Lisans ve yüksek lisans eğitimini, Türkiye’de yaşadığı dönemde yarı zamanlı öğretim üyeliği de yaptığı Boğaziçi Üniversitesi’nde tamamlayan Liath MacGorman, değişik bankalarda müfettişlik yaptıktan sonra şube müdürlüğü ile noktaladığı on bir yıllık bankacılık kariyerinin ardından yaklaşık yedi yıl boyunca yoluna uluslararası holdinglerde teftiş kurulu başkanı olarak devam etti. 2016 yılından bu yana, finans dünyasının sunduğu zengin yelpaze boyunca, pek çok farklı sektör, kurum ve coğrafyada edinme şansına sahip olduğu deneyimi, en köklü ve gözde küresel finans merkezlerinden Londra’da temas ettiği farklı boyuttaki firmalarla paylaşmasını elveren kendi şirketi bünyesinde, şimdilik Türkiye, Bosna-Hersek, Körfez Bölgesi ve Birleşik Krallık özelinde, eğitim ve danışmanlık faaliyetlerini sürdürmektedir. SMMM, ACCApq, CIA, CCSA, CRMA, CSL ve PRINCE2 unvanlarına sahip olan Liath MacGorman evli ve iki çocuk babası olup İngilizce ve İspanyolca bilmektedir. İflah olmaz bir sinema ve tiyatro aşığı olan MacGorman, Soho ve West End oyunlarını izlemekten ve Britanya’nın tarihi ve doğal zenginliklerini keşfettiği gezilere çıkmaktan hoşlanmaktadır.
Atalarımızın asırlık deneyimlerinden süzülüp gelen bilge bakış açısının altında yatan hikmetlerin veciz ifadelerini bulduğu atasözlerimiz arasında en beğendiklerimden birisi şudur: “Yarım hekim candan, yarım hoca imandan eder.” Dolayısıyla, din gibi son derece hassas bir alanda kalem oynatmak şöyle dursun konuşurken bile elimden geldiğince dikkatli davranmaya çalışırım ki düşüncelerim yanlış anlaşılmaya yol açmasın. Hele ki bir kez daha idrak edebilmenin neşvesini yaşadığımız şu mübarek Ramazan günlerinde…
Din konusundaki bu vazgeçilmez duyarlılığı besleyen en sağlıklı bakış açısına ise rahmetli Tarık Buğra’nın bir romancının taşıması gereken en temel yaklaşımı dile getiren sözlerinde rastlandığını düşünüyorum; “bir bilim adamı gibi, tam da o kadar objektif.” Böylesi bir ele alış biçimi öznel değerlendirmelerin gebe olduğu pek çok yanılgıdan bizleri koruyacaktır. Bu bakış açısı aynı zamanda din konusundaki bilimsel gerçeklerin ortaya konulmasıyla sağlam temeller üzerine atılmış uzun soluklu bir ‘teceddüt’ (‘yenilenme’ kavramını burada geleneğe uygun biçimde eski dilde de yazmakta bağlamsal yarar var) hareketinin de tohumunu da oluşturacaktır. Ta ki, insanlığın ortak bahçesine rayihasını verecek denli derin ve köklü bir gülfidanını andıran Türk tavassufu ile ruhanî mirasımızı bambaşka ufuklarla da tanıştıracak pırıl pırıl bir Anadolu/Rumeli-Horasan Müslümanlığı, hak ettiği görkemle sahneye çıkarılabilsin.
İşte bu yazımızda, tam da merhum yazarımızın yukarıda takınılmasını salık verdiği türden bir ‘çağdaş’ tavrı yansıtan Stephen T. Asma’nın konuya ilişkin görüşlerine değinmek istiyorum. Kendisi din felsefesi üzerinde otorite kabul edilen saygın bir akademisyen. Asma’nın düşünceleri ve değerlendirmelerini dikkate sunarken temel amacım, işbu sağlıklı ölçütlerin mihenginde kendi öz dinî değerlerimizin tartılmasının beraberinde getireceği düşünce gücüne dikkat çekmek.
Asma’nın -benim de yürekten katıldığım- iddiası, bilimin bizlere sunmaktan aciz kalıp ancak din sayesinde ulaşılabilen bazı yaşamsal üst değerlerin var olduğu. Bu savını ortaya koyarken göz önüne serip altını çizdiği ana hususlar ise özetle şunlar:
Asma’nın görüşlerinin öne çıkanlarından bazıları işte bunlar… Bu bağlamda bizim kendi ‘mahallemizdeki’ durumu işbu sağlam bilimsel temelin de verdiği güvenle ele almamız gerektiği kanısındayım. Mahalle demişken, “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak” deyiminde en olgun ifadesini bulduğunu düşündüğüm bir çarpıklıklar silsilesine de dikkat çekmek istiyorum. Şöyle ki; ülkemizin yaklaşık son yirmi yılında yaşanan artık inkârı imkânsız hale gelmiş ahlakî yozlaşma beraberinde özellikle genç nüfusta geniş çapta karşılık bulan bir tehlikeyi de beraberinde getirdi: Yukarıdaki deyimdeki gibi bize ait olmayan bir din anlayışını, çoğunlukla siyasî güç devşirmenin bel altı aracı olarak kullanan bir yaklaşım insanımızla din kavramının arasını açtı. Düz Türkçesi, Neyzen Tevfik’in dediğine geldik; “Birileri yüzünden, millet dininden de soğudu.” Bu noktada gerçek dinin, başta da belirttiğimiz türden yapıcı bir yaklaşımla ve Türk Tasavvufu/Anadolu-Rumeli Müslümanlığı ekseninde geniş kitlelere seferberlik düzeyinde bir yoğunlukla anlatılması, konuya ilişkin acil ve ertelenmeye gelmeyecek bir görev olarak öne çıkıyor.
Buckinghamshire’dan selamlar ve sevgiler efendim.