İletişim: sakinoner@hotmail.com
Son yıllarda takip edilen ‘Yeni Osmanlıcılık’ siyaseti, son günlerdeki gelişmelerle her yönden iflâs etmiştir. Osmanlı coğrafyasına yeniden hükmetme hayaliyle gözü kapalı girdiğimiz Ortadoğu bataklığından çıkmaya çalışırken, birden kucağımızda bulduğumuz ‘Kudüs sorunu’, siyasal İslâmcıların yaymaya çalıştığı Arap hayranlığının da ne kadar boş olduğunu açıkça gösterdi. Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı’nın, Medine Müdafaası kahramanı Fahreddin Türkkan Paşayı ve Türkleri ‘hırsız’ olarak niteleyen tweeti, Arapların Türkler hakkındaki gerçek duygu ve düşüncelerini ortaya koydu.
Osmanlı İmparatorluğu, beş bin yıllık Türk tarihinin en önemli dönemidir. Kuruluşundan çöküşüne kadar her safhası kahramanlık ve gurur tablolarıyla doludur. Başarıları, zaafları ve hezimetleriyle bizimdir. Türk milliyetçileri 623 yıllık şerefli bir geçmişe sahip olan Osmanlı İmparatorluğu ile gurur duyar ve onu mazisinin aziz bir hatırası olarak görür. Fakat Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkmış ve elimizde kalan coğrafyanın büyük bir bölümü, payitaht İstanbul başta olmak üzere, 1918 yılında İtilâf Devletleri’nin işgali altına girmiştir. Sevr Antlaşması ile Orta Anadolu dışında Türkiye’nin tamamen işgal edileceği, Güneydoğu’da Kürdistan, Doğu Anadolu’da Ermenistan ve Karadeniz’de Rum Pontus devletlerinin kurulacağı belirtilmiştir. Osmanlı Devleti ömrünü tamamlamıştı.
Osmanlıyı ve hilafeti ihya ve Arap hayranlığı
Düşmanın Osmanlı Devletini tarih sahnesinden silip, Türk milletinin hürriyet ve bağımsızlığını gasp etmek istediği bu ortamda, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının başlattığı Milli Mücadele, başarıyla sonuçlandı. Türk milleti, Atatürk’ün önderliğinde, yokluklar içinde yaptığı İstiklal Harbi’ni kazandı. Göktürkler’den sonra ikinci Türk adını taşıyan Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu. Lozan Anlaşması sonucunda 29 Ekim 1923’te kurulan bu yeni devlet, üniter yapıda, millî, laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletiydi. Kurulan bu devletten, Osmanlı saltanatı hayranları, Türklük ve milliyetçilik düşmanları, menfaatleri bozulan siyasal İslâmcılar rahatsız oldular. İstiklâl Harbi sırasında Milli Mücadele’ye karşı düşmanı destekleyen veya isyanlar çıkaran bu zümre, Cumhuriyet’ten sonra da yıkıcı faaliyetlerine devam etti.
Bu zümre, gizli veya açık Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden ihya etme, hilâfeti geri getirme, İslâm Birliği’ni sağlama davasını güdüyorlardı. Bir taraftan ‘Atatürk ilkeleri, inkılapları ve Cumhuriyet’in kuruluş felsefesini yıpratmaya, bir taraftan da Osmanlı Devletini yüceltmeye, Türk milletinin İslamiyet’e olan bağlılığını kullanarak Arap hayranlığını yaymaya çalıştı. Hâlbuki Araplar, I. Dünya Savaşı’nda İngilizlerle birlik olarak Türk askerlerini arkadan vurdular. Bu zümre, bu tarihi gerçeği bile unutturmaya çalıştı ve ders kitaplarından bu gerçekleri çıkarttılar. Biz soy olarak Türk’üz ve inanç olarak Müslümanız. Bu zümre, kimliğimizi oluşturan bu değerlerimizi bile birbirine karşı gibi göstererek, birinden birinin tercih edilmesi yönünde çalışmalar yaptı. Bu çalışmalar, maalesef milletin bir bölümü üzerinde etkili olmuştur.
Siyasi iktidar, Osmanlı coğrafyasında söz sahibi olma düşüncesiyle Suriye iç savaşına taraf oldu. Bu arada DAEŞ ve PKK ile Suriye versiyonu PYD, ABD’nin Irak ve Suriye’yi bölerek Ortadoğu coğrafyasını yeniden dizayn etme çalışmasında görev aldılar. Bu savaşa bizi bulaştıran ABD, bizi yalnız bırakarak Suriye’de bir Kürt koridoru kurulması mücadelesi veren PKK/PYD’nin yanında yer aldı. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi Müslüman devletler de bizim karşımızda yer aldılar. Son olarak İsrail’in, ABD’nin de desteğiyle Kudüs’ü başkent ilan etmesi olayında da bu devletler, ilk anda sessiz kalarak İsrail’in yanında yer almışlardır.
“Türkler hırsız” diyen Arap bakan
Son olarak Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed’in paylaştığı bir tweet, Arapların Türkler hakkındaki duygu ve düşüncelerini açıkça ortaya koymuştur. Zayed’in paylaşımındaki ifadeler şöyle: “1916 yılında Türk Fahrettin Paşa’nın Medinetü’l Münevvere halkının hakkına girdiğini ve onların mallarını çaldığını, onları kaçırdığını, Şam’dan İstanbul’a ‘Seferberlik’ ilan ederek Medine’deki el yazması eserleri çaldığını biliyor muydunuz? İşte Erdoğan’ın dedelerinin Müslüman Araplarla ilişkisi buydu.”
Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa Türk tarihinin en önemli isimlerinden biridir. Medine Müdafaamız da tarihimizin en şerefli sayfalarındandır. Mekke Şerifi Hüseyin’in isyan hazırlığına girişmesi üzerine 28 Mayıs 1916’da Fahrettin Paşa Medine’ye gönderildi. Paşa asilerden önce Medine’ye ulaşarak savunma tedbirlerini aldı. Şerif Hüseyin, 3 Haziran’da Medine çevresindeki demiryolunu ve telgraf hatlarını tahrip etti. 5-6 Haziran gecesi Medine karakollarına saldırdıysa da geri püskürtüldü.
Fahrettin Paşa, şehri savunurken ilk iş olarak Medine’de bulunan mukaddes emanetleri ve bazı yazma eserleri düşmanın eline geçmesin diye İstanbul’a göndermişti. Bu yazmaların çoğu zaten Osmanlı yöneticileri tarafından Medine’deki kütüphanelere gönderilmiş eserlerdi. 500 civarındaki yazma eser şu anda Topkapı Sarayı’ndaki Medine Kitaplığı’nda muhafaza ediliyor. Zayed’in iftira ettiği ‘Çöl Kaplanı’ lâkaplı Fahrettin Paşa, çekirge yiyerek koruduğu Medine’de Mondros Ateşkesinden sonra bile düşmana boyun eğmemiştir.
Bu gelişmelerden sonra ‘Yeni Osmanlıcılık’ siyaseti ve yayılmaya çalışılan Arap hayranlığı iflâs etmiştir. Buradan çıkarılacak iki ders; tarih nehrinin akışının geriye döndürülemeyeceği ve tarihi gerçekleri unutmanın ne kadar hatalı olduğudur. Onun için aklımızı başımıza toplayalım, millî birliğimizi güçlendirelim. Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığını da hiçbir zaman unutmayalım.