı denilir. Türk ismi ise Adriyatik sahilinden Çin hududuna ve Sibiryanın iç taraflarına kadar yayılmış muazzam bir milletin adıdır. Bunun için bu ünvânı küçük görmek şöyle dursun, onunla övünmek ve sevinmek lâzımdır.”(1) demektedir.

Altı cilt üzerine tertip edilen Kâmûs-ül-A’lâm isimli eseri de onun tek başına vücuda getirdiği bir tarih, coğrafya ve meşhur adamlar ansiklopedisidir. Bugün değerinin büyük bir kısmını kaybetmiş olmakla beraber, Kâmûs-ül-A’lâm kendi çağındaki ilim âleminin başvurduğu bilgi kaynakları arasında önemli bir yer almıştır. Sami bu eserinde dünyanın her tarafından gelmiş olan, her dinden, her milletten meşhur insanları ve memleketleri, tarih olaylarını tatmin edici bilgi vererek anlatmaktadır.

Bu büyük ansiklopedinin “Türk” maddesinde Şemsettin Sâmi, Türk ırkının ümem-i turanîyeden olduğunu belirterek özetle şu bilgileri vermiştir:

TÜRK-(Turcs) Asyâ’nın en büyük ve meşhur ümeminden olup, ümem-i turanîyeden ma’dûd ve ırk-ı moğoliye mensuptur. Asyâ-yı şimalî aktârında bulunmakla, simaca ve ahvâl-ı bedeniyece sâir ümem-i turaniye ile beraber Çin ve Tibet ve Japon, vesair o cihetler adamlarına müşabihtirler. Türkler ümem-i turanîye’nin en eskisi ve en şanlı ve şöhretlisi olup, Moğollarla hakikatte Türk olmayan sair akvâm-ı turaniye kendilerine Türk nâmını vermekle tefahhur ederler. Bu halde asıl Türk olan bazı akvâmın bu ismi kabul etmeyip, bir hakaret addetmeleri garaiptendir. Türkler en evvel Sibirya ile Çin arasında vâki Altın dağı sisilesi cihetlerinde sâkin bulunup, oradan defaâtle cenup ve garba doğru yayılarak, Çin’de ve el-yevm Türkistan denilen memlekette icrâ-yı fütuhât ve ılgar etmişlerdi. Sibirya’nın müntehâ-yı şimalinde dahi Türklerle pek çok münasebât-ı cinsiye vü lisanîyeleri olan Yakutlar gibi bazı akvâm bulunup, bunların dahi Altın dağından şimale doğru ilerleyerek, oralarda yerleşmiş veyahut Türklerin en evvelki menşeleri Bahr-ı müncemid-i şimâli sevâhili ve Lena ve Yenisey vadileri olup da badehû, cenuba doğru çıkmış olmaları muhtemeldir. Hattâ insanların daima hararet veya bürudeti ziyade olan ekâlimden, ekâlim-i mu’tedileye ve daha münbit yerlere hicretleri sevk-i tabiî icâbatından olduğuna bakılırsa, ikinci ihtimal akla daha karibdir. Her halde tarihin zabtedebildiği zamanların en eskilerinde, Türkler, Ceyhun ve Seyhun şimalinde, Bahr-ı Harezm’in şark-ı şimalisinde ve Çin ve Hıtan’ın şimal-i garbî cihetlerinde bulunup, diğer akvâm-ı turaniye’den Finova ve Bulgar ve Macarlardan mürekkep olan Ural cinsi garp, Mançu ve Tunguz cinsi şark, Moğol cinsi dahi cenub-ı şarkî cihetlerinde bulunuyordu. Bu vechile akvâm-ı turanîye’den İranîlere ve o vakitlerde merkez-i medeniyet olan Asyâ-yı garbîye en karîb bulunanları Türkler olmakla, bunlar o vakitlerden kesb-i şöhret edip, İran-ı kadîmin tarih ve esâtîri İranîlerin Türklerle olan muharebât ve münasebâtları tafsilâtıyla meşhûn olduğu gibi, eski Yunanîlerle beni İsrail indinde dahi Türklerin nâmı meçhul değildi. Ebü’l-müverrihin Herodot’un Targitaos ve kütüb-i ibraniyenin Togharma tesmiye ettikleri kavmin Türklerden ibaret olduğu karâin-i adîde ile anlaşılıp, bu kelimelerin dahi Türk isminden galat ve muharref oldukları görülüyor.”(2)

