Sakin Öner

Tüm yazıları
...

Tanzimat Sonrası Fikir Akımları-2

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

2. İslâmcılık

İslâm dini, kuruluşundan itibaren Osmanlı devletine her alanda etkili olmuştur. Türk milleti, asırlarca “ilâ-yı kelimetullah” ülküsü gereği, İslâm’ı dünyaya yaymaya ve yükseltmeye gayret göstermiştir. Bu amaçla İslâm’ı yeryüzünden silmek isteyen Haçlılarla asırlarca mücadele etmiştir. Özellikle XVI. Yüzyılın başlarında Yavuz Sultan Selim döneminde hilâfetin de Osmanlılara geçip, padişahın aynı zamanda bütün Müslümanların halifesi olması, bu etkiyi daha da arttırmıştır. Böylece, İmparatorluğun varlık nedeni ve Padişah otoritesinin kaynağı,  İslâmiyet olmuştur. Ayrıca “İslam ümmeti” düşüncesi ve İslamiyet’in sosyal hayatı da düzenleyen bir din olması, İslâm dininin ağırlığını daha da arttırmıştır. İşte, bu safhada İslâmcılık fikri ön plâna çıkmıştır.

Osmanlıcılık fikri, gayrimüslim azınlıkların birer birer bağımsızlıklarını ilân ederek imparatorluktan ayrılmaları üzerine önemini kaybetmiş, bunun yerine İslâmcılık fikri, güç kazanmaya başlamıştır. İslâmcılık, 19. Yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı toprakları dışında, özellikle Hindistan’da Batı emperyalizmine karşı bir tepki olarak doğmuştur. Müslümanların hilafet düşüncesi etrafında toplanarak Batı sömürgeciliğine karşı mücadele etmesi gerektiği savunulmuştur. İslâmcılık, bütün Müslümanların Osmanlı bayrağı altında bir millet olarak hareket etmesini esas alan bir fikirdi.

İslâmcılık fikrinin amacı, imparatorluğun hiç olmazsa farklı ırklardan Müslüman unsurlarını bünyede tutmak, Müslümanları birleştirip kalkındırmak ve Hristiyan dünyasının karşısında bir denge unsuru hâline getirmektir. Aynı zamanda Balkanlardaki Müslüman unsurların devletten kopmasını önlemek amaçlanmıştır. Bu fikir aynı zamanda, imparatorluğun gerileme ve çöküşünde İslâm dininin kurallarından uzaklaşmanın büyük etkisi olduğunu da savunuyordu. Tanzimat öncesinde ortaya çıkan, gayr-ı müslim tebaaya yeni haklar tanıyarak güçlenen, I. ve II. Meşrutiyet dönemlerinde varlığını sürdüren İslâmcılık akımı, devlet işlerinin kötüye gitmesinin tek nedenini, şeriatın bütünüyle uygulanmamasında görmüştür.

İslâmcılık fikri, ilk defa Sultan Abdülaziz devrinde benimsenmiştir. Bu devirde bazı İslâm ülkeleriyle ilişkiler kurulmuş, Çin’e, Japonya’ya ve Afrika içlerine misyoner İslâm heyetleri gönderilmiştir. Bu fikir akımı, II. Abdülhamit döneminde yoğun olarak tartışılmaya başlanmıştır.

