Sakin Öner

Tüm yazıları
...

Ölümünün 102. Doğumunun 138. Yılında Millî Edebiyatın Mimarı Ömer Seyfettin

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

1789 Fransız İhtilâli’nin dünya gündemine getirdiği kavramların başında “milliyetçilik” gelir. Kısa sürede bütün Avrupa’yı etkileyen bu kavram, feodal ve monarşik yapıları sarsarak millî devletlerin oluşumuna zemin hazırladı. On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında Yunanistan’ın ayrılmasıyla bu rüzgârdan etkilenen Osmanlı İmparatorluğu, ikinci yarıda bütün Balkanların bu etki alanına girmesiyle siyasi yapısında büyük sarsıntılar yaşamaya başladı. İşte Ömer Seyfettin (11 Mart 1884- 6 Mart 1920), Balkan kavimlerinin milliyetçilik ve bağımsızlık mücadelelerinin doruk noktasına çıktığı ve Balkan komitacılarının Türk ve Müslümanlara en ağır zulümleri reva gördüğü bir dönemde dünyaya geldi.

Ömer Seyfettin’in 1884’te Gönen’de başlayan hayat macerası, 1903’te başlayan askerlik hayatıyla yeni bir mecraya kavuştu. 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonra önce III. Ordu’nun Selânik’teki nizamiye taburlarından birine, ardından da iki yıl kalacağı Makedonya hudutlarındaki Yakorit Bölüğü’ne komutan olarak görevlendirilmesi, Ömer Seyfettin’in ruhunda var olan milliyetçilik duygusunun gelişip serpilmesine yol açtı. Dilde sadeleşme cereyanına gönül veren yazar Ali Canip’e 1910 yılında yazdığı bir mektupta “Geliniz Canip Bey, edebiyatta, lisanda bir ihtilâl vücuda getirelim” diyerek dil ve edebiyat alanında açacağı millî çığırın sinyalini veriyordu.(1)

Ömer Seyfettin, Türk toplumunca millî, tarihî ve sosyal temalı hikayeleri ile usta bir hikâye yazarı olarak tanınır. Fakat o, sadece bir hikayeci değil, aynı zamanda şair, eğitimci, orijinal görüşleri olan bir sosyolog, bir fikir adamı ve bir dil inkılâpçısı idi. Onun bütün eserlerinde ve düşüncelerinde temayüz eden, milliyetçi kimliğidir. Onun milliyetçiliği, Türk milletini bütün özellikleriyle tanıyan ve kucaklayan, gerçekçi ve ölçüleri sağlam bir milliyetçilik anlayışıdır.

Ömer Seyfettin’in milliyetçiliğini üç ayrı bölümde inceleyebiliriz: Dil milliyetçiliği (Türkçeciliği), edebî milliyetçiliği, siyasî ve fikrî milliyetçiliği.

Biz bu yazımızda özellikle Ömer Seyfettin’in Dil milliyetçiliği (Türkçeciliği) ve Edebî milliyetçiliği üzerinde duracağız.Tanzimat’la birlikte güçlenen dilde sadeleşme faaliyetlerini sistemli ve somut bir biçimde fikrî platforma taşıyan Ömer Seyfettin’dir. 11 Nisan 1911’de Genç Kalemler Mecmuası’nın 2. Cilt 1. Sayısı’nda yer alan “Yeni Lisan” makalesi, millî dile dönüşün manifestosudur.(2)

Yeni Lisan Hareketi’nin ilkeleri şunlardır:

- Yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak; İstanbul Türkçesi ile yazmak; yani konuşma dilinden yeni bir yazı dili meydana getirmek,

- Dilimizdeki Arapça ve Farsça gramer kurallarını kullanmamak, bu kurallarla yapılan isim ve sıfat tamlamalarını -bazı istisnalar dışında- kullanmamak;

- Dilimizde kullanılan Arapça ve Farsça kelimelerle kurulan isim ve sıfat tamlamalarını Türkçe kurallarına göre yapmak, 

- “Şayed, amma, lâkin, hemen, henüz, yani” gibi konuşma diline geçmiş olan Türkçeleşmiş edatlar dışında Arapça ve Farsça edatlar kullanmamak,

- Arapça ve Farsça kelimeler içinde halk dilinde telaffuzu değişmiş olanları, yazı dilinde bu değişik şekilleriyle kullanmak; “kalabalık, hoca” gibi. Buna karşılık “güneş” varken “şems”, “ay” varken “kamer” kelimesini kullanmamak, 

- Arapça ve Farsça kelimeleri Türkçede söylendikleri gibi yazmak; ilmî terimler dışında Arapça ve Farsça kelime kullanmamak, 

- Bu ilkelerden hareketle millî bir dil ve millî bir edebiyat meydana getirmek.

Edebiyat mahfillerinde büyük tartışmalara sebep olan “Yeni Lisan” makalesindeki fikirler, kısa bir süre sonra geniş bir taraftar kitlesi bularak Millî Edebiyat çığırının açılmasında öncü rolü oynadı. Ömer Seyfettin, millî bir edebiyat meydana getirmek için, önce millî bir dilin ortaya çıkması gerektiğini belirtmiştir. Ona göre, eski dil hastaydı ve bu hastalığın sebebi de içindeki lüzumsuz ve yabancı kaidelerdi.

