İletişim: sakinoner@hotmail.com
Ayrılık tohumları hapishanede atıldı
12 Eylül askerî darbesi ile ülkücüler çifte şok yaşadılar. 1970’li yıllar boyunca sola karşı Türk devletinin yanında saf tutan ülkücüler, darbenin ardından devleti karşılarında görünce ve kendilerini yıllarca mücadele ettikleri solcularla birlikte hapiste bulunca ilk şoku yaşadılar. Hapishane sürecinde ise MHP’nin dışarıda kalan yöneticilerince kendilerine sahip çıkılmadığı, ihtiyaçlarının karşılanmadığı, hapisteki parti büyüklerinin arkalarında durmayıp sadece kendilerini savundukları düşüncesi, ülkücülere ikinci soku yaşatmıştır.
Hapisteki ülkücü gençlerin büyük bir bölümü bu şoklar sonucunda, ilk defa geçmişi, devleti ve Ülkücü Hareket’i sorgulamaya başladılar. Bu memnuniyetsizliğin, ülkücü gençlik üzerinde hesapları olan bazı dinî ve siyasî mahfiller tarafından da kışkırtıldığını düşünüyorum. Çünkü bu memnuniyetsizliğin, ileride Ülkücü Hareket’te ideolojik ayrışmalara ve bölünmelere yol açacağını görüyorlardı. Bu süreçte, hapisteki bazı ülkücü gençlerin İslâmî hassasiyetlerin radikal bir çizgiye kaydığını görüyoruz.
Ülkücü mahkûmlardan bazıları, hapishanelerde gizlice dağıtılmak üzere “Tebliğ” başlığı altında bir broşür kaleme aldılar. Broşürde, tüm ideolojilerin insanoğlunun kendi kafasından ürettiği ve insan aklına dayalı sistemler olduğu belirtiliyor; milliyetçiliğin de aslında Fransa kaynaklı bir siyasal akım olduğu ifade ediliyordu. Milliyetçiliğin, ümmetin birliğini yıkmak ve İslâm topluluklarının dayanışmasını ortadan kaldırmak için Osmanlıdan beri zihinlere kazınan bir ideoloji olduğu iddia ediliyordu. Bu düşünceler, Ülkücü Hareket’in yıllarca savunduğu, İslâmiyeti de kapsayan Türk milliyetçiği davasından, ciddî bir eksen kayması demekti.
Hapishanelerde yatan ülkücüler arasında bir fikrî dönüşüm de Atatürk konusunda olmuştur. Ülkücülerin en çok ağrına giden şey; işkenceden çok kutsal saydıkları marş ve sözlerin, zorla ezberletilmesi ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi, Atatürk’ün Orduya Mesajı, İstiklal Marşı’nın on kıtasının tamamının küfür ve dayak eşliğinde söyletilmesidir. Askerî yönetimin bu baskısı, ülkücü mahkûmlarda, geçmişte saygı duydukları Atatürk’e karşı bir antipatinin doğmasına yol açmıştır. 12 Eylül’le birlikte ortaya çıkan siyasi iklim Ülkücü Hareket’in tüm ezberlerini bozmuştur.
MHP’nin ideolojik yapısını eleştiren gençler, bu süreçte Hüseyin Hilmi Işık’ın düşünceleri, Kadir Mısıroğlu’nun saçma tarihî görüşleri, Nurettin Topçu ve Remzi Oğuz Arık’ın “Anadolu-Türk” anlayışıyla Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu ideolojisinden ve “iman-aksiyon” terkibinden etkilendiler. Artık bu gençlerin pek azı kendisini İslamcı olarak nitelerken, çoğu S. Ahmet Arvasi’nin ülkücü terminolojiye kazandırdığı “Türk - İslam ülkücüsü” olarak niteliyorlardı. Onlarda milliyetçiliğin dozu iyice azalırken İslamî kimlik öne çıkıyordu.