Türk’ün ırkı, coğrafyası, tarihi ve ismi hakkında bu bilgileri veren Şemsettin Sâmi,  aynı maddenin devamında Oğuz Han’la ilgili olarak da şu bilgileri vermiştir:

“Eskiden beri beyn-el-etrâk menkul ve mütevâtir olan bir rivayete göre, Türklerin en eski hükümdarları ve birinci Türk devletinin banîsî Oğuz Han bin Kara Han olup, bu zât ecdâdının dinini terk ile, yeni bir din kabul ettiğinden, biraderiyle hayli vakit muharebe edip, nihayet galip gelmiş; ve tesis ettiği devlet vefatında altı oğlu beyninde taksim olunmuştu. Bu altı oğlu: Gün Han, Ay Han, Yıldız Han, Gök Han, Dağ Han ve Deniz Han isimleriyle ma’rûf olup, Üç Ok lâkabıyla mülakkab ilk üçü şark ve Boz Ok talkîb olunan diğer üçü garp cihetinde yerleşmiş ve her birinin dörder oğlu olup, Oğuz Han’ın 24 torunu, 24 kabail-i türkîyenin reisleri olmuşlardır. Bu tafsilâta pek de sahîh nazarıyla bakılamazsa da, herhalde Türklerde Oğuz Han ismiyle büyük bir hükümdar gelip, bir takım kavânin ve nizâmât vaz’ ve bir devlet tesis eylemiş olduğu anlaşılıyor. Nessâbin, Türk kavmini Yafes bin Nuh’un evlâdından Türk isminde bir adamın neslinden çıkmış addediyorlar. İranlılar ise Feridun’un üç oğlundan Tur’a, turanîlerin yani Türklerin cedd-i ulâsı nazarıyla bakıyorlar. Tafsîl-i  ahvâli Şehnâme’yi dolduran Efrasiyab dahi Türklerin en büyük hükümdarlarından ma’dûddur.”(3)

Şemsettin Sâmi’nin “İlmî Türkçülük” alanındaki faaliyeti sâdece dil alanında değildir. O, Avrupalı Türkologların çalışmalarıyla da yakından ilgilenmiş ve hayatının son yıllarında Radloff neşrinden faydalanarak, Türk dilinin en eski yadigârı olan Orhun Âbideleri’ni Türkiye Türkçesine tercüme etmiştir. Yine Karahanlılar devri Türk edebiyatının en tanınmış eseri olan Kutadgu Bilig’i de Vambery’nin neşrinden yararlanarak dilimizde ilk defa o incelemiştir. Kutadgu Bilig için, “Millî edebiyatımızın esası” sözü de ona aittir.

Şemsettin Sâmi, bu eserlerinin dışında yazdığı roman ve tiyatro çalışmalarıyla, Türk halkı ve hatta Türk aydınları arasında bir okuma zevki ve okuma alışkanlığı yaratma yolunda Ahmet Midhat Efendi, Ebüzziya Tevfik ve Ahmet Vefik Paşa ile birlikte hizmet vermiş  “halkçı” bir şahsiyettir. Bu yönden de milli bir görev ifa etmiştir.

 

(1)Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c.2, s.1076

(2)Şemsettin Sâmi, Kâmûsül-a’lâm, İstanbul 1308, c.3, s. 1639-1640

(3)Şemsettin Sâmi, Kamûsül-a’lâm, c.3,s.1641