İletişim: sakinoner@hotmail.com
Tanzimat döneminde edebiyatta milliyetçilik
Tanzimat dönemi, Türk toplumunda en büyük kültür ve medeniyet değişmesinin yaşandığı dönemdir. X. yüzyıldan beri inanılan, sevilen, güvenilen bir yaşayış tarzı, kültür ve medeniyet şekli bırakılarak, yerine her yönden yabancı bir kültür ve medeniyetin, Batı medeniyetinin benimsenmesi zorunda kalınmıştır. Bu zaruret, 20. yüzyıla kadar, hatta daha da sonraları devam eden bir “eski-yeni” çatışmasına yol açmıştır.
Bu değişim ve dönüşüm süreci içindeki olumsuzluklar ve yaşananlar, dil ve edebiyatımıza yansımıştır. Bu değişimin en önemli getirilerinden biri, Fransız ihtilâlinin getirdiği, “demokrasi, cumhuriyet, hak, hukuk, adalet ve devlet” gibi kavramların yanı sıra, “vatan, millet, milliyetçilik ve millî kültür” gibi millî kimliğe ait kavramların, Türk aydınınca tanınmasıdır. Bu konuda, daha önce belirttiğimiz gibi, Avrupa’nın aristokrat ailelerinde görülen Türk’e değer verme ve Türkiye’ye hayran olma… Bunun sonucu olarak evlerinde Türk odaları meydana getirmeleri, Türkiye’ye ait tablo ve eserleri toplamaları biçiminde ortaya çıkan Turquerie (Türköri) (Türk hayranlığı) hareketi ile Türk dili ve edebiyatı üzerinde ilmî çalışmaları kapsayan Türkoloji hareketi, çok etkili olmuştur.
Ayrıca, Batılı devletlerin yıllardır varlığından rahatsız oldukları Osmanlı İmparatorluğu’nu bölmek için, içimizdeki gayrimüslim azınlıklarda uyandırdıkları milliyetçilik hareketleri de, Türk aydının millî kimliğini araştırmasına ve bulmasına yol açmıştır. Aynı, Batılı güçler, 20. yüzyılın başlarında müslüman azınlıklarda da milliyetçilik duygusunu uyandırmış ve Türk düşmanlığını yaymışlardır. Osmanlı İmparatorluğu, Batı destekli bu azınlık milliyetçiliği hareketleri sonucunda yavaş yavaş topraklarını kaybetmeye başlamıştır. Devlet küçülmüş fakat Türk kimliği milletimize mal olmuş ve Atatürk’ün ruhlarda tutuşturduğu milliyetçilik ateşi ile bizi 29 Ekim 1923’te millî devletimiz olan Türkiye Cumhuriyeti ile buluşturmuştur.
Tanzimat Dönemi’nde dil ve edebiyat alanında yapılan milliyetçilik çalışmalarını, daha iyi anlayabilmek için bu dönemde yetişen sanatçıları ayrı ayrı ele alıp değerlendirmek gerekmektedir.
Tanzimat dönemi milliyetçilerinin öncü şahsiyetleri:
1-Şinasi (1826-1871)
Türkçülük tarihi üzerinde ciddi çalışmalar yapan Prof. Yusuf Akçura, Şinasi’yi, “dil ve edebiyat sahasında Türkçülüğü ilk sezmiş Osmanlı Türk’ü” olarak tanıtmıştır. Buna göre, Batı Türklüğünde Türk milliyetçiliği 19. yüzyılın ortalarında Şinasi’yle başlıyor demektir.(1)
Akçura, Ahmet Midhat Efendi’nin ölümü üzerine Türk Yurdu’nda yayınlanan tercüme-i hâl yazısında Şinasi’nin Osmanlı edebiyatında ilk şuurlu milliyetçi olduğunu şöyle belirtmiştir:
“Şinasi’nin eserlerinde iki edebi mesleğin (edebiyat ile dil) tohumları bazen karışık, bazen ayrı ayrı saçılmış bulunuyordu. Bu tohumlardan bir nevi gelişip büyüyerek ve çiçek açarak Namık Kemal’ler, Abdülhak Hâmid’ler, Tevfik Fikret’ler, Halit Ziya’lar ve nihayet Fecr-i Âti’ciler gibi meyvalar devşirildi; diğer nevî ise büyüyüp çiçek açarak Ahmet Midhat, Şemsettin Sami, Mehmet Emin, Necib Âsım, “TürkYurdu”, “Genç Kalemler” gibi yemişler verdi. Şinasi iki mektebin de üstadıdır... Şinasi’den “Türkçüler” ile “Edebiyat-ı Cedideciler” ve evlât ve ahfâdı türemiştir. “Atalar Sözü”nü toplayan, parmak hesabiyle şiir yazan, yabancı kelimeleri dilimizden kovmaya uğraşan Şinasi, Yeni Hayat’ta Türklük mezhebinin imâmıdır...”(2)
Osmanlı matbuâtı üzerine ciddi incelemelerde bulunan yazar ve tarihçi Ahmet Râsim Bey, kendisine Türklük fikrinin ne zaman ve kimler tarafından ortaya atıldığı sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “Matbuât tarihi açısından ilk defa Osmanlı câmiâsı altında “millet” kelimesini açıktan açığa kullanan Şinasi ile Kemal ve onların yolunda gidenlerdir. O tarihlerde, yani 1278’den, yani Tasvîr-i Efkâr’ın yayınlanmaya başlamasından itibaren millet-i Osmanîye terkibinin açık karşılığı “Türk” idi.”(3)
Şinasi, 1860’da Tercüman-ı Âhvâl Mukaddimesi’nin girişinde “Gayr-ı resmi bir gazetenin devamlı olarak çıkarılmasında her nasılsa şimdiye kadar millet-i hâkime’den hiçbir kimse ihtiyâr-ı zahmet etmemiştir” ifadesini kullanmıştır. Şinasi, 1861’de çıkardığı Tasvir-i Efkâr gazetesinde de “Millet-i Osmaniye” tabirini kullanmıştır.
