1938’de Urfa’nın Birecik İlçesinde doğdu. Aynı yerde ilk ve ortaokul öğreniminden sonra 1957’de Gaziantep Lisesini bitirdi. 1961’de Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı çeşitli okullarda öğretmen ve yönetici olarak çalıştı. 1975’de İstanbul Ortaköy Eğitim Enstitüsü’nde öğretmenlik yaptı. 1976-78 İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Müdürlüğü görevinde bulundu. 1985’de Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesine öğretim görevlisi olarak geçti. Bir yıl sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyal Yapı ve Sosyal Değişme Anabilim Dalında doktorasını tamamladı. Sırasıyla Yardımcı Doçent, Doçent ve sonra Profesör ünvânlarını aldı. Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesinde Din Sosyolojisi öğretim üyeliğinden emekli olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
Çalışmaları felsefe, sosyoloji, din sosyolojisi ve İslâmi sosyoloji çalışmaları üzerinde yoğunlaşmıştır. Evli ve üç kız babasıdır.
İletişim: sezenyumni@gmail.com
İnsanlık Omurgasının Fıtıkları
Kitabın içindekiler kısmının öne çıkanlarının akademik dedikodusunu yapacağız. Kitap kalın. Fakat seçmece yapınca kolay okunur. Ayrıca, unutmayalım ki bu bir makaledir. Kültür ve medeniyet tahlilleri sonraya kalacaktır. Teknoloji mabetlerine de sonra sıra gelecektir.
Önce dünya ahvalinin öne çıkanları neymiş, özetleyerek bakalım. Bir trilyon dolarlık gıda çöpe gidiyormuş. Ama 27 bin kişi her gün açlıktan ölüyormuş. Dünyanın 820 milyonu aç, 1.9 milyonu kilolu. Yani fazla tok. Bunlar araştırmacıların ve uzmanların basına aksetmiş tespitleri. Çöpe giden ve israf olan gıda miktarı, yıllık 1.3 milyar ton. Dünyada her gün 8 kişiden biri aç uyumakta, 20 binden fazla çocuk açlık ve yetersiz beslenmeden hayatını kaybetmektedir. Buna karşı 120 milyon çocuk (3-12 yaş) aşırı şişmandır (obez). Her yıl 2.8 milyon kişi aşırı şişmanlıktan ölüyor. Tabiatın azizliğine (!) bakın. Dünya ahvalini bunlar anlamaya yeter de biz başka başlıklara da göz atalım ve insan türünü çıkmazlara götüren halleri yakalamaya çalışalım.
Özgürlükle, demokrasiyle dost olduğunu yalan dolan algılatan süper kapitalizm sayesinde adalet, göğe çekilmiştir. Neokapitalizme ben süper kapitalizm diyorum. Aynı heyulayı tanımlamak için siz başka bir ad verebilirsiniz. Orada oligarşik güçler iş başındadır. Silah, ilaç, gıda, kozmetik oligarşileri özellikle… 20. yy. medeniyeti (artık 21. yy.’a sarktı), hizmetleri ve nimetleri külfete çeviren, tezatları yaşayan, güzel-çirkin her şeyi, ölümü bile reklam eden bir medeniyet olmuştur. Barış der, sürekli silah üretir. Demokrasi der, zalim diktatörlükleri gizli-açık destekler. Sigara üretir, paketinin üzerine “öldürür ha!” diye yazar. Sahte bir özgürlük ve özgür irade patronudur. İsrafı sadece fakirler için menetmek ister. Zina, sağlık yönünden de sakıncalıdır der, nikahsız evlilikleri, her türlü fuhşu teşvik eder, süsler püsler. Sadece özgürlüğü istismar etmez, her türlü kötülüğe estetik elbisesi giydirmeyi becerir. Şeker zararlıdır der, başta çocuklar için sürekli ve çeşit çeşit şekerli, katkı maddeli yiyecek üretir. Tezatlar bu kadar değil elbette ama bu kadarı yetmez mi? Türkiye ayağı bunların üzerine tam olarak basmıştır. Daha da ilginçliklerle doludur. Hırsızlık her yerde hırsızlıktır ve mevcuttur ama bizde: Seçimde oy çalınır, sınav soruları çalınır, bronz heykel çalınır. Kredi kartı, adres bilgileri, çocuk oyuncakları, çalınanlar arasındadır. Bilgisayar, cüzdan çalınması, zaten normal işlerdendir. Demiryolu rayı, kuş cennetinden kuş, deprem konteyneri, camiden Kâbe örtüsü, cami kubbesinden kurşun plaka çalınır mı demeyin, çalındı. Köprünün demir korkulukları, otobandan bariyerler, kaldırım taşı çalınır mı? Çalındı. Daha neler neler... Sanki bu topluma; ahlak, edep, İslamiyet hiç uğramamış gibi.
Bir cemaatin ödülü dolayısıyla bir araya gelmişlerin fotoğraf karesindeki durumunu görmenizi isterim. Olmazların olduğu bir manzara. Bir araya gelmezlerin geldiği bir hoşgörü abidesi mi, yoksa halkın söyleyişiyle omurgasızlık abidesinin 21. yy.’daki yansıması mı, siz karar verin (Bkz. Mehmet Faraç, Yeniçağ Gazetesi, 11.02.2022). Bir de para ve silah oligarkı Soros’un Türkiye’deki en iyi öğrencilerinin siyasî kargaşadaki yerine bakın ve düşünün (Bkz. Aytunç Erkin, Sözcü Gazetesi, 11.04.2022).
