Hakkı Şafak Ses

Tüm yazıları
...

2019 seçimlerinin matematiği!..

Hakkı Şafak Ses, 20 Kasım 1955 tarihinde Manisa’da doğdu. Babasının Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olması sebebiyle, eğitim ve öğrenim hayatına Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde devam sırasıyla; ilkokul tahsilini Polatlı Mehmet Gönenç ilkokulunda, ortaokul tahsilini Bornova Suphi Koyuncuoğlu Lisesi’nde ve lise tahsilini de 1972 yılında Erzurum Lisesi’nde tamamladı.

Karadeniz Teknik Üniversitesi Jeodezi ve Fotogrametri (Harita Müh.) bölümünde üniversite tahsiline devam ederken, KTÜ Öğrenci Derneği yönetim kurulu üyeliği ve daha sonra 1977 yılında üniversiteden mezun olana kadar da KTÜ Öğrenci Derneği Başkanlığı görevlerini yürüttü. 1977 yılında evlendi.

1977 yılında, Milliyetçi Hareket Partisi’nin iktidar ortağı olduğu 2. koalisyon hükümeti döneminde, Gün Sazak’ın meclis dışından Gümrük ve Tekel Bakanlığı görevini yürütürken, kadrosuna aldığı 23 kişiden biri olup gümrük ve tekel kontrolorlük görevinde bulundu.

Bu görevinin ardında Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkücü Kuruluşlar Ege Bölge Eğitimcisi olarak parti faaliyetlerine devam etti.

11 Kasım 1980 günü MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davasında gıyabi tutuklu olarak aranmaya başlanan Hakkı Şafak Ses; 18 ay sonra 1982 yılı Haziran’ında 4 yıl 1 ay boyunca tutuklu kalacağı Mamak Cezaevine konuldu.

1991 yılına kadar süren dava sonunda beraat etti. Türk Milliyetçiliği ve ülkücü dünya görüşü ile ilgili çeşitli makaleleri birçok yayında yer aldı.

Karadeniz Teknik Üniversitesi Mezunları Dayanışma Vakfı üyesi olan Hakkı Şafak Ses, 1987 yılından itibaren özel sektörde turizm alanında yatırımlar yapan bir şirketin 5 yıl boyunca genel müdürlüğünü ve yönetim kurulu üyeliği yaptı.

1993-1995 yılları arasında Türkiye’de tarım alanında özel sektöre ait, başarıyla başlayıp biten ve ilk Euroka projesi olma özelliğini gösteren “asma fidanı üretim tesisleri” ile birlikte kendi şirketini kurdu.

Halen tarım sektöründe çalışmalarına devam etmektedir. 2008 yılı içerisinde kurulmasına öncülük ettiği Fidan Üreticileri Alt Birliği’nin (FÜAB) kurucu başkanlığı ve Türkiye Tohumcular Birliği’nin (TÜRKTOB) yönetim kurulu başkanlık görevlerini yürütmekte olan Hakkı Şafak Ses, evli ve iki çocuk babasıdır.

İletişim:hses2@icloud.com

Hakkı Şafak Ses

Uzun sürecek bir savaş sürecine girdik. Yıllar öncesinden belli idi. Savaşın tarafı değil, hedefi ve merkez ülkesiyiz. Batının derdi Türkiye ve Türk milleti!.. Sebeplerini ve gerekçelerini beş yıldır geçmiş yazılarımızda yazmaya, sorgulamaya çalıştım. Artık bu savaşın, ya Batının ya da Türkiye’nin yani bir tarafın ‘pes’ edene kadar devam edeceğinden emin olabilirsiniz. Kimse hayal görmesin. Ben iktidara gelirsem Batı ile işleri düzeltirim, barışı sağlarım iddiaları ile yalancı pehlivanlık yapmasın. Yapar ve ısrar ederse ya siyaset cahili ya da ülkeyi Batı’ya teslim edecek, Batı’ya sinyal veren bir işbirlikçidir.