Hapishanelerdeki ülkücüler arasında başlayan eleştiriler, zamanla dışarıdaki ülkücüleri de etkiledi. MHP yönetimini eleştiren ve bir yol ayrımına gelen ülkücüler, 1970’li yıllarda Ülkü Ocakları başkanlığından gelen, cezaevi sürecinde Ülkücü Hareket nezdinde itibarı iyice yükselen ve Mamak Cezaevi’nde 7,5 yıl hapis yatan Muhsin Yazıcıoğlu’nun etrafında toplandılar. Bu grup, Yazıcıoğlu’nu Başbuğ’dan sonra MHP’nin Genel Başkanı olarak görüyorlardı. Yazıcıoğlu artık, Ülkücü Hareket içindeki “Türk-İslam ülkücüleri” diye bilinen akımın lideri konumundaydı.
Bu ülkücüler, 1988 yılında “Yusufiye’nin Sesi” temasıyla ve “Ülkücü Hareket’in cezaevlerinden dışarıya açılan penceresi” tanıtımıyla “Bizim Dergâh” isimli bir dergi çıkarmaya başladılar. Bizim Dergâh dergisinde İslamî bilgilerin yanında 12 Eylül ve hapishane şartları ile ilgili siyasî konuların ele alındığı yazılar da yayımlandı. Muhsin Yazıcıoğlu’nun, MÇP yayın organı olan “Bizim Ocak” dergisinin karşısına İslamî yönü ağır basan “Bizim Dergâh”ı çıkarması, ilerleyen günlerde ülkücüler içinde “Merkezciler-Dergâhçılar” ayrışmasına yol açtı. Bu gelişmeler, ilerideki yıllarda örgütsel bazda bir bölünmenin ve Ülkücü Hareket camiasında yeni bir partinin kurulacağının işaret fişekleriydi.
Ülkücü Hareket’te ikinci bölünme: BBP
12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra getirilen siyasi yasakların 1987 yılında yapılan referandumla kaldırılmasından sonra 29 Kasım 1987 tarihinde yapılan seçimlere Alparslan Türkeş’in liderliğinde giren MÇP’nin, 701.538 kişinin oyuyla yüzde 2.93’lük bir sonuç aldığını ve TBMM dışında kaldığını, 26 Mart 1989 tarihinde yapılan yerel seçimlerde ise yüzde 4.14 oy alarak Elazığ, Erzincan ve Yozgat belediye başkanlıklarını kazandığını belirtmiştik.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Mesut Yılmaz liderliğindeki ANAP hükümetinin kötü gidişini ve partinin kan kaybedişini bir parça durdurabilmek için Türkiye’yi 20 Eylül 1991 tarihinde erken genel seçime götürme kararı aldı. Özal, RP ve MÇP’nin barajın altında kalacağını ve onların hak ettikleri milletvekillerinin bir kısmını ANAP’ın alacağını hesap etmişti. Fakat MÇP, 24 Eylül 1991 tarihinde yapılan 19. Dönem Milletvekili seçimlerine, Aykut Edebali’nin başkanlığını yaptığı Islahatçı Demokrasi Partisi (IDP) ve Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın başkanlığını yaptığı Refah Partisi (RP) ile üçlü ittifak yaparak girdi. Başarılı olan bu ittifak, Özal’ın hesaplarını bozdu ve seçimlerde yüzde 16.9 oy alarak 62 milletvekili çıkardı. Bu seçimde Alparslan Türkeş de Yozgat’tan milletvekili seçildi. Bu dönem, Türkeş’in TBMM’ndeki son dönemiydi. Bu dönemde ülkemizi kasıp kavuran bölücü teröre karşı en etkili mücadeleyi o gerçekleştirmiştir.
İttifak milletvekilleri, seçimden 52 gün sonra 15 Kasım 1991 tarihinde ittifaktan ayrılarak partilerine döndüler. 40 Milletvekili RP’ne, 3 Milletvekili IDP’ye katıldı. Türkeş ise 18 arkadaşı ile ittifaktan ayrılarak bağımsız milletvekili oldu. Daha sonra MÇP’ye katıldılar. Türkeş, 29 Aralık 1991 tarihinde yapılan MÇP’nin 3. Olağan Genel Kongresi’nde partinin Genel Başkanlığına seçildi. Bundan sonra yapılan bir kanun değişikliği ile 12 Eylül darbesi sonucu kapatılan bütün partilerin açılmasına ve mallarının iadesine karar verildi. Açılan MHP’nin başına kayyum olarak Sadi Somuncuoğlu, Necati Gültekin ve arkadaşları getirildi.