II. Abdülhamid tahta çıktığı zaman Osmanlıcılık fikrini benimsiyordu. “Bila tefrik-i ırk ve din” bir millet kurmak, Tanzimat adamlarının başlattıkları çabayı devam ettirmek ve “hiçbir milleti gücendirmeme” politikasından bunu anlayabiliriz. Fakat 1880’de çıkan Gabriel Charmes’ın “Le Panislamisme” adlı eseri, Padişah üzerinde çok etkili olmuştur. Bu kitabın tezi, Abdülhamit’in er geç Panislâmizm politikasını benimsemek zorunda kalacağıydı. Jön Türk kaynakları, Padişah’ın Panislâmizm politikasını, 1890’larda ortaya çıkardığında ittifak halindedirler. Rusya, Çar I. Petro’dan itibaren güçlü bir devlet olabilmek için sıcak denizlere ulaşabilme ve Balkanlara yayılma siyaseti takip etmiştir. Rusya, bu amacına ulaşabilmek XIX. yüzyılın ortalarından itibaren ise Rusya, Slav kökenli Balkan halklarını kendi hâkimiyetine alabilmek için “Panslavizm” politikasını uygulamıştır. Bu politikanın bir sonucu olarak 1870’lerden sonra Balkan halkları arasında yoğun bir azınlık milliyetçiliği ve kalkışma hareketi başlamıştır. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın sonucunda ise bazı Slav kökenli Balkan halkları bağımsızlıklarını kazanmıştır.  II. Abdülhamid, İslamcılık politikasıyla hem Balkanlardaki “Panslavizm”i etkisiz duruma sokmak, hem de içerideki siyasal rakiplerinin halk içindeki gücünü kırmak istiyordu.

II. Meşrutiyet’ten sonra güçlenen İslâmcılık fikrini savunanların görüşleri şöyle özetlenebilir:

  1. İslâmî konularda düşünce farklılıklarını gidermek için “Medrese-i Âliye-i İslâmiye” gibi aydınlatıcı ve kararları tartışılmayan kurumlar oluşturulmalıdır.
  2. Çağın gereklerine uymak ve modernleşmek bir zarurettir. Ama bunu yaparken “Garbın bir uzvu durumuna gelmemeli”, kendi özümüzden uzaklaşmamalıyız. Yoksa zarar görürüz.
  3. Modernleşmenin temeli, İslâmiyet ve Kur’an’a dayandırılmalıdır. Çünkü “İslâm, aslında bilimdir”.
  4. Batı’nın Osmanlı İmparatorluğu ve diğer Müslüman ülkelere uyguladığı sindirme ve sömürme politikasının yolu “İttihâd-ı İslâm”dan geçmektedir.
  5. Diğer fikir akımlarının görüşleri, İmparatorluğun kurtuluşu için yeterli değildir. Batıcılık, körü körüne Batı taklitçiliğidir. Türkçülük, kavmiyetçi, ırkçı bir tavrı benimsemiştir. Osmanlıcılık, Balkan Savaşları sonunda hayatiyetini tamamen kaybetmiştir.

İslamcılar, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki çöküşün nedenini, Batıcıların ileri sürdükleri gibi İslamiyet’ten kaynaklanmadığını savunmuşlardır. Çünkü aslında İslamiyet diğer dinlere oranla bilime daha saygılı ve yeniliklere açıktır. Demokrasi, meşruti rejim ve en geniş özgürlükler İslâmiyet’in özünde vardır. Bizzat “usul-ü meşveret”, bu yönetimin kendisidir.

İslâmcılar, Batı’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndan teknolojik anlamda ileride olduğunu kabul etmişlerdi. Bu yüzden Batı’nın tekniğinin alınmasının şart olduğunu savundular. Buna karşılık, anlamını her geçen gün daha da anlaşılmaz bir hale getirdikleri İslâmî “ahlâk ve maneviyat” bakımından, Hıristiyan olmaları nedeniyle Batı’ya ve Batı taklitçiliğine karşı çıktılar.

İslâmcı devlet adamlarından Sait Halim Paşa, “İslâmlaşmak” isimli kitabında (s.20) Batı taklitçiliğini şöyle değerlendirmektedir:

“… O devredeki rical-i hükümetimiz sandılar ki; memlekette müessesat-ı garbiya taklitlerini ve beraberinde Avrupalıların telâkkilerini, mebdelerini getirivermekle, Avrupa hükümetlerinin muhabbetlerini celb edecekler de...”

Bu taklitçiliğin doğal yapının bozulmasına yol açacağını ve şartlarımıza uymadığını belirten İslâmcılar, ekonomik alanı da ilgileri dışında bırakmamış ve özellikle kapitülasyonların İmparatorluk üzerindeki yıkıcı etkilerini vurgulamışlardır.