İsrail 1948 yılında resmen kuruldu. Topraklarındaki savaş, Filistin’e İngilizlerin desteği ile yapılan göç yüzünden, Yahudi göçmenlerin gelmesi ve Yahudi yerleşimciler yüzünden, Yahudiler ve Araplar arasında 1920’lerde başladı. Bu durumda İsrail 96 yıldır komşuları ve Arap dünyası ile fiili savaş durumunda. Yıllardır hem savaşıyor hem büyüyor hem de gelişiyor. Bölge ateş çemberine döndükçe ve bölge ülkeleri birbirine girdikçe, hedefindeki ülkelerin iç barışı bozuldukça İsrail’in güvenliği ve zenginliği artıyor. ABD’nin de 1940 yılından beri dünyanın herhangi bir yerinde de olsa sürekli savaş halinde olduğunu biliyoruz. Ekonomisi ve gücü savaştan besleniyor.

İşte bu gerçekler ışığında İsrail’i gölgede bırakacak kadar savaşla birlikte yaşama, kabiliyet ve soğukkanlılığına bir an önce kavuşmamız gerekiyor. Savaşın artık hayatımızın normal akan sürecinin bir parçası olduğunu kabullenmemiz gerekiyor. Eğer bugün yarın bu savaş biter, uzun sürmez algısına kendimizi kaptırırsak tuzağa düşeriz. Hatta  böyle olmalı iş uzamamalı gibi başlayan ve  savaşın ‘teopolitik ve teostratejik’ en temel sebep ve unsurlarından habersiz abuk sabuk barış yanlısı ya da “senin yüzünden oldu, savaşı sen istedin” gibi sözler ile iç siyasette parsa peşine düşersek vay halimize!..

Türkiye şimdilik bölgesel gibi duran fakat ilerleyen günlerde küresel boyutlar kazanacak bu savaştan galip çıkmak için ‘kısa süreli savaş’ hesaplarını unutmalıdır. Ekonomisi, siyaseti, bilimi, kültür ve etkileşimi, siyasi kadrosu ve devlet bürokrasisi ile düşünce ve ruh olarak topyekûn ‘uzun süreli bir savaşa’ hazırlanmalıdır.

Nasıl ki İsrail bir yandan savaşırken bir yandan üretiyor, teknolojik adımlar atıyor, seçimler yapıyor, iktidarları el değişiyorsa ve her İsrail vatandaşı yapması gereken işi yapmaya büyük bir heyecan ve hırsla devam ediyorsa, aynı coğrafyanın en güçlü ülkesi ve milleti olarak bizlerde aynı heyecanla ve sabırla  ‘uzun sürecek savaşa’ göre hazırlıklı olmalıyız ve alışmalıyız. Afrin’in bu savaşın sadece bir muharebe cephesi olduğunu ve bazen fasılalarla bazen de ‘Batının’ yumuşama taktikleri ile yavaşlamasına asla aldanmayıp yeni muharebe cephelerinin olacağını ve taraflardan birinin ‘pes’ etmesi yani yenilmesi ile ancak bu savaşın biteceğini hiç aklımızdan çıkarmamalıyız.

İşte bu yüzden 2019 seçimleri hayati önem taşımaktadır. Gelecek seçimlerin kaderini, seçimlere kadar yaşayacağımız ‘savaş hali’ durumunda ve ‘olağanüstü hal’ içinde geçecek olan olayların akışı direk olarak etkileyecektir.

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası yapılan 1977 seçimlerinde ‘Kıbrıs Fatihi, Karaoğlan Ecevit’, harekâtın başarısını oya dönüştürmeyi başardı. Tek başına iktidar olamasa da CHP, 1946 sonrası yapılan tüm seçimlere kıyasla ve bugüne kadar olan seçimlerde dâhil en çok oyu aldı (% 42,5). Sn. Erdoğan’ın ve AK Parti’nin de 2019’da ya da erken yapılacak bir seçimde, başarı ile devam eden ‘Güney sınırlarımızdaki savaşı’ halkımızın kahir ekseriyet ile desteklemesini bir avantaj olarak değerlendirmesi, siyaset açısından beklenilmesi gereken doğal bir durumdur.

