Sakin Öner

Tüm yazıları
...

CUMHURİYET’İN 100. YILINDA ATATÜRK’ÜN EĞİTİM VE KÜLTÜR VİZYONU

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

Atatürk, birçok meziyeti şahsında toplayan dünyada ender rastlanabilecek seçkin insanlardan biridir. Büyük bir asker ve eşsiz bir komutan olarak vatanımızın ve milletimizin kurtarıcısı, millî kahramanımızdır. Tarihte ikinci Türk adını taşıyan millî devletimizin kurucusudur. Türk toplumuna her alanda çağdaş bir hayat tarzı kazandıran devrimlerin mimarıdır. Eğitim alanında yapılan devrimlerin “Başöğretmen”i, kültür ve sosyal alanda yapılan devrimlerin öncüsüdür. Kısacası Atatürk, yeni Türk devletine hayat ve ruh veren bir düşünce ve kültür insanı, bir teorisyen, bir eylemci ve liderdir.

Atatürk, son on iki yılı savaşlarda geçen, sadece %7’si okuma-yazma bilen, savaşlarla tahrip edilmiş bir vatanda yaşayan, varını yoğunu “Millî Mücadele” için harcamış bir halk ile Cumhuriyet’i kurmayı ve çağdaşlaşma yolunda büyük atılımlar yapmayı başarabilmiştir. 624 yıllık Osmanlı devletinin bakiyesi üzerinde hem modern Türkiye’nin ve çağdaş toplumun temellerini atmış hem de Türk millî kimliğini yeniden inşa etmiştir. Bunu, eğitimi millî, çağdaş ve laik bir zihniyetle yeniden yapılandırarak; sadece yeni yetişen nesilleri değil, “Millet Mektepleri”nde ve “Halkevleri”nde yetişkinleri de eğiterek; harf, dil ve tarih alanındaki kültürel devrimleri gerçekleştirerek sağlamıştır.

Atatürk, devlet başkanlığı yaptığı 1923-1938 yılları arasındaki on beş yıllık kısa sürede, bir taraftan 18. yüzyılda başlayıp Tanzimat ile hızlanan çağdaşlaşma sürecindeki çabaları, millî bir bilinçle bir sistem bütünlüğü içinde sürdürürken, bir taraftan da toplumun ihtiyacı olan devrimleri, öncelik sırasına göre hayata geçirmiştir. Türk toplumu, bu 15 yıllık kısa sürede hem düşünce ve zihniyette hem de sosyal hayatta çağ atlamıştır. Atatürk, bu sürede devrimlerin yanı sıra, Türkiye Cumhuriyeti’ni sonsuza dek yaşatacak ilkeleri ve hedefleri ortaya koymuştur. Bu ilkeler; “cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, inkılapçılık, tam bağımsızlık, üniter yapı, millî birlik ve bütünlük”tür. Gösterdiği hedef ise; ülkemizi en kısa zamanda çağdaş medeniyetler seviyesinin üzerine ve dünya milletleri arasında saygın bir yere taşımak ve milletimizi modern bir refah toplumu haline getirmektir.

Atatürk ilkeleri, Türk millî eğitiminin temel prensiplerinin oluşmasına büyük katkı sağlamıştır. Atatürkçü felsefenin “cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılâpçılık” ilkeleri 1936 yılından itibaren okul programlarına da girerek eğitimde yapılan yenilikleri yönlendirmiştir. Atatürk, öğretmenlere emanet ettiği yeni nesillerin “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller olarak yetiştirilmesini istemiştir. “Cumhuriyetçilik” ilkesi, eğitimde özgür düşünceyi ve özgür vicdanı engelleyen unsurları kaldırmıştır. Atatürk’ün “milliyetçilik” ilkesi ile Türk eğitimine millî bir nitelik kazanmıştır. “Halkçılık” ilkesi, dilde yenileşmeyi, azınlık eğitiminden bütün toplumu kuşatan bir eğitime geçişi ve eğitimde okulculuk anlayışı haricinde halk eğitimini de gerçekleştirmiştir. “Devletçilik” ilkesiyle Türk eğitiminin ihtiyacı olan devlet işletmeleri kurulurken, buraların insan gücü ihtiyacı da devlet tarafından karşılanmıştır. “Laiklik” ilkesi sayesinde dinin hem devlet ve siyasetten hem de bilim, sanat ve eğitimden ayrı tutulması mümkün olmuştur. “İnkılâpçılık” ilkesi ise bütün ilkelerin teminatı ve hareket noktası olup, devrimlerde devamlılığı ve dinamizmi ifade eder.