O dönemin Osmanlı edebiyatçıları İmparatorluk içindeki gayrimüslim ve müslim azınlıkların, tedirgin olacakları ve içlerindeki ayrılık duygularını güçlendireceği düşüncesiyle “Türk” kelimesini açıkça ifade edememişlerdir. Bunun için, daha birleştirici gördükleri “Osmanlı” ifadesini kullanmayı tercih etmişlerdir. Şunun kesinlikle bilinmesi gerekir ki, Şinasi ve onun yolundan gidenlerin “Osmanlı Milleti” diye ifade ettikleri, Türk milletinden başka bir şey değildir.
Nihad Sâmi Banarlı, Şinasi’nin vatan, millet ve milliyetçilikle ilgili düşüncesi hakkında şu tespitleri ortaya koymuştur:
“Şinasi, Paris’ten annesine yolladığı bir mektupta:“Din ü devlet ü vatan ü milletim yolunda kendimi fedâ etmek isterim” demişti. Bir kimsenin din, devlet, vatan ve millet yolunda kendini fedâ etmesi, Türk târihinde yeni bir şey değildi. Bunun asırlar içinde sayısız misâli vardı.
Şinâsi, Tercümân-ı Ahvâl’in intişârı dolayısıyle gazeteye manzum tebrik gönderenlerden Vecdi Efendi ile Kâzım Bey’e, yine manzûm olarak verdiği cevapta:
Ey vatan şâiri tekriz ile zâtındır eden
Bu varakpâremizi cümleden evvel tezyîn
Kasem olsun şeref-i millete kim lâyıktır
Ehl-i dil gayret-i milliyyeni etse tahsin
mısralarında görüldüğü gibi vatan şâiri, şeref-i millet, gayret-i milliye gibi yeni terkipler kullanıyordu. Bu terkipler Tanzimât edebiyatında gün geçtikçe gelişecek, yeni ideolojilerin ilk ifadeleri arasında idi.”(4)
Şinâsi’nin Mustafa Reşid Paşa için söylediği kaside-i Nûniyye’sindeki:
Rum’a bir Avrupalı büt vereli revnak ü şan
Reşk-i iklim-i Frenk olmadadır Türkistan
beytinde kullanılan Türkistan tâbiri de, Türk hâkimiyeti altındaki Osmanlı ülkesi mânâsındadır. Anadolu ve Balkanlar Türkiyesi için Türkistan kelimesinin kullanılışına, Nâmık Kemal’in eserlerinde daha sık ve daha milliyetçi bir görüşle rastlanmaktadır.
Şinasi, Osmanlı devletinin kuruluş devrinde misyonunun adalet olduğunu, ilk on hükümdarın gittiği her yere adalet fikrini götürdüğünü, o yüzden rastladığı kavimlerin onun kılıcının parıltısına koştuğunu ve sonra çok şiddetli bir değişime uğrayıp, eski değerlerini kaybettiğini belirtmiştir.
Tanpınar, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nde Şinasi’nin bu konudaki düşüncesini şöyle özetlemiştir:
“Osmanlı camiasının şimdiki vazifesi, evvelâ cedlerin kurduğu devleti muhafaza etmektir. Bu suretle, mevcut olmakta devam edecek, sonra da memleketimizi istilâya hazırlanan kuvvetleri önlemekle bir zulmün önüne geçecektir. Çünkü, zulmü önlemek de, insanlığa hizmettir. Mamafih Osmanlı camiasının, coğrafyasından gelen ikinci bir vazifesi vardır. O, şarkla garbın köprüsüdür. “Asya’nın akl-ı pirânesi ile Avrupa’nın bikr-i fikri” burada birleşirler. Belki yeni ve daha insanî bir medeniyet kurabilir.”