 Fakat benim 2019 seçimleri için çok daha önemli olarak gördüğüm husus ise daha başkadır. Eğer bu savaşın sebeplerini ve hedeflerini gerek kendi açımızdan ve gerekse ‘Batılılar’ açısından doğru tespit eder ve uzun bir döneme yayılacağını önceden görür ve kabul edersek kısa vadeli iç siyasi hesapların yanlışlarından kurtuluruz.

Rusya, ABD, AB ve İran hepsi Suriye ve Irak’ta. Bizde girdik ve oradayız. Kesin olan şu: Onlar çıkmadan bizde asla çıkmayacağız. İşimiz bitince hemen dönelim diyenler önce “binlerce kilometreden gelenler gitsin bizde o zaman çıkarız.”  demelidirler. Bunu demezlerse yakında millet bu doğruyu onlara öğretecek. Peki, onlar ne zaman giderler? Nasıl, niçin, neden giderler? Geliş sebepleri barış, huzur, adalet ve terörü önlemek içindi (!).

Bu hikâyeleri geçelim. Çelik bilye Türk ordusu dişlerini kırmadan asla gitmezler. Ekonomik zararları hesaplarını aşıncaya kadar asla gitmezler. Vekâlet savaşı yürüttükleri satılmış korkaklar bitip tükenmeden asla gitmezler.

Yani kısaca yenilmeden asla gitmezler!..

İşte bu tespit ve kabullerde anlaşırsak, İsrail örneğinde olduğu gibi onlarca yıl sürecek bir savaşa zihnen hazır oluruz. Savaşırken üretmeye, gelişmeye, seçimler yapmaya, iktidarların değişmesine hazırlıklı olmalıyız.

Bu uzun soluklu savaşta vazgeçilmez liderler, vazgeçilmez siyasiler, vazgeçilmez parti iktidarları ve vazgeçilmez bürokratlar yoktur. Zaman içinde Türk milleti cephedeki savaşın kahramanlığına ve zaferine uygun, bunu başaracak ‘siyasi ve bürokratik kadroları’,  cephe gerisinde işin başına muhakkak getirecektir. Bu gerçek, işin tabiatı ve Türk milletinin tarihi örnekleri ile dolu olan fıtri bir özelliğidir. Bu savaşın mihveri ve tek güç kaynağı da Türk milletinin 2019 seçimleri ve sonraki seçimlerde seçeceği özgür, cesur, liyakatli ve dürüst vekilleri ile temsil edildiği ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi’ olacaktır.

Eğer başkan adayları, Meclis benim her dediğimi kabul edecek olan ve bana sorgusuz sualsiz biat edenlerden olmalıdır diye hesap yaparlarsa, eğer parti liderleri, vekil adaylarını benim adamım olmalı, benim sözümden çıkmaya adamlar olmalı düşüncesi ile belirlerler ise ve bu yaklaşımın sonucunda TBMM şahsiyetini, haysiyetini, kararlarını kendisini seçen liderine teslim eden vekillerden teşkil edilirse işte o zaman bu uzayacak savaşta işimiz ilk dönemlerde çok zor olacak demektir...

Cumhurbaşkanın yürütmeden tek sorumlu kişi olarak devlet kurumlarını mevcut anayasa ve kanunlar çerçevesinde yönetmesi, savaş ve savaşla birlikte yaşamak mecburiyetinde olan ülkeler için bir avantaj olabilir. Cumhurbaşkanının liyakat, cesaret ve yönetim kadrosunun ehliyet ve yetkinliği kararların doğru ve hızlı alınmasını sağlayabilir. Fakat esas önemli olan TBMM’dir. Çünkü milletin iradesinin çoğunluk ile temsil edildiği Türkiye Cumhuriyetinin en önemli milli birlik içinde karar alacak olan üst kurumu TBMM’dir.