Atatürk’e göre, millî olmayan eğitimimiz, yüzyıllardır süren felâketlerimizin temel sebeplerindendir. Atatürk, gerçekleştirdiği Türk inkılâbının başarısının, eğitim alanındaki başarıya bağlı olduğunu bildiği için, daha Kurtuluş Savaşı bütün şiddetiyle devam ederken 1921 yılında 1. Maarif Kongresi’ni toplamıştır.  “Ordularımızın zaferi, öğretmenlerin zaferine zemin hazırlayacak ve gerçek zafer, eğitim ve öğretim alanlarında başarıyla elde edilebilecektir.” diyen Atatürk bu kongrede, kurulacak yeni Türk devletinin eğitim politikasının esaslarını ortaya koymuştur.

Atatürk, yeni kurulan modern Türkiye’nin biçimlenmesinde ve yeni nesillerin yetiştirilmesinde en önemli görevin “irfan ordusu” olarak nitelendirdiği öğretmenlere düştüğünü belirtmiştir. Atatürk’ün Cumhuriyet’in kurulmasıyla özellikle öğretmenlere yönelik bazı istekleri, önerileri ve talimatları olmuştur: “Öğretmenler! Yeni nesli; Cumhuriyet’in fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti sizin beceriniz ve fedakârlığınızın derecesi ile orantılı olacaktır…”

Atatürk, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra bir millî eğitim politikasının oluşturulmasına da önderlik etmiştir. Atatürk’e göre, “Türk millî eğitimi”nin iki önemli amacı vardır: 1. Türk milletinin kültürünü oluşturan değerleri genç nesillere aktararak, Türk milletinin devamlılığını, toplumun gelişmesini, çağdaşlaşmasını sağlamak; 2. Türkiye Cumhuriyeti’ni koruyacak ve geliştirecek yeni nesilleri yetiştirmek. Millî eğitim, Türk milletinin geleceğinin başlıca güvencesi olan ve birbirini tamamlayan bu iki önemli amacı, hayata geçirmek zorundadır. Atatürk'ün eğitim politikasının temel hedefi; Türk insanını, “iyi insan, iyi vatandaş” yetiştirmektir. Bu sebeple Cumhuriyet’in ilanından dört ay sonra 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilerek bir asrı aşkın bir süredir devam eden “geleneksel eğitim kurumları” ve “modern eğitim kurumları” ikiliği ortadan kaldırılarak öğretim birliği sağlanmıştır.

Atatürk, eğitim ve öğretimin ilkokuldan yükseköğretime kadar her alanında köklü adımların atılmasını sağlamıştır.  Bunun sonucunda eğitim hem niceliksel hem de niteliksel yönden hızla gelişmiştir. Cumhuriyet’in ilan edilmesinden sonra eğitimde, sadece Osmanlı döneminden gelen sistem yanlışları düzeltilmemiş, aynı zamanda o dönemden ve devralınan batı modeli eğitim kurumlarına millî bir hüviyet kazandırılmıştır. Eğitim ve öğretim kurumları, fiziki ve maddi imkânlar açısından da desteklenmiş ve geliştirilmiştir.