Siyaset ve yönetim mi dediniz? Fenerbahçe-Beşiktaş maçının hakemliğini Fenerbahçe kulübünün başkanı yapıyor. Bütün maçları, Fenerbahçe kulübü başkanı ve takım kaptanı ve oyuncuları yönetiyor. Mahkemede hem davanın hem davalıların davasının avukatlığını aynı avukat, davacının avukatı yapıyor.
İslam dünyasına gelince dini tezgâha koymuş, satış yapıp duruyor; mala rağbet azaldıkça, merdiven altı tezgâhtan malzemeyi tezgâha çıkarıp duruyorlar. Kumlara gömülü inci ve pırlantaları çıkarıp kalbinin üzerinde taşıyacağı yerde, çamurda debelenip duruyorlar.
Bu kadar yeter. Gelelim felsefeye. Bizi de diğer insanları da içine düştüğü belalardan koruma rehberliği yapabilirdi. Nitekim bu rehberlikte başarılı olduğu dönemler oldu. Fakat felsefe, ona çatık kaşla bakanlara karşı, kendini bile koruyamadı. İlâhiyat eğitim-öğretiminden felsefe dersleri kaldırılma yoluna gidildi, olan da itilip kakıldı. Felsefesiz din öğretiminin ancak haricilerin bugünkü temsilcisi IŞİD militanı yetiştirebileceğini hiç düşünmediler. Felsefe iki düşmandan kendini özellikle koruyamamıştır. Bilimsiz din, bilimsel dinsizlik.
Birincisi açıkça kendini belli ediyor. Bugün IŞİD, meramı anlatmaya uygun bir örnek oldu. Geçmişte adı hariciler idi. Geçmişte ve şimdi örnekler çoktur. Batıda engizisyonlar dönemi de aynı sınıftandır. Bugün İran’da başörtüsü biçiminden dolayı öldürülen kız, meseleyi anlamamıza yardımcı olur. Birkaç örneğe daha bakalım: “Kur’an’ın mealini okumamak gerekir”, “erkekte sakalın jiletle alınması lanetlenmiştir.” “Numaratörle yapılan zikir, teknolojiden de faydalanmaktır. Sayı şaşmamalıdır. Bin adet olursa verilecek huri sayısı çok artar.” Neler neler… Bunların, hakikati özleyen, arayan bir felsefe ile ilgisi yoktur. Bilgide, anlamada, irade kullanmakta, kendileri adına düşünenlere bırakılmış, teslimiyet onlara yapılmış etkili ve yetkililerin de içinde bulunduğu, asimetrik paralel ikinci dindir bu. Bu sapmalarla yola çıkıldığında, dinin aydınlığına vasıta olacak felsefeye ulaşmak mümkün olmaz. Genellikle kestirilip atılmıştır: Felsefe saptırır, dinde felsefenin yeri yoktur. Oysa felsefe olmasaydı, kumlara gömüldü dediğimiz o inci ve pırlantaların hiç değilse bir kısmını da kurtaramazdık. Felsefe olmasaydı dindar; kurgulanmış yapay bir müminden, dinin görünen, şekillenen kuralları ile montajlanmış bir robottan ibaret olurdu. Nitekim olmuştur. Elbette kurallar ve disiplin her yerde olduğu gibi, dinde de önemlidir. Ancak kurallar, ilkelerle ve hedeflerle ahenkli olacak, bir robotun hareketleri gibi olmayacak, özgür iradeyle benimsenmiş ve hedef anlaşılmış olmalıdır. Biz de biliyoruz ki, hiçbir felsefe, yalnız felsefe olarak, hakikatin kendisi olmayabilir. Fakat kesin olan şudur ki hakikate giden yolun önünü açan zihnî bir sistemdir. Tersinden hareket eden felsefe iddiasındakiler, dikkat edilirse, felsefe değil bazı ideolojilerdir. Felsefî düşünce disiplini olmadan, bilimi de anlamlandıramayız, dindeki nakli de anlayamayız. “Bedevîler iman ettik dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama boyun eğdik deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi...” (Hucurat-14). İhtimal ki bunu işaret etmektedir.
İkinci felsefe düşmanı olan bilimsel dinsizlik, sinsidir ve üstü örtülüdür. Açık olanı, ancak istisnalardır. Bilimsel dinsizlik; yapacağını, bilimi kullanarak yapıyor. Bazan felsefeyi kullandığı da olur. Peki, Bilimsel dinsizlik ne yapar? İtaat çerçevenizi ve bununla irtibatlandırdığınız felsefenizi, din anlayışındaki yamukluklara, yanlışlıklara bakarak inşa etmenizi ister. Sonra bunu, henüz yolculukta bulunan bilimin sonuçlarıyla karşılaştırıyor, edebiyatla da süsleyip güzelleştiriyor. Aslında ortaya çıkan beğenmemezlik felsefesidir. Yanlışı fark etmek önemlidir ama sadece bunu bilmekle doğruya varılamaz. Bu tavır, doğruyu anlamaya yetmez. Doğru iddiasının kendisini, orijinini anlamak gerekir. Bilimsellik dinsizlik getiriyor, demiyoruz. Halk arasında denildiği gibi bu çeşit anlama, lafı kuyruğundan anlamadır. Bilimselliğin dinsizlik getirdiğinden değil, bilimi dinsizlik için kullananlardan söz etmek istiyoruz.
Felsefesizlik ikisinde de, dinde de bilimde de bizi bir yerlere mahkûm eder. Ya merdiven altına ya teknoloji tapınağına…
Öğrenimimiz sırasında ustamız şöyle demişti: Dünün felsefesi bugünün bilimi olmuştur, bugünün bilimi yarının felsefesi olacaktır. Ustamız haklıydı. Bilim ve felsefe ilişkisini, zaman içinde böyle ortaya koyarsak, yolculuğumuz anlam kazana kazana devam edecektir.