Lisans ve yüksek lisans eğitimini, Türkiye’de yaşadığı dönemde yarı zamanlı öğretim üyeliği de yaptığı Boğaziçi Üniversitesi’nde tamamlayan Liath MacGorman, değişik bankalarda müfettişlik yaptıktan sonra şube müdürlüğü ile noktaladığı on bir yıllık bankacılık kariyerinin ardından yaklaşık yedi yıl boyunca yoluna uluslararası holdinglerde teftiş kurulu başkanı olarak devam etti. 2016 yılından bu yana, finans dünyasının sunduğu zengin yelpaze boyunca, pek çok farklı sektör, kurum ve coğrafyada edinme şansına sahip olduğu deneyimi, en köklü ve gözde küresel finans merkezlerinden Londra’da temas ettiği farklı boyuttaki firmalarla paylaşmasını elveren kendi şirketi bünyesinde, şimdilik Türkiye, Bosna-Hersek, Körfez Bölgesi ve Birleşik Krallık özelinde, eğitim ve danışmanlık faaliyetlerini sürdürmektedir. SMMM, ACCApq, CIA, CCSA, CRMA, CSL ve PRINCE2 unvanlarına sahip olan Liath MacGorman evli ve iki çocuk babası olup İngilizce ve İspanyolca bilmektedir. İflah olmaz bir sinema ve tiyatro aşığı olan MacGorman, Soho ve West End oyunlarını izlemekten ve Britanya’nın tarihi ve doğal zenginliklerini keşfettiği gezilere çıkmaktan hoşlanmaktadır.
Nisan ayı baharın müjdecisi ve biz Türkler için Gazi Meclis’imizin açılış yıl dönümünü getirseydi keşke beraberinde. Ne yazık ki, bir önceki cümlede değindiğimiz kutlu 23 Nisan’ın ertesi gününde, her yıl, bu sefer lafın gelişi değil gerçekten ‘bazı dış mihraklar’ tarafından, temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze konulan bir yalan mevzu var: Sözde Ermeni Soykırımı.
Bir önceki devletimizin (Devlet-i Aliye) - ya da rahmetli Atsız’ın bakış açısıyla tarih boyunca süregelmiş tek Türk devletinin bir önceki ‘sürümünün’ - sırtındaki ateşten gömleğin olanca hararetini iliklerine kadar hissettiği o dehşetengiz cehennem değirmeninden geçtiği yıllarda Balkanlar’dan Filistin’e, Kafkaslar’dan Doğu Anadolu’ya bütün sınırlarımızı kana boyayan onlarca trajedi yaşandı. Toplama çizgisinin altına bakıldığında bütün bunlardan en çok zarar gören unsurun Türkler olmasındaki iç burkan ironi şöyle dursun, bahsi geçen sözde soykırım her şeyden önce işin ‘kitabına’ uymuyor.
Bu bağlamda kasdedilen bir olayın ya da olaylar dizininin ‘soykırım’ gibi gırtlağın dokuz boğumunda da ayrı ayrı dinlendirilip üzerinde düşünülerek telaffuz edilmesi gereken ağır bir kavramın kullanılabilmesi için mevcudiyeti şart olan hususların ne ölçüde cari olduğunun sağlamasının ve genel kabul görmüş soykırım aşamalarının sözde soykırımda ne ölçüde var olduğunun yoklamasının yapılması. İşte biz de bu yazımızda kısaca bunların üzerinden geçerek aslında iddiaların daha ilk başta bile teorik olarak ne kadar zeminsiz ve çürük olduğunu bir kere daha ortaya koyuyor olacağız.
Uluslararası ceza hukukunda soykırım suçu, ilk kez 9 Aralık 1948 tarihinde BM Genel Kurulu’nda kabul edilen ‘Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ ile uluslararası hukuk alanında tanımlanan uluslararası suçlardandır. Soykırım suçu, 2002’den beri yürürlükte bulunan Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 6. maddesinde ayrıntılı düzenlenmiştir. Türkiye, statü’ye taraf olmasına rağmen statü henüz Türkiye açısından yürürlükte değildir. Çünkü Türkiye Statü’yü imzalamış, fakat iç hukukundaki onay prosedürünü henüz gerçekleştirmemiştir. Statü de 6. maddesinde soykırım suçunu tarif ederken Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ndeki tanımı dikkate almıştır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’ndeki tanıma göre, soykırım suçu, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel olmak üzere dört grup aleyhine işlenebilecek bir suçtur. Bu dört gruptan herhangi birini kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki beş fiil soykırım suçunu oluşturur:
a) Gruba mensup olanların öldürülmesi suretiyle soykırım suçu (Statü md. 6/a): Burada - Ermeni Taşnak çetelerinin Doğu Anadolu’da yaşayan Türk nüfusa karşı uzun yıllar yaptıklarına benzer biçimde - bir resmi devlet politikasıyla Ermeni nüfusunun sistematik biçimde öldürülmesinin söz konusu olmadığı, daha da önemlisi ordunun içinde bulunduğu olağanüstü savunma savaşı hallerinden ötürü açıkçası söz konusu olamayacağı tarafsız bütün çevrelerde görülebilen bir olgu.