Atatürk, millî eğitimi, sadece devletin, bütün bireylerini yetiştirmenin sadece bir aracı değil, aynı zamanda ve özellikle kalkınmayı hızlandıracak ve gerçekleştirecek verimli bir yatırım alanı olarak görmüştür. Hayatın tek şartının medeniyet yolunda yürümek ve başarıya ulaşmak olduğunu görebilen büyük bir devlet adamı olarak, bilimin insan hayatındaki etkin rolünü ve önemli yerini her zaman vurgulamıştır. Bu yüzden, Cumhuriyet Türkiye’sinin yepyeni ilkelere dayanan bir “eğitim sistemi”ni kurmak zorunda olduğuna inanmıştır. Atatürk’ün çağdaş eğitim hakkında benimsediği, savunduğu ve hayata geçirilmesine öncülük ettiği görüşleri özetle şöyledir:

1. Eğitim millî olmalıdır.

Bu millî eğitim, gelecek nesillere Türk kimliğini kazandırmalı, vatan, millet, devlet ve bayrak gibi kavramlara ilgi ve sevgi şuurunu aşılamalı, millî birlik ve beraberlik duygusunu kuvvetlendirmeli ve toplumun ihtiyaçlarına uygun olmalıdır. Atatürk’e göre, gelecek nesiller; Türkiye’nin bağımsızlığına sahip çıkacak, Cumhuriyet’i koruyup yükseltecek şekilde eğitilmelidir. Eğitim sistemi, Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine ve millî geleneklere düşman unsurlarla mücadele edecek nesiller yetiştirmelidir. Atatürk’ün Türk Milliyetçiliği anlayışı gibi, eğitimdeki “millilik” anlayışı da birleştirici, toplayıcı, bütünleştiricidir. Ayrımcılığı ve bölücülüğü kabul etmez.

2. Eğitim; çağdaş ve laik olmalı, akla, bilime ve fenne (tekniğe) dayanmalıdır.

Eğitim; çağdaş ve laik olmalı, akla, bilime ve fenne (tekniğe) dayanmalı, işe ve üretime yönelik olmalıdır.  Eğitim sistemi, yeni nesilleri, hayatta başarılı, ülke kalkınmasını hedefleyen, faziletli, fedakâr, disiplinli ve kendine güven duyan bireyler olarak yetiştirmelidir. Atatürk’e göre, bağımsızlığımızı koruyabilmenin de ön şartı, “bilim ve fen” esas alınarak, kadın-erkek bütün millet fertlerinin eğitilmesidir. Eğitim; işlevsel olmalı, öğretilenler toplum hayatında kullanılmalı ve meslek kazandırmalıdır. Atatürk’ün “millîlik” anlayışı çağdaş bilime ve dünyaya tam olarak açık bir anlayıştır. Atatürk’ün “millî eğitim” anlayışı, “ilim ve fennin”, sanatın her bölümünde ilerlemeye ve yeniliğe açık olan bir eğitimdir. Atatürk’e göre: “çağdaş medeniyetin ortağı olmak”, Türkiye için bir var olmak veya yok olmak davasıdır. Bunda başarılı olmak, çağdaş medeniyetin bir bütün olarak ele alınmasına bağlıdır.

Hayatta en hakiki mürşit (yol gösterici), ilimdir” diyen Atatürk, bir konuşmasında bu konudaki görüşünü şöyle ortaya koymuştur: “Ben manevi miras olarak hiçbir nass-ı katı (kesin hüküm), hiçbir dogma, hiçbir donmuş, kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.”1 27 Ekim 1922 tarihinde Bursa öğretmenlerine hitaben yaptığı konuşmada ise “Bilim ve fen nerede ise oradan alacağız ve bunu her millet ferdinin kafasına koyacağız. Bilim ve fen için kayıt ve şart yoktur.” demiştir. Atatürk, 21 Ocak 1923 tarihinde Bursa’da Şark Sineması’nda halkla yaptığı konuşmada ise bu konuda şunları söylemiştir: “Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin icab ettirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli ki o milletin terakkide yeri yoktur. Halbuki bizim milletimiz evsâf-ı hakikisiyle mütemeddin (medeni) ve müterakki (gelişmiş) olmaya layıktır ve olacaktır.