2019 yılında ya da erken bir seçimle yenilenecek olan meclisin üyelerinin kimlerden teşkil edileceği önümüzdeki ilk savaşlı yıllarının en önemli hususudur. TBMM, Türk milletinin ve Türk devletinin kurucu iradesinin, istiklalinin ve istikbalinin hem tek temsilcisi ve hem de tek teminatı olan en haysiyetli, en şahsiyetli ve dünya da saygınlığı olan en üst kurumudur. Anayasayı değiştirmeye kadar uzanan kanun koyucu, tek yetkili ‘yasama’ organımızdır. Son anayasa değişikliği referandumu ile birçok yetkisi maalesef ki budandı. Savaşa karar verme, bütçe yapma, güvenoyu, gensoru gibi çok önemli görev ve yetkileri halkoyu ile elinden alındı. Yani halk seçeceği vekillere güvenmeyerek, bu yetkileri belki %50+1 ile seçeceği ‘tek adama’ güvenerek vermeyi uygun buldu (!).

Şimdi sakin olarak düşünelim. 2019 seçimlerinde ‘tek adama’ ülkeyi teslim ederken TBMM’yi de seçilecek olan Cumhurbaşkanının emrine vermek ne kadar doğrudur? Bu durumun istikrar için olduğu söylenemez. Çünkü yeni sistemde ‘Hükümeti’ yani ‘yürütmeyi’  Cumhurbaşkanı temsil ediyor ve onu da % 50+1 ile zaten seçmiş oluyoruz. Yine TBMM’nin çoğunluğunu, aday listelerini tek seçici olarak ‘parti genel başkanlarının’ yaptığı ‘genel başkan taktikçisi’ vekiller oluşturursa Meclis’in gerçek gücü kimlerin elinde olur? Türk milletinin elinde mi? Devletin gücü üç beş ‘siyasi genel başkanın’ aklına eşit hale gelmiş olmaz mı? Türk milletinin kaderi milletin iradesine değil bu üç beş parti liderinin eline verilmiş olmaz mı?

Eski parlamenter sistemde,  parti liderlerinin ve parti disiplininin, grup kararlarına bağlılığın bir anlamı ve hedefi vardı. Fakat CYS’de ‘Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi) bu sınırların hiçbir haysiyetli, şahsiyetli dayanağı kalmamıştır... Yeni sistemde eğer vekiller ‘eski sistem ve biline yollar ile seçilirse’,  ‘seni listeye yazanın’ emrinde ahde vefa (!) gereği ve yeniden seçilmek için siyasi biatçılar konumunda olmaktan başka bir anlam taşımayan bir Meclis’in sahibi oluruz…

İktidar ve destekçisi partiler yönetim sistemimizi değiştirirken ve parlamenter sistemi terk ederken; parlamenter sistemi çürüten ve meclisi,  parti liderlerinin boyunduruğunda tutan partiler kanununu ya da partilerin oligarşik yapılarına son verecek yasal değişiklikleri gündemine bile almıyor. Kısaca liderler,  partilerinde kendi iktidarlarını garanti altına alırken,  milletin özgür iradesinin Meclis’te temsil edileceği yolları tıkıyorlar.

2019 veya öncesinde yapılacak seçimlerde TBMM’yi oluşturacak milletvekillerinin tek tek cesaret, liyakat ve özgür insanlardan ve sadece milletine karşı sorumlu vatanseverlerden olmasını sağlamak mecburiyetimiz vardır. Bunun ‘platformunun’ yolu muhakkak bulunmalıdır. Ülke için var olduğuna inanan partiler de ‘partiler kanununun’ gölgesinden sıyrılarak böyle bir platformun parçası olmalıdırlar. Bu konuda düşünmeye, kafa yormaya devam etmeliyiz. Bence ilk yapmamız gereken Cumhurbaşkanlığı seçimi ile TBMM seçimlerini bir birinden ayrı düşünmeli ve 2019 seçimlerinin odağına sadece Cumhurbaşkanlığını koyarak yapılan seçim tahmin ve stratejilerinden vazgeçmeliyiz.