b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi suretiyle soykırım suçu (Statü md. 6/b): Osmanlı Ermeniler’inin yurt sathına yayılmış ticaret ve zanaaat erbabı ve üstelik açıkça ayrıcalıklı ( bu bağlamda “millet-i sadıka” deyimini hatırlatmakta yarar var) konumları bu maddedeki suçun işlenmesini fiziksel olarak imkânsıza yakın hale getiriyor. Üstelik, Cumhuriyet dönemindeki Ermeni nüfusun ulusumuz içindeki varlığı da…
c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek suretiyle soykırım suçu (Statü md. 6/c): Tekrar etmekte fayda vardır ki işbu madde aslında tam olarak Balkanlar ve Anadolu’da yaşayan Türk nüfusa karşı işlenen insanlık suçlarını kapsıyor. Aynısının Ermeni nüfusa yapıldığına yönelik fiziksel kanıtlardan ise yoksunuz.
ç) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak suretiyle soykırım suçu (Statü md. 6/d): İnsanlık suçlarının en korkunçlarından ‘laboratuvar ırkçılığı’ denilen Nazi doktor Mengele gibi canilere özgü bu tür bir suçun bizim topraklarımıza on bir bin yıllık bilinen tarihi boyunca uğramadığı bilinen bir gerçek.
d) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek suretiyle soykırım suçu (Statü md. 6/e): Milli Mücadele kahramanlarımızdan merhum Kazım Karabekir Paşa’nın kimsesiz Ermeni çocuklar için kurdurduğu yetimhanelerin hatırası karşısında bu madde hakkında ikinci bir cümle kurmayı gereksiz buluyorum.
Her türlü grup aleyhine işlenen suçlar soykırım suçunu oluşturmaz. Soykırım suçunun mağduru, ancak 6. maddede sayılan gruplar olabilir. Suçun mağduru olan gruplar maddede sınırlı olarak sayılmıştır. Yani, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir gruplar dışındaki gruplar soykırım suçunun mağduru olamaz. Ayrıca, soykırım suçunun faili herkes olabilir. Soykırım suçunu işleyen gerçek kişilerin asker veya sivil olması veya soykırıma uğrayan gruba mensup olmasının hiçbir önemi yoktur. Suç, sistematik bir devlet politikasının gereği olarak işlense bile kişi bakımından yetki başlığında işlediğimiz üzere devlet tüzel kişiliği bu suçtan dolayı yargılanmayacaktır. Ancak, suçun işlenmesine asli veya feri fail olarak katılan, kararları alan veya uygulayan devlet görevlileri soykırım suçundan yargılanabilecektir. Soykırım suçınun maddi unsurunu oluşturan beş fiil, mağdurların kimliği, failin kastı ve her fiilin yıkıcılığı açısından ortak özellikler arz etmektedirler. Günümüzde ceza avukatı olarak çalışan hukukçuların işlenen soykırım suçunu dikkatle takip edip teknik açıklamalarla mahkemeye bildirmeleri suçun soruşturulması için oldukça önem arzetmektedir.
Görüldüğü gibi, en ayrıntılı tanımı bile göz önünde bulundurulduğunda, şükürler olsun ki, biz Türkler tarihimizde soykırım gibi bir lekeyi taşımıyoruz. Belki de yapılan suçlamalarda kendi tarihlerindeki karanlık dönemlere bakıp bize ‘Tencere dibin kara, seninki benden kara’ çocuksuluğuyla ve bilim dışı biçimde yaklaşmaya gayret sarf eden tarafların etkisi var.
Hukuki sürece böylelikle göz gezdirdikten sonra, şimdi de Genocide Watch (Soykırım Gözlem Örgütü) başkanı Gregory H. Stanton’ın, 1996’da ‘Soykırımın 8 Aşaması’ isimli bir raporunda değindiği aşamaları burada alıntılamakta yarar var. Ki işbu sekiz aşamanın hiç birisinin Ermeni kökenli yurtttaşlarımız hakkında - ne Osmanlı, ne de Cumhuriyet dönemlerinde - devlet ya da millet sathında kendisine yer bulmadığı anlaşılsın:
Sınıflandırma: Dil ve kültürlerin hepsi sınıflandırmayı kullanır, doğal ve sosyal dünya kategorilere bölünür. Nesneleri ve insanları ayırıp sınıflandırılır. Tüm kültürlerin ‘biz’ ve ‘onlar’ı, ‘bizim’ grubun üyeleriyle diğerlerini ayırt eden kategorileri vardır. Farklı kategorilerdeki insanlara farklı davranılır. Irkçı topluluklar karma kategorileri çoğu kez yasaklar ve ırkların melezleşmesini kanun dışı hale getirilir. İki kutuplu topluluklarda soykırım daha olasıdır.