3. Eğitimde öğretim birliği olmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı devletinden devraldığı eğitim-öğretim kuruluşları, eski ve yeni tip okullardan oluşan iki farklı yapıdaydı. Geleneksel Osmanlı eğitimi, dinî bilimlere ağırlık veriyordu. 2. Mahmut döneminden itibaren kurulan eğitim kurumlarında ise pozitif bilimlere ağırlık veriliyordu. Bu da ayrı değerlere inanan ve onları benimseyen iki ayrı insan tipinin yetişmesine, dolayısıyla eğitimde bir ikileşmeye yol açmıştır. Eğitim alanındaki kapitülasyon hükümleri çerçevesinde açılan yabancı okullar da Türk eğitiminden bağımsız olarak hareket ettiği için, kültürel ve siyasal alanda birlik bir türlü sağlanamamıştır.

Bir ülkede farklı farklı eğitim verilmesi, o ülke İçinde birbirine zıt görüşlü insanlar yetiştireceğinden millî birliğin ve toplumsal huzurun bozulmasına neden olur. Onun için eğitim ve öğretimde birlik şarttır. Ayrıca Türk Milleti’nin bütün fertlerine eşit eğitim fırsatı verilmelidir. Bilimsel düşünceye dayanan laik eğitimden herkes yararlandırılmalıdır. Türk toplumu, “dar kafalı” bilgisizlerin elinden kurtarılmalıdır. Atatürk’e göre, eğitim-öğretim birliği sağlanmadan, eşit öğretim toplumun bütün fertlerine verilmeden Türk eğitim sistemine “millî” bir nitelik de kazandırılamaz. Eğitim kurumları bir teşkilat tarafından yönetilmeli, eğitim programları çağın gerekleri, günün ihtiyaçları, yerel özellikler ve çevre şartlarına göre pedagojik usul ve vasıtalarla olmalıdır.

Atatürk, 30 Eylül 1924’de Dumlupınar’da yaptığı konuşmada; “Eğitimde Öğretim Birliği” ilkesinin önemini şöyle vurgulamıştır: “Savaş, milletlerin çarpışmasıdır... İlim ve fen sahasındaki seviyeleriyle, ahlâklarıyla, harslarıyle (kültürleriyle), hülasa bütün maddî ve manevî kudret ve faziletleriyle ve her türlü vasıtalarıyla çarpıştığı bir imtihan sahasıdır.” 2Atatürk, “Türk vatanını fethetmek fikrini, Türk’ü esir etmek hayalini” ortadan kaldırmak için, öğretim ve eğitimde az zamanda yüksek bir düzeye ulaşabilecek bir millet olmamız gerektiğini belirtmiştir. 3Türk Milleti evlatlarına vereceği terbiyeyi mektep ve medrese namında birbirinden büsbütün başka” iki ayrı kurum halinde sürdürmeye “katlanabilir miydi?”. Terbiye (eğitim) ve tedrisatı (öğretimi) tevhit etmedikçe (birleştirmedikçe) aynı fikirde, aynı zihniyette fertlerden mürekkep bir millet yapmaya imkân aramak abesle iştigal olmaz mıydı?”4 İşte bu sorulara olumlu cevap verebilmek için 3 Mart 1924’te Hilâfetle birlikte Şer’iye ve Evkaf Bakanlığı da kaldırılarak devlet yönetiminde ikiliğe son verildiği gibi, aynı gün Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılarak öğretimde de ikiliğe son verilmiştir.

4. Eğitimde, cinsiyet farkı yapılmamalı, herkese imkân ve fırsat eşitliği sağlanmalıdır.

Eğitimde, cinsiyet farkı gözetmeden kız çocukları da erkek çocukları gibi eğitim hakkından eşit olarak yararlanmalıdır. Eğitim; eşitlikçi, imkân ve fırsat eşitliğine dayalı, demokratik bir yapıda olmalıdır. Eğitim, sadece yetişmekte olan çocuklara ve gençlere değil, eğitim alamamış veya eğitim yaşını geçmiş vatandaşlara da cinsiyet ayrımı yapılmadan verilmelidir.