CYS’nin başarısı ve bir denge denetim sistemine kavuşması ancak Cumhurbaşkanının emir ve komutasına teslim olmayacak; doğruya doğru ve yanlışa yanlış diyecek yetkin, milletini, namusuna güvendiği cesur vekillerden teşkil edilen bir TBMM ile ancak mümkün olabilecektir... 1920 ve 1923 TBMM’si Anadolu’nun dört bir tarafından, güvenilir, dürüst ve ‘şahsiyetleri’, ilimi ile liyakatinden oluşan vatansever, fedakâr temsilcilerden oluşmuştu. Hem bir savaş kazandılar hem de yepyeni bir ‘devlet’ kurdular. Bu ‘Meclis’ öyle bir şahsiyet ve irade sahibi Meclis’tir ki, Yunan ordusu Polatlı önlerine dayandığı halde ‘yetkisini’, ‘tek başına’ Atatürk’e devretmemek için direnmiştir. Uzun, yorucu ve gergin tartışmalardan sonra sadece üç ay için, geçici süre ve sadece bir defaya mahsus olmak üzere Atatürk’e, ‘Meclis’i tek başına temsil yetkisini devretmiştir. Bu yetki devri ile Atatürk, milletin ve devletin adına ‘tek başına’ karar alan ‘Başkan’ olmuştur. Sakarya Meydan Muharebesi kazanıldıktan sonra bu yetki tekrar Meclis’e yani ‘Milleti temsil yetkisi’ yeniden TBMM’nin uhdesine geçmiştir.

İşte 2019 Meclis’inin de bir an sadece seçilecek başkanın kendi seçip, atadığı partisinin vekillerinden olduğunun düşünün. Ayrıca seçimle kendi seçtiğinizi sandığınız vekillerin, parti başbakanları tarafından ‘biat’ esasına göre listelere alındığını hatırlayın. Bu usul ve şekil altında yeni seçilecek Meclis’i kim seçmiş oluyor? Millet mi? Birkaç tane parti başkanı mı? Böyle teşkil edilen Meclis, 1920-1923 Meclis’inin şahsiyetine ve karakterine sahip olabilir mi? Ve böyle bir Meclis bir ‘savaş kazanacak’ ve bir ‘devi’ uyandıracak güç, şahsiyet ve liyakata sahip olabilir mi?

Ne demiştik; bu ‘savaş uzun’ sürecek!.. Ve Türk milleti bu savaşı muhakkak Allah’ın izniyle kazanacak!..

Nasıl ve ne zaman? Yürütme, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve devlet bürokrasisi; Türk milletinin ‘cephede’ savaşırken, gücünü ve kararlılığını oluşturan  ‘fikir, inanç ve değerlerini’  yüzde yüz temsil eder konuma geldiği zaman.

İşte bu yüzden 2019 seçimleri bir zaman kaybına sebep olmamalıdır. Yeni CYS sistemi, köhnemiş, çürümüş,  milletti bıktırmış ve demokrasiye inancını kaybettirmiş, eski ‘parlamenter’ sistemin, oligarşik ‘partiler kanununun’ gölgesinde seçilerek ‘ilk düğme’ yanlış iliklenmemelidir. Ortaya sadece ‘tasdik’ makamı olan ve  ‘ıstampa’ konumunda bir ‘Meclis’ çıkmamalıdır.

Seçim yaklaştıkça milletimiz birçok şeyi daha net görecek ve TBMM, benim irademin temsil makamıdır, onu ben ‘aracısız’, ‘komisyoncusuz’ direk kendim seçmeliyim, diyecektir inşallah.