27 Aralık 1992 tarihinde Ankara Söğütözü’ndeki Yükseliş Koleji’nde Sadi Somuncuoğlu’nun divan başkanlığını yaptığı ve 1977 yılı MHP üst kurul delegeleri ile toplanan MHP’nin kurultayında Alparslan Türkeş’in isteği ile Milliyetçi Hareket Partisi fesh edildi. Bu kongrede, MHP’nin isim ve amblem kullanma yetkisi tekrar kurucu Alparslan Türkeş’e devredildi ve MHP’nin isim ve amblemini MÇP’nin kullanmasına karar verildi. 24 Ocak 1993 tarihinde Milliyetçi Çalışma Partisi 4. Genel Kurulunu yaparak adını delegelerin oybirliği ile Milliyetçi Hareket Partisi yaptı. Amblemi “Üç Hilâl” olarak kabul edildi. Genel Başkanlığa tekrar Alparslan Türkeş seçildi.
Ülkücü Hareket ilk defa, 8-9 Şubat 1969 tarihinde Adana’da yapılan Büyük Kongre sonucunda bölünmüştü. Partinin o tarihteki adı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi idi. Kongrede partinin adının ve ambleminin değiştirilmesi gündeme gelmişti. Bölünmeye yol açan tartışma, partinin adının değiştirilmesi ile ilgili değil, amblemin değiştirilmesi ile ilgiliydi. Delege çoğunluğu partinin ambleminin “Üç Hilâl” olmasını istiyordu. Çoğunluğu Ankara, İstanbul ve İzmir’den gelen gençlerden oluşan ve çoğu delege de olmayan grup, partinin ambleminin “Bozkurt” olmasını istiyorlardı. Başlarında da büyük olarak Muzaffer Özdağ ve Rıfat Baykal bulunuyordu. Tamamen Nihal Atsız’ın düşüncelerini benimseyen bu Türkçü gençlik kongreyi kaybedeceklerini görünce salonu birlikte terk ettiler. O kongrede ben de “Üç Hilâl”i destekleyen İstanbul delegelerindendim. Bu bölünmeye son derece üzülmüştüm.
Şimdi Ülkücü Hareket ikinci defa bölünme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra hapse atılan ülkücüler arasında başlayan ve daha sonra fikri ve ideolojik eksen sapmasına dönen muhalefet hareketi, ülkücü camiada büyük bir taraftar kitlesine sahip oldu. Türk kimliğini arka plana iterek, İslam kimliğini öne çıkaran ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun çevresinde toplanan bu muhalefet hareketi, siyasî yasakların kaldırıldığı dönemde de devam etti. Milletvekili olan Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları, MÇP’de birçok konuda Alparslan Türkeş ile ters düşüyorlardı. 1991 Türkiye genel seçimleri ardından oluşan meclis aritmetiğinde hiçbir siyasi partinin TBMM’de tek başına hükümet kuracak çoğunluğu sağlayamadığı için, bir koalisyon hükümetinin kurulması zorunluydu. Bu dönemde Alparslan Türkeş görüşmeleri sürmekte olan DYP-SHP koalisyonuna dışarıdan destek vermek istedi. Yazıcıoğlu’nun başını çektiği parti içi muhalefet bu desteğe karşı çıktı. Böylece uzun süredir devam etmekte olan örtülü çekişme artık bir bölünme aşamasına gelmişti.