Atatürk, kadınlarla erkeklerle eşit şekilde eğitilmelerine önem verilmesini birçok konuşmasında vurgulamıştır. Daha 1907 yılında genç bir kurmay subayken ortaya koyduğu, geleceğe dönük köklü tasarılarından biri de şudur: “Kadın ve erkek arasındaki farklar silinerek yeni bir sosyal düzen kurmalıyız.” 31 Ocak 1923’te İzmir’de yaptığı konuşmada, milletimizin kuvvetli bir millet olmaya azmettiğini belirttikten sonra konuşmasını şöyle sürdürmüştür: “Bugünün levazımından (gereklerinden) biri de kadınlarımızın her hususta yükselmelerini temindir. Binaenaleyh kadınlarımız da âlim (bilim insanı) ve mütefennin (fen insanı) olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün derecatı (dereceleri) hayat-ı içtimaiyede (sosyal hayatta) erkeklerle beraber yürüyerek birbirinin muin (yardımcısı) ve müzahiri (koruyucusu, kollayıcısı) olacaklardır. 5

Çok yönlü bir devlet adamı ve büyük bir asker olan Atatürk, aynı zamanda bir kültür adamıdır. Onun üzerinde durduğu önemli ilkelerden biri “tam bağımsızlık”, genel hedefi de “çağdaşlaşmadır”. Tam bağımsızlığın özü, kültürel bağımsızlıktır. Atatürk’e göre, “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli, kültürdür.” 6 Atatürk, Onuncu Yıl Nutku’nda “Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârâne yürümesine borçluyuz. Millî kültürümüzü çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.” demiştir. Atatürk, 1 Kasım 1932 tarihinde TBMM’nin dördüncü dönem ikinci toplanma yılını açarken; “Millî kültürün her çığırda açılarak yükselmesini Türkiye Cumhuriyeti’nin temel direği olarak temin edeceğiz” demiştir. 7

Atatürk kültürü şöyle tanımlıyor: “Medeniyetin ne olduğunu başka başka tarif edenler vardır. Bence medeniyeti kültürden ayırmak güçtür ve lüzumsuzdur. Kültür ne demektir tarif edeyim: Bir insan toplumunun; devlet hayatında, fikir hayatında yani ilimde, sosyolojide ve güzel sanatlarda, iktisadi hayatta yani ziraatta, sanatta, ticarette, kara, deniz ve hava ulaştırmacılığında yapabildiği şeylerin toplu sonucudur. Medeniyet kültürden başka bir şey değildir.”8

Atatürk'ün kültür politikasını, eğitim hayatında ve sosyal hayatımızda takip ettiği politikalardan ayrı ele alamayız. Bu yüzden Atatürk döneminde eğitim, kültür ve sosyal hayat alanlarında toplumu çağdaşlaştırmak amacıyla yapılan devrimleri şöyle sıralayabiliriz:

1. Cumhuriyet'in ilk büyük kültür atılımı, Tevhidi Tedrisat Kanunu (1924) ile gerçekleştirilen “öğretim birliği” dir.

2.Dinî esaslara dayalı şer’î hukuk yerine “Medeni Kanun” kabul edilerek çağdaş hukuk sistemine geçilmiştir.

3.Türk kadınlarına erkeklerle eşit olarak her türlü siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik haklar kazandırılmıştır.

4.Konuşulduğu gibi yazılan, yazıldığı gibi okunan yeni Türk alfabesinin kabulü ile toplumun büyük çoğunluğunun kısa zamanda okur-yazar hale getirilmesi sağlanmıştır.

5.Türk Tarih Kurumu kurularak (1931), Türk tarihinin bütün yönleriyle ortaya çıkarılması yönünde araştırma ve incelemeler başlatılmış ve böylece yeni yetişen nesillerde millî tarih bilincinin oluşturulmasına önem verilmiştir.