Bu akımın güçlenmesine İslâm düşünürleri Muhammed Abduh ve Cemaleddin Efgani’nin ortaya attıkları İslâmda bazı reformları öngören düşüncelerin tartışılması da, büyük güç katmıştır. Cemaleddin Efgani’ye göre İslâmlılık eski haline getirilmeli ve bütün İslâmlar Halifenin etrafında toplanarak saldırgan hıristiyanları yurtlarından kovmalıydılar. O’na göre, İslâmlığın doğal lideri, hıristiyan dünyasına en yakın olan ve Batı kültürünü en iyi bilen Osmanlılardı. Dolayısıyla bütün İslâmların Osmanlı padişahı halifesi etrafında birleşmesi lâzımdır.

II. Abdülhamit ise Pan-İslâmizm’i devletin resmi siyaseti olarak ele almıştır. O, bazı İslâm devletlerine ajanlar göndererek oralarda propaganda yapmak ve gerekirse karışıklıklar çıkartmak suretiyle emparyalist devletlerin imparatorluğa karşı girişecekleri hareketleri önlemeye çalışmıştır. Fakat gönderilen elemanlar ve bu alanda yapılan çalışmalar ile bir başarı sağlayamamıştır. II. Abdülhamit Pan-İslâmizm siyaseti ile yurttaki Türk-Müslüman halkın kendisine bağlılığını bir dereceye kadar sağlayabilmiştir.

İslâmcı düşüncenin önde gelen şahsiyetlerinden biri olan Mehmet Âkif, Batı’nın teknolojik üstünlüğünü kabul eder. Müslümanları, Kur’an’ı anlamadıkları, akla ve ilme önem vermedikleri, çalışmayıp tembellik yaptıkları için eleştirir. Fakat Batı tekniğinin alınmasını isterken mutlak taklitçiliği reddeder. Batı’nın ilerlemesini durdurmanın yolunun “İslam Cephesi“ni kurmaktan geçtiği tezi de oldukça büyük bir taraftar kitlesi bulmuştur.

İslâmcılık düşünce akımının iki temel ögesini, “İhyacılık” ve “Selefilik” oluşturmuştur. “İhyacılık”; peygamberimizin hayatta olduğu dönemdeki din uygulamalarının yaşanması gerektiğini savunmuştur. “Selefilik” ise, dinin kuralları değişmemekle beraber yeni içtihatların yapılabileceği ve Müslüman hayatının günün şartlarına göre düzenlenebileceği görüşünü benimsemekteydi. Bu iki gruba mensup kişiler görüşlerini, Mehmet Âkif’in de yazdığı “Sebilürreşat”, “Sırat-ı Müstakim”, "Mekâtip" ve “Beyan-ül-Hak” gibi dergilerde savunmuşlardır. Bu dergiler, önceleri II. Meşrutiyet’i, getirilen özgürlükleri ve İttihat ve Terakki’yi övmüşlerdir. Fakat Hürriyet ve İtilâf Fırkası kurulunca, İslâmcıların büyük kesiminin desteği bu partiye kaymıştır. “İslâm Mecmuası” çevresinde toplanan Türkçü-İslâmcılar ise İttihat ve Terakki’yi desteklemeye devam etmişlerdir.

İslâmcılık akımı, İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’dan başka, Mehmet Şemsettin Günaltay, Sait Halim Paşa, Cevdet Paşa, Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Ahmet Hamdi Akseki, Hacı Zihni Efendi ve Eşref Edip tarafından savunulmuştur.

İslâmcılık düşünce akımının öne sürdüğü İslâm Birliği düşüncesi Arnavut ve Arap isyanları ile geçerliliğini yitirmiştir. 20. yüzyılın başlarında İmparatorluk bünyesindeki bazı Müslüman azınlıkların, özellikle yabancıların etkileri altında kalarak ayaklanmaları ve I. Dünya Savaşı’nda Türk askerini arkadan vurmaları, Osmanlıcılık gibi, İslâmcılık fikir ve siyasetini de zayıflatmıştır. İslâmcılık akımı, bütün çabalara rağmen çok taraftar toplayamamış, siyasî gelişmelerle etkinliğini kaybetmiştir.

(Devam edecek)