Artık Ülkücü Hareket, 1969’dan sonra ikinci defa bölünüyordu. Muhsin Yazıcıoğlu, 7 Temmuz 1992 Pazar günü saat 14.00’te Ankara’da Maltepe Düğün Salonu’nda, “içinde bulunduğu partinin siyasi anlayışıyla uyuşamadığı” gerekçesiyle 5 milletvekili arkadaşı (Ökkeş Şendiller, İsmet Gür, Saffet Topaktaş, Ahmet Özdemir ve Esat Bütün) ile beraber MÇP’den ayrıldığını açıkladı. Yazıcıoğlu, bu istifanın gerekçelerini “Türk Milleti’ne Beyanname ve Millî Mutabakat Çağrısı” başlıklı bir bildiri ile açıkladı. Yazıcıoğlu istifa ederken yaptığı basın toplantısında Alparslan Türkeş’in militarist, elitist ve devletçi tutumunu eleştirdi, Başbuğluktan kaynaklanan lider sultasının yerine meşveretin konması gerektiğini vurguladı. Bu istifa toplantısına MÇP’den ayrılan altı milletvekili ile başkanlık divanı üyeleri, birçok il, ilçe ve belde teşkilat başkanları, üst düzey yöneticileri de katıldı. Yazıcıoğlu, 29 Ocak 1993 tarihinde Büyük Birlik Partisi (BBP)’ni kurdu ve partinin ilk Genel Başkanı oldu. Parti tüzüğüne göre resmî kısaltması “BBP”, simgesi hilâl içerisinde güldür. Parti kendisini siyasi yelpazede Türk-İslam Birliği ideolojisinde konumlandırmıştır.
Burada BBP’nin kuruluşu ile ilgili bazı düşüncelerimi ve bu konudaki bazı iddiaları sizlerle paylaşmak istiyorum. Kesin kanaatim, Muhsin Yazıcıoğlu sabırlı olup MHP’de kalsaydı, Türkeş’ten sonra MHP’nin rakipsiz Genel Başkanı olurdu. Yazıcıoğlu teşkilatçılıkta tecrübeli ama siyasette acemiydi. Kısa sürede netice almak istiyordu. Arkadaşlarının ve çevresinin telkini ve teşvikiyle nefsini aşamayarak MHP’den ayrıldı. Bazı ülkücü yazarların anılarında, Yazıcıoğlu’nun bu süreçte Ökkeş Şendiller ile dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’la görüştüğün, Özal’ın “Ayrılın parti kurun” dediğini ve kendisine çok ciddi bir maddî yardım yaptığını iddia etmişlerdir. Bu yardımı aldıktan sonra partiden ayrılmak zorunda kaldıkları da iddialar arasındadır. Yazıcıoğlu’nun bu görüşmenin akabinde, MHP’nin dahi kendine ait bir genel merkez binası yokken BBP’ye Sıhhiye’de, Sağlık Bakanlığı’nın tam arka sokağında yedi katlı bir bina satın alması oldukça düşündürücüdür.
Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının MHP’den ayrılma sürecinde Fethullah Gülen’in de aktif rol oynadığı söylenmektedir. Gülen’in adamlarının bu süreçte Yazıcıoğlu’nun etrafını sardıklarını bizzat gördüm. Gülen’in yöneticileri cemaat mensuplarına “Aman Muhsin’in etrafında kalabalık yapın da MHP’ye geri dönmesin” diye talimat verdikleri iddia ediliyordu. BBP’nin kurulması sürecinde Ökkeş Şendiller İstanbul’da beni ziyaret etti ve Tarabya’da bir restoranda görüştük. Ben kendisine “Partiden ayrılmanız yanlış olur. Bir sıkıntınız varsa parti içinde mücadele ederek hallederseniz daha iyi olur” dedim. Ama onlar çoktan MHP’den ayrılıp yeni parti kurmaya karar vermişlerdi. Bu görüşmelerde kendisine refakat eden kişi ise Gülen cemaatinin Sarıyer ilçesindeki en önde gelen temsilcisiydi. 15 Temmuz 2016’daki FETÖ darbe girişiminden sonra yaptığım değerlendirmeye göre, küresel güçler, millî refleksi temsil eden Ülkücü Hareket’i bölmek için bu desteği vermişlerdi.
(Devam edecek)