Sembolleştirme: Sınıflandırılanları ifade etmek ve adlandırmak için semboller kullanılır. ABD’de ‘Müslüman’ kelimesinin öcüleştirilmesi ve ‘towel head’ olarak aşağılayıcı bir sembolik isimle ifade edilmesi gibi... Bazen de ten rengi ya da burun şekli gibi fiziksel özellikler, sınıflandırmanın sembolleri haline gelir. Geleneksel giysiler gibi diğer semboller ise topluluklar tarafından kendi üyelerine dayatılır. Soykırım uygulayacak yönetimler, diğer evrelerden sonra (insan-dışılaştırma, örgütlenme ve kutuplaşma) hazırlık aşamasına geçildiğinde hedeflenen grubun belirleyici bir sembol ya da farklı giysi kullanmasını ister. Mesela sarı Davut Yıldızı gibi…
İnsan-dışılaştırma: Sınıflandırma ve sembolleştirme tüm kültürlerde gerçekleşen temel süreçlerdir. Ancak bu süreçler insan-dışılaştırma ile birleştiğinde soykırımın basamakları haline gelirler. Diğerlerinin insan olduğunun reddi, fütursuzca öldürmeye izin veren adımdır. Soykırım kışkırtılırken hedeflenen gruba iğrenç hayvan isimleri verilir. Nazi propagandaları Yahudileri ‘fare’ ve ‘haşarat’ olarak adlandırmıştı. Ruandalı Hutuların nefret radyosu, Tutsilerden ‘hamamböcekleri’ diye söz ediyordu. Bu aşamada kurbanlar insan olduklarını reddedecek noktaya getirilir.
Örgütlenme: Soykırım daima örgütlüdür, çoğunlukla devlet organları ya da milis güçleri ve nefret grupları şeklinde örgütlenilir. Planlama büyük dikkatle hazırlanmalıdır. Cinayet metodunun karmaşık olmaması gerekir. Ruandalı Tutsiler palalarla öldürüldü. Kamboçya’daki Müslüman Cham grup enselerinden çapalarla öldürüldü. Kamboçya’daki imha kamplarındaki kural şuydu: “Mermiler boşa harcanmamalı.” Bu da insan-dışılaştırmanın bir ifadesiydi.
Kutuplaşma: Bir grubun cinayetleri karşı tarafın intikam cinayetlerini provoke edebilir. Kutuplaşmanın sağlanması için bu tip cinayetler hedeflenir. İlk öldürülecek olanlar radikallere karşı çıkan ılımlılardır.
Hazırlık: Soykırıma hazırlık aşaması ‘tanımlama’yı içerir. Kurbanların listesi hazırlanır. Evler işaretlenir. Bireyler etnik ya da dini gruplarını gösteren kimlikleri taşımaya zorlanır. Tanımlama, katliamı büyük ölçüde hızlandırır. Hazırlık aşaması, kurbanın mal varlığına el koymayı da içerir. Bu aşamada kurbanların bir araya getirilmesi de mümkündür. Kurbanların stadyum ya da kiliselere taşınması gibi. Bunun en uç aşamasında imha kampları bile inşa edilebilir. Kurbanların buralara götürülmesi örgütlenir ve bürokratikleştirilir.
İmha: Yedinci adım imhadır. Bu bir cinayet değil imha olarak algılanır, çünkü kurbanlar insan olarak görülmemektedir. Cinayet, edebi olarak ‘arınma-tasfiye’ şeklinde tarif edilir: Bosna’daki adı ‘etnik temizlik’ iken Cezayir’deki adı ‘farelerin imhası’ olmuştur. Hedeflenen grubun üyeleri çocuklar dâhil olmak üzere öldürülür. Çünkü insan değillerdir, cesetleri parçalanır ya da toplu mezarlarda çöp gibi yakılır.
İnkâr: Tüm soykırımlar inkâr aşamasıyla sona erer. Toplu mezarlar saklanır. Tarihi kayıtlar yakılır ya da tarihçilere yasaklanır. Suçu işleyenler, haklarındaki raporları reddeder. Bu inkarcılar sonraları ‘revizyonist’ olarak adlandırılır. Bazıları da ölü sayısını az gösterir.
Yukarıda yer verilen sekiz birbirinden korkunç ve iç ürpertici aşamanın Osmanlı Ermeniler’i için hiçbir zaman geçerli olmadığı gün gibi ortadadır. Tıpkı bu iddiaların bir takım çevrelerin Sevr’i hortlatma yönündeki ham hayallerinin ürünü olduğunun apaçık aşikâr olması gibi.
Buckinghamshire’dan selamlar ve sevgiler efendim.