6.Türk Dil Kurumu kurularak (1932) Türk dili, yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılmaya çalışılmış, Türk dilinin öz kaynaklarına dönülmüş, Türk dilinin zenginliği ortaya çıkarılmış, Türk dilinin kelime türetme kurallarına uygun olarak ihtiyacımız olan yeni kelimelerin türetilmesi sağlanmıştır.

7. Kültür ve eğitim alanında halkçılığın gereği olarak, bütün milletin “Millet Mektepleri, Halkevleri ve Halk Odaları”nda çok yönlü kültürel çalışmalardan yararlandırılması sağlanmış, Osmanlı döneminde oluşturulan güzel sanatlar hakkındaki tabular yıkılarak, sanatın her çeşidine ve sanatçıya büyük değer verilmiş, yeni kültür ve sanat kurumları açılmıştır.

8. Dogmatik düşünce yerine bilim ve bilimsel düşünce ön plâna çıkarılmış, en gerçek yol gösterici olarak bilim kabul edilmiştir.

Sonuç olarak Atatürk, 1923-1938 yılları arasındaki 15 yıllık devlet başkanlığı döneminde eğitim, kültür ve sosyal hayat alanlarında yaptığı devrimlerle, çağdaş bir toplumun ve modern Türkiye’nin temellerini atmıştır. Böylece asırların akıl ve bilimi dışlayan skolastik zihniyetini yıkarak, yeniliklere açık, millî, laik ve çağdaş bir düşüncenin hayatımıza yön vermesinin ilk adımlarını atmıştır. Türk halkına millî kimliğini ve Türk olmaktan kıvanç duyma bilincini kazandırmıştır. Türk halkın, insan hak ve özgürlüklerine sahip onurlu vatandaşlar haline getirmiştir. Türk milletini, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” diyerek birleştirici bir ifadeyle tarif etmiştir. Bunun sonucu olarak bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını, “Ne mutlu, Türk’üm diyene!” ifadesiyle birleştirmiştir. Böylece ülkede kültürel bütünlük ve millî kimlik bilincinin gelişmesi hızlandırılmıştır. Sonuçta; Atatürk döneminde “Türk Millî Eğitim Sistemi”, temel görevi olan, Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığının sürdürülmesi işlevini yerine getirecek bir yapıya kavuşturulmuştur.

Bize düşen görev, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hayat hikâyesini öğrenmek ve onun başarılarını ve eserlerini övmek değil, onun fikirlerini ve devrimlerini, bu toplum için yaptıklarını ve yapmak istediklerini anlamak ve anlatmaktır. Bu da yetmez, onun başlattığı devrimlere sahip çıkmak ve onların çağın gelişmelerine göre devam ettirmektir. Çünkü Atatürk’ün düşünce sistemi dogmatik ve statik değil, dinamik bir yapıya sahiptir. Bu, sadece ona olan borcumuzu ödemek ve ona bağlılığımızı göstermek için değil, hızla değişen ve gelişen dünyamıza ayak uydurmak ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığını güvenle sürdürmek için şarttır. Bunu yaptığımız zaman hem Büyük Önder'in ruhunu şâd etmiş oluruz, hem de gururla, “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” diyebiliriz.

 

NE MUTLU, TÜRK’ÜM DİYENE!

 

1. İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi, İstanbul Üniversitesi Yayınları, 1980, s. 13

2. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, s. 67.

3. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, s. 178.

4. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, s. 210.

5. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, s. 85-86.

6. Prof. Dr. Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara 1959, s. 261.

7. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. I, s. 372.

8. Prof. Dr. Cahit KAVCAR, Atatürk ve Kültür Reformu,  Ankara Üniversitesi’nin 60. Kuruluş Yılı Armağanı (Editör Doç. Dr. Doğan Atılgan), Ankara 2006, s. 281-282.