Ömer Seyfettin’e göre millî mefkûre (ülkü) üç sevginin birleşmesinden meydana gelir: Dil sevgisi, millet ve din sevgisi, vatan sevgisi. Yazar, Türk milletinden olmayı da şöyle tarif eder: “Türkçe konuşan bütün Müslümanlar, Türk milletindendir.” Milleti de “aynı dili konuşan ve dinleri bir olan bütün insanlar” diye tarif eder.(3)

Ömer Seyfettin, dili manevi bir vatana benzetir. Bu vatan bozulursa ne millet kalır, ne devlet... Ona göre, “Milliyetimiz nasıl Türklük, vatanımız nasıl Türkiye ise, lisanımız da Türkçedir. Türkçe bizim manevi ve mukaddes vatanımızdır. Bu manevi vatanın istiklâli, kuvveti, resmî ve millî vatanımızın istiklâlinden daha mühimdir.(4)

Ömer Seyfettin “Yeni Lisan” makalesinde “millî dil” kadar “millî edebiyat” ve “edebiyatın millîliği” meselesi üzerinde de durmuştur. Ona göre, bu makalenin yayınlandığı tarihe kadar (1911) millî bir edebiyatımız yoktur. “Olanlar da muharebe ve tasavvuf tasvirlerinden ve iptidaî şarkılardan ibarettir. Görülüyor ki, şimdiye kadar millî bir edebiyat vücuda getirememişiz…”

Ömer Seyfettin Türk milletinin yavaş yavaş “yeni bir hayata ve yeni bir intibah devresine” girdiği kanaatindedir. Bu sebeple, “Biz bütün bu karanlıklardan uzak, hür ve müstakil, ilim ve edebiyat için çalışacağız. Gayemiz millî lisan, millî bir edebiyat vücuda getirmek olacaktır.”(5)

“Millî edebiyat şekilce, lisanca, manaca bizim hususiyetlerimize hâiz bulunacaktı. Millî veznimiz hece usulü idi. Millî lisanımız bütün Türklüğün dimağı olan İstanbul’da her gün konuştuğumuz lehçe idi. Edebiyatımızın başka milletlerin edebiyatlarına benzemeyen hususiyetleri ancak bize ait sayılabilirdi”.(6)

Ömer Seyfettin, “millî edebiyat” oluşturabilmek için üç unsuru esas alıyordu:

- Dil ve anlatımda, milli dil ve sade üslûp kullanmak.

- Konuları millî tarih ve milli coğrafyadan seçmek.

- Şiirde millî ölçü olan heceyi kullanmak.

O, “edebiyatsız edebiyat yapmak” istiyordu. Yani edebî eserleri; lüzumsuz söz, şekil, mecaz ve hayal sanatlarıyla süslemeden, parlak cümleler kullanmadan yazmak düşüncesindeydi. Bunu da başardı. Ahmet Mithat Efendi’den sonra Türk halkına okumayı en çok sevdiren yazarlardan biridir. Çünkü o, dilini konuşulan halk Türkçesinden, konularını millî tarihimizden ve toplum hayatımızdan alıyordu.

Ömer Seyfettin, hikâyeciliğimizde bir dönüm noktasıdır. Ondan önce de hikâye yazan yazarlarımız vardı, ama dilleri sürçüyordu ve edebî endişelerden arınamıyorlardı. Dili, deyişi, konuları “Türk” olan hikâyeyi Ömer Seyfettin’e borçluyuz. O, sanatıyla ülküsünü birleştirmiş bir sanatçıydı. Onun ülküsü, milliyetçilik ülküsüydü. “Madem ki Türk’üz, o halde Türk görür, bir Türk gibi düşünür, bir Türk gibi duyarız ve bir Türk gibi düşünür, bir Türk gibi duyarız ve bir Türk gibi yazarız.”

Ömer Seyfettin, otuz altı yıllık kısa ömrünü, Türk milletinin kaderini değiştirecek, dil, edebiyat ve siyaset alanlarındaki düşünceler ve eserlerle doldurmuştur. O, bu özellikleri ve hassasiyetleri ile millî dilden sonra, Millî Edebiyatın da temelini atan kişidir. Milli Edebiyat akımının diğer yazarları ile birlikte Millî Mücadele’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin manevi mimarları arasında yer almıştır. Millî dil ve Millî Edebiyat’ın kurucusudur.  Ruhu şad, mekânı cennet olsun.

 

(1) Ali Canib Yöntem, Ömer Seyfeddin , İst. 1947, s.11

(2) “Yeni Lisan” makalesinin tam metni için Ali Canip Yöntem’in adı geçen eserine bakınız.

(3) Ömer Seyfeddin, Türklük Ülküsü (Hz. Sakin Öner), 2. Baskı, İstanbul 1977.

(4) Ömer Seyfeddin, “Türkçeye Karşı Enderunca” Türk Sözü dergisi, yıl 1, S. 4, 1 Mayıs 1330/1914

(5) Ömer Seyfeddin, Bütün Eserleri Makaleler I, Dergâh Yay, İst 2001, s. 111

(6) Ömer Seyfeddin, age., s.369