Şinasi’nin milliyetçiliğini ortaya koyan asıl tavrı halkçılığında sergilenmiştir. O, diğer I. Dönem Tanzimatçıları gibi edebiyatı, Türk halkını aydınlatan, geliştiren, eğiten bir vasıta olarak görmüştür. Bunun için halkı olaylar ve durumlar hakkında bilgilendirmek ve onun tercümanı olmak amacıyla, 1860’da yayınladığı Tercüman-ı Ahvâl’in ilk başyazısı olan Mukaddime’de, “umum halkın anlayacağı bir dil” kullanılacağını belirtmiştir.
O güne kadar Türk milletinin tanıdığı tek sosyal kavram olan devlete karşı millet ve halk kavramlarını yükselten Şinasi, yine aynı Mukaddime’de şunları söylemiştir:
“Bir toplulukta yaşıyan halk, mademki bunca kanunî vazifeler ile mükelleftir, söz ve yazı ile vatanının menfaatlerine dair fikirler beyan etmeyi, elbette kazanılmış bir hak sayar.”
Şinasi, 1861’de Tasvir-i Efkâr Mukaddimesi’nde ise halkçılığını şöyle özetlemiştir:
“Halk kendisini ilgilendiren bütün meseleler hakkındaki düşüncelerini gazeteler vasıtasiyle bildirir.” Zaten “Devlet, bir vekil gibi idare etmekle mükellef olduğu millet topluluğunun varlığı ile ayakta durabilen ve ancak onun iyiliğine çalışmakla kuvvetlenen bir müessesedir.”
Bu iki önsözün ana fikirleri, hem halkçılık ilkesini savunmakta, hem kamuoyu (efkâr-ı umumiye) fikrini ortaya koymakta, hem de demokratik (en azından meşrutî) bir düzeni düşündürtmektedir.
Türk edebiyatına dair bir eser yazmış olan İngiliz şarkiyatçısı Mr. Gibb, Şinasi’yi şu sözlerle övmüştür:
“Ulemânın elinde bir oyuncak gibi olan edebiyatı, milletin ahlâkı ve entelektüel (zihnî) terbiyesi için bir vasıta haline getirdi. Bunu Batı’dan aldığı dersle, yapmacığın yerine tabîîyi koyma ve söyleme tarzını, söylenecek şeyin emrine vermekle yaptı.”
Şinasi, şiirleri ve nesirleriyle toplumumuzun ihtiyacı olan birçok yeni fikri gündeme getirmiştir. Meselâ; Halk, vatan, millet kelimelerini, bugün bildiğimiz anlamda, ilk defa ve bol bol kullananlardandır. “Vatan şairi, şeref-i millet, gayret-i milliye, meb’us, reis-i cumhûr, mahkeme-i vicdan, devlet-i meşruta” gibi Namık Kemal’in, sonradan heyecanla kullandığı terkipler de önce Şinasi’de görülmüştür.(5)
Şinasi, klâsik Divan edebiyatındaki “sanat için sanat” anlayışını terk ederek, “cemiyet için sanat” anlayışını benimsemiştir. Bunun için, nesirde ve gazete yazılarında yer alması gereken “kanun, hak, adalet, millet, vatan, akıl ve medeniyet” gibi sosyal kavramları şiire sokmuştur.
Şinasi’nin milliyetçiliğinin ve onun açılımı olan halka yönelişinin en güzel belgesi, 1863’te çıkan “Durûb-ı Emsâl-i Osmaniye” (Osmanlı darbımeselleri) adlı eseridir. Şinasi, Kaşgarlı Mahmut’tan yüzyıllar sonra bir eserde Türk atasözlerini toplamış ve bazılarının Arapça, Fransızca tercümelerini de ekleyerek neşretmiştir. Daha sonra atasözlerimizle yakından ilgilenen Ahmet Vefik Paşa, Ahmet Mithat Efendi, Abdülhak Hâmid gibi şair ve yazarlarımıza da, bu konuda örnek olmuştur.
Görüldüğü gibi, Şinasi, Tanzimat döneminde dil ve edebiyatta milliyetçiliğe giden yolda ilk adımları atmış, ilk örnekleri vermiş öncü bir edebiyatçımızdır. O’nu bu yolda yalnız bırakmayan ve destekleyen ise, Namık Kemal olmuştur.
(Devam edecek)
(1)Yusuf Akçura, Türkçülük, (Haz. Sakin Öner) Türk Kültür Yay., İstanbul 1978, s.47
(2)Yusuf Akçura, Ahmet Midhat Efendi, Türk Yurdu, c.3, s.170
(3)Yusuf Akçura, a.g.e, s.58-59
(4)Nihat Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c.2, s.863
(5)Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, 2. bs. , Türkiye Yayınevi, İstanbul 1968, c.2, s.537